Haber Detayı

Kim korkar Dalloway’den?
Tunca arslan aydinlik.com.tr
24/10/2025 00:00 (2 ay önce)

Kim korkar Dalloway’den?

Kim korkar Dalloway’den?

Dört yıl önce, 31 Aralık 2021’de bu köşede yayımlanan “Hollywood yapay zekâdan neden korkuyor?” başlıklı yazımda, Ünsal Oskay’ın “Çağdaş Fantazya” kitabından bir alıntı yapmıştım.

Oskay, 40 yıl önce kaleme aldığı kitabında şöyle diyordu: “Yeni olanın karşısında duyulan ürküntü, endişe ve merak, yaşadığımız dönemde, eski günlerdeki gibi masal ya da öykü anlatıcılarının anlattıkları masallar ve öykülerle değil, Bilinç Endüstrisi’nin ‘ürettiği’ endüstriyel birer ‘mamül’ olan fantazyalarla karşılanmaktadır.” Yazımın sonunda şu notu düşmüştüm: “İnsanlığın çıkış yolu elbette ki yapay zekâ değil ama yapay zekânın insanlığın geleceğinde çok olumlu roller üstleneceği çok açık.

Anlayacağınız, Hollywood’un Bilinç Endüstrisi’nin yapay zekâyı endişe edilecek, ürkülecek, korkulacak bir şey gibi göstereceği daha çok film seyredeceğiz demektir.” Ve seyretmeyi sürdürüyoruz… Hollywood’dan sonra Fransız sineması da yapay zekâ korkusuna teslim olmuş durumda üstelik.

KONTROLDEN ÇIKAN YAPAY ZEKÂ 1977 doğumlu Fransız yönetmen Yann Gozlan’ın sinemalarımızda bu hafta gösterime giren filmi “Dalloway”, beyazperdede kontrolden çıkan yapay zekâ endişesini yansıtan son örneklerden biri.

Yapay zekâ, gözetim, yalnızlık, yaratıcılık ve kimlik sorunu üzerine kurgulanmış bir psikolojik gerilim denemesine girişen Yann Gozlan, yazarlık-yaratıcılık bunalımı geçiren kadın yazar Clarissa’yı tanıtıyor bize.

Kahramanımız, sanatçılara tahsis edilen lüks bir rezidansta yaşıyor ve “Dalloway” adında her şeyine koşan yapay zekâ bir asistanı var.

İçeceği portakal suyundan uyanacağı saate, randevularından yazdığı kitaba kadar her konuda yardımcı olan bu asistan zamanla Clarissa’nın zihninin derinliklerine nüfuz etmeye başlıyor ve seyirciyi de “yaratıcı insan ile onu destekleyen teknoloji arasındaki sınır nerede?” sorusuyla baş başa bırakıyor.

Rezidansta sürekli gözlendiklerini, her hareketlerinin ve zihinsel faaliyetlerinin kontrol altında olduğunu düşünüp buna direnmeye karar veren gizli bir grupla da ilişkiye geçen Clarissa, yazarlık-yaratıcılık ile teknoloji arasındaki çelişkinin cenderesine sıkışıp kalıyor.

Dalloway, insana yardımcı olan bir asistan mı, yoksa onu kontrol altına alıp yön veren bir dış güç mü?

MELANKOLİYE DÖNÜŞEN KARAMSARLIK Virginia Woolf’un, ana karakterin adının Clarissa Dalloway olduğu “Mrs.

Dalloway” romanı meşhurdur; yani Woolf’a esaslı bir saygı duruşu söz konusu.

Yapay zekâ, gene Virginia Woolf çağrışımlarıyla “kendine ait bir oda”da yaşayan Clarissa’nın kuşku ve bilinmezlik dolu dünyasında “kurtarıcı” iken “düşman” haline geliyor bir süre sonra.

Yann Gozlan, Hollywood’un bildik klişeleri nedeniyle kolayca tahmin edilebilir sınırlar içinde ilerleyen filminde seyirciye yalnızca bilim-kurgu gerilimi sunmak istememiş.

Yaratıcılık krizi yaşayan yazar karakterin içsel yolculuğu da devreye girmiş ve gerilim mekaniği dengelenmek istenmiş.

Ancak Cecile de France’ın canlandırdığı Clarissa, diğer karakterleri ve hikâyenin arka planını fazlasıyla gölgede bırakınca film “gözetlenen” ile “gözetleyen-yön veren” arasındaki bir gölge oyununa dönüşmekten kurtulamamış.

Yapay zekâ çağında sanatçılık ve özgün eserler yaratmak meselesini tartışmaktan çok, melankoliye dönüşen karamsarlığın çekiciliğine prim veren; insanı, yapay zekânın kontrolden çıkışı ve insanı yönlendirmeye başlaması karşısında çaresiz bırakan bir film “Dalloway”.

Seyirciyi güncel teknolojik gelişmeler ve bunların doğurduğu kaygılarla buluşturmayı amaçlayan bir teknolojik-psikolojik gerilim olarak elbette ki dikkat çekici.

Öte yandan beklentinizi yeni bir bilim-kurgu başyapıtı düzeyinde tutmamanızda yarar var.

Yine de Gozlan’ın sanat yaratımı + yapay zekâ formülünün sinema sanatında nasıl işlenebileceği konusunda ilginç ve tartışılması gereken bir örnek sunduğuna da kuşku yok. 

İlgili Sitenin Haberleri