Haber Detayı

Modern çağın duygusal enkazı: Aşk ve Para
Kültür sanat cnnturk.com
30/10/2025 15:34 (1 ay önce)

Modern çağın duygusal enkazı: Aşk ve Para

Dennis Kellynin çarpıcı metni Aşk ve Para, modern insanın duygusal çöküşünü, borçla iç içe geçmiş bir aşk hikâyesi üzerinden anlatıyor. Oyunu sahneye taşıyan yeni kurulan Tiyatro Fam ekibiyle konuştuk

Tüketimin, hızın ve sürekli daha fazlasının kutsandığı bir çağdayız.

Artık aşk da umut da insanın kendisi de bir meta.

Aşk bir duygu değil, bir pazarlama stratejisi.

Borç ise yalnızca ekonomik değil, ruhsal bir yük İrlanda asıllı İngiliz tiyatro, dizi ve film yazarı Dennis Kellynin Aşk ve Para adlı oyunu tam da bu çağın karanlık aynası gibi; modern bireyin duygusal enkazını, borçla kuşatılmış bir aşk hikâyesi üzerinden sahneye taşıyor.

Tiyatro Famın ilk oyunu olan yapımın yönetmeni Sercan Gidişoğlu, oyuncuları Alayça Öztürk Gidişoğlu, Tuba Karabey Özkök ve Tevfik Şahin ile Aşk ve Paranın fonunda; çalışmak için yaşamak mı, yaşamak için çalışmak mı? sorusuna neden hâlâ cevap bulamadığımızı konuştuk.

Ajandaya not düşmek isteyenler için oyunu: 1 Kasımda Boa Sahnede; 11 Kasımda Cihangir Atölye Sahnesinde; 26 Kasımda Pax Sahnede; 4 Aralıkta DasDasta; 6 Aralıkta Boa Sahnede seyredebilirsiniz. (Es notu: Oyunun sahne arkası emekçilerine gelince, çevirmen Zeynep Özden, yönetmen yardımcısı İpek Zeynep İlbeyli, ışık tasarımı Ayşe Sedef Ayter, müzik-ses-efekt tasarımı Mert Carim, video-görsel tasarımı Berkay Şatır, kostüm tasarımı Alayça Ö.

Gidişoğlu.

Röportaj fotoğrafları: Özgürol Öztürk.)  Çok filtresiz ve dürüst bir metin  Leonidas Donskis ve Zygmunt Bauman, birlikte kaleme aldıkları Akışkan Kötülük adlı kitapta şöyle diyor: İnsanlar, kullanılacak ve sonra atılacak tüketim malları olarak kabul ediliyor.

Günümüzde yaygınlaşan bir at gitsin kültürü yarattık.

Artık bu durum sadece sömürü ve baskıyla ilgili değil, yeni bir şey de söz konusu.

Dışlanma, nihayetinde, içinde yaşadığımız toplumun bir parçası olmanın ne anlama geldiğiyle ilgilidir; dışlananlar artık sadece toplumun alt sınıfı veya uçları ya da haklarından mahrum bırakılmış kimseler olmakla bırakılmıyorlar; onlar artık toplumun bir parçası bile değiller.

Dışlananlar, artık sömürülenler değil, toplum dışına itilenlerdir, artıklardır.

Üstatların tarifinden yola çıkarak, kişisel ve sanat / tiyatro hayatınızın kadrajından 2024-2025 yılı Z raporundan ortaya nasıl bir fotoğraf çıkar; uzun ve kısa vadede öngörünüz ne olur?

Sercan Gidişoğlu: Aslında bu çok derin bir tartışma.

Bence, bugün artık kimlerin dışlanan veya artık haline gelen kimlerin sömürülenler olduğu çok muallak bir hâl aldı.

Sınırları belirsizleşti.

Ben, Donskis ve Baumanın aktardığınız söylemi kadar dar bir çerçevede kalındığını düşünmüyorum.

Hepimiz bu tanıma yer yer uyabiliriz.

Bana daha ziyade toplum artık artıklardan oluşmaya başlıyormuş gibi geliyor.

Yani toplum dışına itilenlerden ziyade, toplumların çoğunluğunun dışlanan, yukarıdaki tabirle artıklaşan bireylerden oluştuğunu düşünmeye başladım. 2024-2025 yılına baktığımda da sadece bu coğrafyada değil, dünya genelinde böyle bir fotoğraf görüyorum sanki.

Uzun ve kısa vadede insanlığa dair bir öngörüm olmasa daha iyi olur sanırım, çünkü tüm öngörülerin çok hızla çökebildiği bir çağ.

Sadece yaşamak için çırpınıyoruz, öngörü biraz lüks kalıyor.

Sanat adına da çok büyük cümleler kuracak yetkinlikte olduğumu düşünmüyorum.

Bence, biz öngörüden ziyade bir şeyler üretebiliyorsak buna odaklanmalıyız.

Öngörü tarafı sanat tarihçilerine kalsın!

Gelelim, bir aşk hikâyesinden çok, bu çağın anatomisini anlatan, bizi çağdaş insanlığın en büyük kaybıyla yüzleştiren: Kutsalın, varlığın dışında bir şey olarak değil, bireyin yaşamının ta içinde bir şey olarak, daha yüksek bir varoluş mutluluğu, mutlak ve göreceli olmayan bir lütuf hali arayışını besleyen ateş olarak algılanmasının kaybını, özneleri olan Jess ve David üzerinden anlatan Dennis Kellynin Aşk ve Parasına Oyunla ve ekiple buluşma nasıl oldu?

Ve bu hikâyeyi Tiyatro Famın ilk oyunu olarak sahnede görmeye heves ettiren meramınız neydi?

Alayça Ö.

Gidişoğlu: Metni elime alır almaz, soluksuz okudum ve adeta vuruldum.

Sondan başa bir örgüyle yazılmış olması, 2006da kaleme alınmasına rağmen bugünün insanını anlatması, karakterlerin onları zorlayan koşullar altında verdikleri kararlar, yaptıkları seçimler beni çok etkiledi.

Çok filtresiz ve dürüst bir metin.

İnsanın zaaflarını kimseyi yargılamadan anlatması bana çok çekici geldi.

Oyunu ilk okuyuşumda, David rolü için kafamda hemen Tevfik Şahin canlandı.

İyi ki de öyle olmuş; müthiş derinlikli bir David portresi çıkardı.

Tevfik duyguları çok yüksek bir oyuncu.

Tuba Karabey Özkök hem sınıf arkadaşım hem de aynı sahneyi dört farklı oyunda beraber paylaştığım partnerimdi.

Tubaya hem oyuncu hem insan olarak çok güvenirim.

Aynı şekilde Sefa Tantoğlu da sınıf arkadaşım; hem çok sevdiğim bir arkadaşım hem de hayran olduğum bir oyuncu.

İkisi de çok kıvrak ve esnek oyuncular oldukları için birden fazla karakteri oynadığımız bu yapının içinde onlarsız bir Aşk ve Para düşünemiyorum.

Tiyatroyu, eşim Sercan Gidişoğlu ile beraber kurduk ve oyunu yönetmesi için de onu ikna ettim.

Sercan hem iyi bir izleyici hem de tiyatro insanı olarak oyuna çarpıcı yenilikler kattı.

Hikâyeyi sahneleme aşamasında hangi tür enstrümanları masaya yatırdınız?

Süreçte öncelikleriniz veya dikkat kesildiğiniz detaylar / notlar nelerdi?

Sercan Gidişoğlu: Yönetmen olarak sahnelemeyle ilgili boyutuna kısaca cevap vermeye çalışayım.

Sahneleme aşamasında öncelikle 2006da yazılmış metni bugünün teknolojisi ve tüketim alışkanlıkları üzerinden yeniden okumak, sahnelerin ve bütünün bağlamını bu doğrultuda tekrar belirlemek bizim için önemliydi.

Önceliğimiz bu oldu diyebilirim.

Daha sonra karakterlerin çoğu, oyunda sınırlı gösterildiğinden, onların hikâyelerinin bütününü, trajedilerini, motivasyonlarını, çaresizliklerini belirlemeye çalıştık.

Sonrasında, karakterlerin çoğu yalnızca bir sahnede yer aldığı için, bu hikâyeleri kısa sürede nasıl aktarabileceğimize odaklandık.

Son olarak da; seyircinin hikâyeyi kafasında bütünleştirmesine ve bizim de temel derdimizi daha net ortaya çıkartacak bir birleştirici unsur, bir sahneleme önermesi ya da çözümü bulmak oldu.

Bunu da izleyicimiz gelip oyunda görsün ve değerlendirsin!

Tevfik Şahin: Karakterimi araştırırken, birilerinin ölümüne sebep olmuş insanların belgesellerini izledim.

Onların itiraf anlarına dikkat etmeye çalıştım.

Kendi ruhunun tüketicisi olma  Çalışmak için yaşamak ve yaşamak için çalışmak diye bir şey var ve hangisinin doğru olduğunu hatırlayamıyorum diyen, modern insanın duygusal enkazını, borçla iç içe geçmiş bir aşkın karanlık anatomisini sahneye taşıyan Aşk ve Paranın meramı nedir?

Sercan Gidişoğlu: Aşk ve Para aslında tam bir modern toplum okuması bence.

Yazıldığı 2006da da öyleydi, şimdi daha da geçerli bir biçimde aynı güncelliği koruyan bir anlatı.

Soruda çok güzel ifade ettiğiniz gibi modern insanın duygusal enkazını anlatıyor.

Modern çağın dinamikleri, üretmek ile bağı neredeyse tamamen kopmuş biçimde tezahür eden tüketim hastalığını / çılgınlığı, duyguları bütünüyle yaşamaya ve saf insan iletişimine sabır ve zaman kalmaması, hız çağında gerçekten yaşamak yerine, duyguların hızlı ve sanal kopyalarını yaşamaya mecbur bırakılmak ve buna karşı direnme gücünün de gitgide kaybolması sonucu modern bireyin içine hapsolduğu çaresizliği ve boşluğu anlatıyor Aşk ve Para; en azından bizim sahnelediğimiz oyunun anlatmaya çalıştığı şey, meramı bu.

Günümüz kadrajında, bu hikâye ve karakterleri nereye ve kimlere denk düşüyor?

Ve sisteme eleştirisini hangi tondan ve renkten yapıyor?

Alayça Ö.

Gidişoğlu: Benim gözlemime göre, modern toplumda kişi özgür değildir, aksine önüne seçenekler sunuldukça özgürleştiğini düşünen kişi giderek köleleşir ve aynılaşır.

Sosyal medyanın bu kadar güçlü, tüketmenin bu kadar kolay olduğu bir sistemin içinde yaşıyoruz.

Hem eşyayı hem kişileri tüketiyoruz.

İstediğimiz an istediğimiz şeye ulaşabiliyoruz.

Oyun sistemi eleştirmiyor, ortaya koyuyor.

Karakterler de öyle.

Bugünün dünyasında herkes bir şeylerin ve en sonunda da kendi ruhunun tüketicisi olma yolundayken, bu oyunun karakterlerinin tam olarak modern insanla örtüştüğünü düşünüyorum.

Metinle ilk tanıştığınızda okurken, prova ederken, sahnelerken yaşadığınız ilginç, absürt veya bu da varmış dediğiniz neleri tecrübe ve yeniden teyit ettiniz; ya da şu an aklınıza gelen, tebessüm ettiren veyahut hüzünlendiren neler oldu bu süreçte?

Sercan Gidişoğlu: Ben prova sürecinin tamamını çok keyifli geçirdim, çünkü birlikte çalıştığım ekip çok iyiydi.

Bir gün Sefanın yaptığı bir doğaçlamaya o kadar güldüm ki oturduğum sıradan düştüm!

Alayça Ö.

Gidişoğlu: Arkadaşlarımı provalarda hayranlıkla seyrederken birkaç kez kendi repliğimi kaçırdım!

Türkiye tiyatrosunun da yakın kadrajında olan Dennis Kelly dünya çapında tanınan bir isim.

Yazılarının zenginliği, gündelik hayatın trajik yönlerinin paradoksal alaycı anlarla ustaca harmanlanmasını ortaya koyma becerisinde yatıyor.

Bir nevi hayat gibi Bu bağlamda sorum: Kellynin metni oldukça parçalı ve zamansal olarak ters akıyor.

Bu yapıyı sahneye taşırken hangi dramatik veya görsel güzergâhı uyguladınız?

Sercan Gidişoğlu: Dediğiniz gibi, seyircinin günümüzde alıştığı yapıdan biraz farklı olduğu için aslında hem sahnelemesi hem de -izleyici için- takip etmesi zor olabilecek bir metin.

Biz sahneleme kararını alırken bu gerçekle başa çıkmak durumundaydık.

Bu sebeple oyunu ve sahneleri birbirine bağlayacak bir üst yapı kurmak istedik.

Bunu yapmak için de iki temel yola başvurduk.

Birincisi, oyuncular ve oyunculuk üsluplarıyla ilgili seçimlerdi; baş karakterimiz Davidin etrafını çevreleyen diğer karakterleri aynı oyuncular tarafından aynı konsept kostümlerle oynanan karakterler olarak kurguladık.

İkincisi, anlatım stratejisi olarak da sahnedeki oyuncu dışındaki diğer etmenleri –ses, müzik, ışık ve görüntü– bu kurmak istediğimiz üst yapıyı ve temel mesajı daha kuvvetle vurgulamamıza yardımcı olacak şekilde kullanmaya çalıştık.

Bu bağlamda, bizim oyunumuzda 4 oyuncu var ama, müzik, ışık ve görüntüler de aslında birer oyuncu; yani daha kalabalık bir kadroyuz denebilir!

Yaşadığımız tüm gerçekliğin özeti  Yazar, tüketim çağında duyguların da metalaştığını söylüyor.

Sizce bu oyun, aşkın bile ekonomik bir değere dönüştüğü bir dönemin portresi olabilir mi?

Ve oyun, modern çağın borç kavramını neredeyse varoluşsal bir meseleye dönüştürüyor.

Sizce borç, artık yalnızca ekonomik değil, ruhsal bir yük haline mi geldi?

Sercan Gidişoğlu: Kesinlikle öyle.

Yaşamak bir borç oldu artık neredeyse.

Hepimiz çok yüklü borçlarla yaşıyoruz, her anlamda Alayça Ö.

Gidişoğlu: Sistem bize daha iyi, daha güzel, daha fit, daha zengin ve en acısı daha mutlu olmayı dayattığı için borcu hissediyoruz.

İhtiyacımız olmayan kıyafetlerden tutun da sırf mutlu olmak, anın ruhuna uymak için kurduğumuz ilişkilere dek, sistem bizi ihtiyacımız dışı tüketime zorluyor.

Bu anlamda Aşk ve Para tam da günümüz insanının trajedisi diyebiliriz.

Kişisel gelişim adı altında sunulan paketlerden tutun tüm tüketim siteleri bizi daha olmaya zorladıkça ruhumuz ve cüzdanımız borçla savaşmaya devam edecek.

Oyunda en sevdiğiniz bölüm, replik hangisi ve neden?

Alayça Ö.

Gidişoğlu: Çalıştığın her günün insan kanlarının içinde yüzmek gibi olmadığını hissetmek istiyorsunuz.

Tuba Karabey: Çalışmak için yaşamak ya da yaşamak için çalışmak hangisinin doğru olduğunu tam olarak hatırlamıyorum repliği en sevdiğim replik.

Çünkü yaşadığımız tüm gerçekliğin özeti bence.

Tevfik Şahin: Hastane sahnesini seviyorum.

O sahneyi izleyenlerin yanındaki eşlerine ya da sevgililerine, İşte aynı sen, sen de böylesin demeleri, çok gerçek olması.

Oyun sonrası usumda dönüp duran Alejandro Néstor García Martínezin -ki oyunun da fonu olduğunu düşündüğüm- Tüketici Toplumunda İnsan Olmak kitabından şu bölümdü: Tüketim, günümüz toplumunun temel bir unsuru Tüketim sadece araçsal bir eylem değil; aynı zamanda bireylerin kimliklerini tanımladıkları, sürdürdükleri ve yeniden ürettikleri ifade edici ve ilişkisel bir eylemdir Burada her şey -potansiyel olarak- tüketilebilir, hatta insan kişi bile.

Peki, sizin oyunu yaratım ve provalar boyunca, fonunuzda veyahut kafanızda sürekli dönen, dolaşan neydi?

Sercan Gidişoğlu: Açıkçası bu bahsettiğiniz tüketim kültürü meselesi bizim de zaten bu oyunu yaparken ki temel çıkış noktamız ve tüm prova süreci boyunca hep bu meseleyi kendimize izlek yaptık.

Kafamızda hep bu vardı diyebilirim.

Bir de aslında bu durumun yarattığı içinden çıkılamaz boşluk ve çaresizlik hissi.

Tesadüf bu ya, hayat verdiğiniz karakter(ler)le aynı ortamlardan tanışsınız.

Hayat hikâyelerini de bir şekilde biliyorsunuz.

Ve bir vakit de aynı masalarda kelama düşüyorsunuz; onlara bir cümleniz olsa, bu ne olurdu?

Tuba Karabey: Para günümüzde evet çok önemli ama daha önemli şeyler var.

Adalet bunlardan biri.

Ve herkes kendi içinde adil olmayı başarabilirse daha şefkatli bir dünya mümkün.

Sıradan insanların etkileyici hikâyeleri  Tiyatro Fam kimlerden oluşuyor; tiyatroda derdi nedir?

Aşk ve Para metninden yola çıkarak tiyatro peşrevinize belli bir rota çizdiniz diyebilir miyiz?

Bundan sonrası için hedef nedir?

Alayça Ö.

Gidişoğlu: Henüz çok yeni bir topluluk olarak öncelikli amacımız Aşk ve Para oyununu hakkıyla oynamak ve daha çok seyirciye ulaştırmak.

Bu topluluğu Sercan ile birlikte kurduk belki ama oyunu tüm ekiple birlikte ürettik ve seyirciyle buluşturduk.

Bir sonraki projemiz ne olur bilemiyorum ancak bir sonraki projeyi de yine bu ekip ruhuyla ortak üretmek niyetindeyiz diyebilirim.

Aşk ve Para sıradan insanların trajik ve etkileyici hikâyelerini sahneye taşıyan bir metin.

Sanat, insanı anlamlandırma çabasının bir parçasıysa eğer biz de basit, sıradan gibi görünen hayatların içsel hezeyanlarını seyirciye yansıtan oyunlar yaparsak seyircimizle ve kendimizle daha güçlü bir bağ kurabiliriz belki de.

Son zamanlarda sizi etkileyen veyahut iyi gelen oyun, film, albüm / şarkı, sergi, kitap veyahut bir fotoğraf karesinden neler var; paylaşırsanız bizler de nasiplenelim isteriz?

Alayça Ö.

Gidişoğlu: Rebekka Endlerin (İletişim Yay., çev.

Çiğdem Canan Dikmen) Eşyaların Patriyarkası kitabından çok etkilendim.

Dünyanın bugün geldiği, getirildiği yeri anlamak için eğlenceli bir bakış açısı sunuyor.

Eşyalara ve tasarıma hâkim olan erkek dünyasının kadının gücünü nasıl sınırladığı üzerine kafa açıcı bir metin.

Tuba Karabey: En son izlediğim (yaratıcısı Ian Brennan olan) Canavar: Ed Gein'in Hikâyesi ve başrolü Charlie Hunnam, çok iyi bir oyunculuk.

Tevfik Şahin: (Oyun Atölyesi) Kızlar ve Oğlanlar (yine Dennis Kellynin) oyununda Özlem Zeynep Dinselin performansını ve Selçuk Metinin Ferhan Şensoyun hayatını anlattığı Ferhangi Bir Yaşam belgeselini söyleyebilirim.

İlgili Sitenin Haberleri