Haber Detayı
KKTC seçimlerinin ardından Ankara verilen mesajlardan memnun
KUZEY Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde (KKTC) yapılan seçim sadece Lefkoşa’daki koltuk sahibini değil, Türkiye-KKTC ilişkilerinin geleceğini de belirledi.
Ancak kimse yanılmasın: Bu bir “deprem” değil.
Ankara’da üst düzey kaynakların ifadesiyle bu, Kıbrıs Türkü’nün iradesini ortaya koyduğu bir zemin güncellemesidir.
Ton değişebilir ama çizgi sabit.- Erhürman’ın seçilmesiyle birlikte Ankara’nın resmi politikasında bir kırılma beklenmiyor.
Çünkü KKTC Meclisi, Rumlarla federasyonu kesin biçimde reddeden ve iki devletli çözümü benimseyen bir karara imza attı.
Ve o karar hâlâ masada.
Yani bu seçim sonucu, var olan dış politika rotasını tersine çevirmek yerine belki de daha diyaloglu ama eşitlikçi bir üslupla yürütülmesi anlamına geliyor.- Erhürman, seçildikten sonra Türkiye’yle “yakın istişare içinde olacağız” diyerek uyumlu bir dış politika mesajı verdi.
Ama cümlenin hemen ardından gelen ifade de dikkat çekiciydi: “Diklenmeden dik durmak.” Bu ifade, hem Türkiye’ye rest çekmek isteyenlere hem de KKTC’yi edilgen görmek isteyenlere bir yanıt niteliğinde.- Ankara ise mesajı net okudu: “Gerginlik beklemiyoruz.” Devlet politikası değişmez, ancak yöntemin daha yumuşaması olası.
Özellikle enerji diplomasisi, Avrupa Birliği ile temaslar ve uluslararası hukuk düzleminde KKTC’nin “Biz de varız” demesinin önü açılabilir.
Bu, Ankara’nın elini zayıflatmaz; aksine güçlendirir.İKİ DEVLETLİ TEZ MECLİS KARARI VE ANKARA’NIN ÇİZGİSİUnutmamak gerekir ki KKTC Meclisi, Ekim 2025’te aldığı bir kararla “federasyon defterini” kapattı.
Bu, sadece bir siyasi tutum değil, halkın seçilmiş temsilcilerinin iradesiyle alınmış bir karardı. “İki egemen eşit devlet” modelinin kalıcı barışın tek yolu olduğu metne döküldü.
Ankara’nın “devlet politikası” olarak nitelendirdiği çizgi de tam burada oturuyor.
Bu çizginin seçimle gelen bir Cumhurbaşkanı ile silinmesi beklenemez.
Üstelik Erhürman da dış politikada Türkiye’nin çizgisinin dışına çıkmayacağını açıkça söyledi.
Yani KKTC yeni bir döneme giriyor ama bu yeni dönem Ankara’dan kopuş değil; Türkiye’yle birlikte ama kimliğini koruyarak yürüme niyeti taşıyor.DOĞU AKDENİZ’DE YENİ DİPLOMASİ DİLİ MÜMKÜN MÜ?Doğu Akdeniz hâlâ sıcak.
Enerji hatları, deniz yetki alanları ve uluslararası şirketlerin bölgeye ilgisi artıyor.
KKTC, bu oyunun ya “dışlanan” ya da “kilit oyuncusu” olacak.
Erhürman’ın daha yumuşak üslubu, Rum tarafı ile enerji gelirleri konusunda ortak komite fikrini yeniden masaya getirebilir.
Ancak bu iyi niyetli öneriler geçmişte olduğu gibi Rum yönetiminden veto yerse, KKTC’nin caydırıcılık kapasitesinin yeniden devreye girmesi gerekecek.
Bu noktada Türkiye’nin “Mavi Vatan” refleksi ve KKTC ile koordinasyonu kritik.
Deniz kuvvetlerinin, SİHA’ların, askeri üslerin stratejik önemi sadece askeri değil, aynı zamanda diplomatik bir kart olarak masada durmaya devam edecek.GARANTÖRLÜK VE ULUSLARARASI HUKUKTürkiye’nin adadaki garantörlüğü 1960 Garanti Antlaşması’na dayanıyor.
Bu sadece bir hukuki metin değil; sahada karşılığı olan bir güvenlik sistemi.
Ada’da konuşlu Türk askerinin varlığı, Kıbrıs Türkleri’nin varoluş güvencesi.
Yeni seçilen Cumhurbaşkanı bu konuda net: “Garantörlük sadece kuzeyi değil, tüm Ada’yı kapsar.” Bu, hem uluslararası hukukun hem de bölgesel caydırıcılığın ortak noktası.
Ankara da bu noktada tavizsiz.
Çünkü Kıbrıs, sadece bir ada değil, Türkiye’nin güvenlik haritasında stratejik bir pusula.
Bu pusulanın yönü KKTC’yi gösteriyor.TANINMA ARAYIŞI VE ULUSLARARASI GÖRÜNÜRLÜKKKTC bugüne kadar resmi olarak yalnızca Türkiye tarafından tanındı.
Ancak son yıllarda diplomatik atılımlar dikkat çekiyor.
Türk Devletleri Teşkilatı’na gözlemci üyelik ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın BM Genel Kurulu’nda yaptığı açık tanınma çağrısı, artık oyunun kurallarını değiştirme niyetinde.
Bu noktada Erhürman’ın rolü de önemli olabilir.
Uluslararası hukuku ve müzakere dilini bilen bir isim olarak, KKTC’yi daha görünür kılmak için diplomatik manevra alanını genişletebilir.
Ama bu ancak Ankara ile tam uyum içinde mümkün olur.- Eşgüdümlü Dış Politika: KKTC ve Türkiye, federasyon yerine “eşit egemenlik” temelinde çözüm arayışını sürdürmeli.
Ancak bu, çatışmacı değil, yapıcı ve uluslararası hukuka dayalı bir diplomasiyle yürütülmeli.- Enerji Komitesi Teklifi: KKTC, Rum yönetimine geçmişte sunduğu “ortak komite” önerisini yinelemeli.
Türkiye’nin garantörlüğü altında bu model, hem gelir paylaşımı hem de diplomatik çözüm için kaldıraç olabilir.- Uluslararası Görünürlük: KKTC, Avrupa ve Asya’da kültürel ve ekonomik temsilciliklerle varlığını artırmalı.
Türk Devletleri Teşkilatı deneyimi büyütülmeli.- Garanti Sistemine Vurgu: Her diplomatik açıklamada, Türkiye’nin garantörlüğünün alternatifi olmadığı net biçimde belirtilmeli.SONUÇ: STARTEJİK PUSULA DEĞİŞMEDİBu seçim, KKTC’deki siyasi dengeleri güncelledi ama stratejik pusulayı değiştirmedi.
Erhürman’ın gelişi, yeni bir ton, yeni bir yöntem getirebilir.
Ancak temel çizgi sabit: Kıbrıs Türk halkı ne federasyon hayaline ne de yalnızlığa mahkûm olmak istiyor.
Ankara da bunu çok net okuyor.
Kıbrıs artık sadece adadaki nüfus dengesi değil; Doğu Akdeniz’deki jeopolitik mücadelenin merkezidir.
O yüzden mesele sadece “kim kazandı?” sorusu değil.
Asıl mesele şu: Kim hangi istikamette yürümek istiyor?
Bu yaz seçim oldu.
Belki yönetim değişti.
Ama rotayı belirleyen, hâlâ halkın iradesi ve Türkiye ile yürütülen ve yürütülmesi gereken ortak akıl.
Ankara bu ortak aklın devam edeceğini düşünüyor ve ilişkilerde gerilim beklemiyor.
Yeni cumhurbaşkanından beklenti ise KKTC realitesine uygun hareket etmesi.KAÇARKEN YOLDA DÜŞEN TAÇ...Kendi halinde bir sabah gibiydi Paris’te, ta ki son dakika haberleri ajansalara düşene kadar.
Sabah 9.30’da yaşandı olay.
Louvre Müzesi açılmış, ziyaretçiler içeriye alınmıştı; ama dört kişi, yüksek görünürlüğe sahip inşaat yelekleri içindeydi.
Sepetli vinç kuruldu, pencere kesildi, vitrinler kırıldı, mücevherler alınarak motosikletle kaçıldı.
Suç zamanlaması, sahne dizaynı, kaçış kurgusu...
Tek kelimeyle bir “Lupin” anıydı.
Kaçarken kraliçenin tacı yolda düştü.
Fransız gazeteleri olayı “halkın hazinesi”ne bir darbe olarak gördü; ama sosyal medya bir anda espri merkezine döndü.
Bir tweet şöyleydi: “Napolyon ona ‘çarşambaya kadar giyin’ demişti, ama tacın geri dönüşü belirsiz.” Bir başka paylaşımda; “Mona Lisa 1911’de kaçırılmıştı, tacımızsa 2025’de yolda düşmüş” ifadesi yer aldı.
Dünyanın en çok ziyaret edilen müzesi bile güvenlik bakımından alarm verdi.DEĞER Mİ?
TARİH Mİ?
SOYGUNUN ASIL KURBANI NE?Milyon rakamlarını bırakın bir yana; bu mücevherler yalnızca takı değildi, Fransa’nın tarihi kimliğiydi.
Napoleon Bonaparte’ın eşi ve torunlarının mücevherleri, Fransız monarşisinin, imparatorluk döneminin sembolüydü.
Öyleyse hırsızlık yalnızca metal ve taş değil: bir milletin kolektif hafızasına indirilen bir darbe oldu.
İçişleri Bakanı’nın dediği gibi: “Bir mirasa saldırı.”SARI YELEKLİ SOYGUN VE MÜZEDE ZAAFOysa müze dünyada en güvenilir yerlerden sayılıyordu.
Bir güvenlik uzmanı şöyle söyledi: “Zamanları çok kısa, dört-yedi dakika.
Bu bir rastlantı değil, senkronize bir oyun.”Müze günübirlik kapandı.
Ziyaretçiler üçgen cam piramidin önünde duran polis şeridiyle karşılaştı.
Taç yan kapıdan yürüyerek çıkmıştı.
Olay ciddi; ama gülmeden geçmek mümkün değil. “Küpelerle Mona Lisa’nın yanında selfie giderdi” gibi bir tweet dünyayı dolaştı.
Bu da bize gösteriyor ki, tarih ne kadar ciddi olursa olsun, insanlar şakayı bırakmıyor.BU HIRSIZLIK NEYİ DEĞİŞTİRİR?
Müze güvenliği artık sadece cam vitrin değil.
Koleksiyonların değeri sadece taş-metal değil, “kimlik” boyutuna taşındı.
Hırsızlık teknik olarak bir film sahnesi; ama arka planında küresel sanat kaçakçılığı ağları, taşınamaz miras tartışmaları var.
Yani biraz espriyle: “Tacı düşüren müze değil, kaos planı hazırlayanlar” ama gerçekte; “Tarihin kayışı gevşedi.
Bir tacın yolda düşmesi, bir kültür devrinin kırılganlığının da sembolü olabilir.” Fransız devletinden gelen mesaj net: “Bu miras, bizim tarihimizdir; geri getireceğiz.” Ama “güvenlik yalnızca bir cam değil, bir yaklaşımdır”.
Ve şakası olsun olmasın: Sarı yelekli hırsızlar dünyaya bir açıklama yaptı: “En büyük müze bile çelikten zırh değil, üzerinde durduğumuz zayıf halat olabilir.” Sonuç mu?
Taç bir kez düştü.
Kim kaldıracak bilinmez.“Yeni bir Lupin dizisi gibi ama gerçek” dedim başta.
Ve evet, Louvre’daki bu büyük sahne, senaryoyu yazanların da, seyredenlerin de hafızasına kazındı.