Haber Detayı
Dünyanın sofrası çatırdıyor; küresel açlık ve yemek–arzu ilişkisi
Küresel gıda sistemi kırılgan, sofralar eşitsiz, arzular ise her daim canlı. “How the World Eats” ve “Lustful Appetites” kitapları, hem açlık krizini hem de yemek ile şehvet arasındaki tarihi bağı gözler önüne seriyor.
Günümüzde dünya sofraları çeşitlenmiş, market rafları geçmişe kıyasla renklenmiş olsa da, küresel gıda sisteminde derin çatlaklar giderek daha görünür hale geliyor.
İklim krizi, eşitsizlik, hayvancılıkta yaşanan etik sorunlar ve gıda enflasyonu, “Herkesin doyduğu ama kimsenin mutlu olmadığı” bir çağın kapılarını aralıyor.İşte tam da bu noktada iki kitap dikkat çekiyor: Julian Baggini’nin How the World Eats (“Dünya Nasıl Yiyor”) adlı çalışması ve Rachel Hope Cleves’in Lustful Appetites (“Şehvetli İştahlar”) isimli kitabı.
Biri küresel açlığın arka planını, diğeri ise yemek ile arzu arasındaki kadim bağı inceliyor.GIDA SİSTEMİ, DOYURUYOR MU YOKSA TÜKETİYOR MU?Baggini, kitabında sert bir tespitte bulunuyor: Küresel gıda sistemi kırık ve acilen onarılmalı.
Çünkü bu sistem, bir yanda obezite ve israfı körüklerken, diğer yanda milyonlarca insanı açlığa mahkûm ediyor.Ekolojik sürdürülemezlik: Yoğun tarım ve endüstriyel hayvancılık gezegenin dengesini bozuyor.Hayvan refahı: Hayvanların “et makineleri” gibi görülmesi ciddi bir etik krizi işaret ediyor.Sağlık sorunları: Yetersiz beslenme ile aşırı tüketim, aynı sofrada buluşuyor.Baggini, çözüm için “holistik, döngüsel, eşitlikçi” bir gıda felsefesi öneriyor.
Ancak eleştirmenler, bunun pratikten uzak bir ütopya olduğunu söylüyor.YEMEK VE ARZU, ŞEHVETLİ BİR TARİHRachel Hope Cleves ise Lustful Appetites’ta farklı bir pencere açıyor: Yemek ile cinsellik arasındaki tarihsel bağ. 18. yüzyıl Fransa’sında restoranların sadece yemek değil, aynı zamanda cinsellik sahnesi olarak ortaya çıktığını anlatıyor.
Nitekim Paris’in leziz sofraları, aynı zamanda “ahlaki kaygıların” da hedefindeydi.Anglo-Amerikan dünyasında sade yemekler “dindarlık” ile özdeşleştirilirken, lezzetli sofralar “şehvetin kapısı” olarak görüldü.
ABD’de restoran kültürü ancak 1820’lerden sonra yaygınlaştı; bunda sanayi devrimiyle şehirlere göç eden genç erkeklerin etkisi büyüktü. 20. yüzyılda gurme yemekler, bohem yaşamın ve hatta cinsel kimliklerin bir ifadesine dönüştü.Cleves’in çizdiği tablo, yemek ile arzunun iç içe geçmiş olduğunu ve ikisinin de sosyal normları dönüştüren bir güç taşıdığını gösteriyor.Bu iki kitabın tartışmaları Türkiye için de önemli.
Çünkü biz de hem küresel gıda krizinin etkilerini hissediyoruz hem de yemekle duygularımızı, kimliklerimizi ve ilişkilerimizi şekillendiriyoruz.Bir yanda artan kahve ve ekmek fiyatları, diğer yanda sofranın başında paylaşılan mutluluklar… Belki de cevap, sadece karın doyurmakta değil, sofrayı bir arada kurabilmekte saklı.
Dünya gıda sistemindeki kırılganlık, sadece açlık meselesi değil; aynı zamanda kültürel, ahlaki ve duygusal bir mesele.
Yemek hem hayatı sürdürmenin hem de arzuları, kimlikleri, değerleri ifade etmenin bir yolu.Odatv.com