Haber Detayı

‘Kendi hayatım bana çok ilginç gelmiyor’
Kelebek hurriyet.com.tr
02/11/2025 00:00 (1 ay önce)

‘Kendi hayatım bana çok ilginç gelmiyor’

Onu ‘Beyaz Gelincik’ dizisiyle tanıdık. Ekranlarda, tiyatro sahnesinde çok konuşulan performanslar sergiledi. Başarılı oyuncu Sezin Akbaşoğulları’nı bu kez İstanbul Tiyatro Festivali kapsamında sahnelenecek ‘Dem’de izleyeceğiz. Bir fotoğrafın izini sürerken kendi hikâyesini de yeniden keşfeden bir ‘kadın’ı canlandıracak oyuncuyla bir araya geldik.

Adı bile ol(a)mayan kahramanların başrolde olduğu bir oyun ‘Dem’.

Tarık Yüce’nin yazdığı, Yiğit Sertdemir’in yönettiği oyunda hikâye, isimsiz kahramanların Çiçek Pasajı’nda bir meyhanede denk gelişiyle başlıyor.

Kayıplarının peşine düşen üç farklı karakter: Bir ‘kadın’, bir ‘adam’, bir de ‘bulaşıkçı kız’...

Herkesin kendi hayatına dair iz aradığı o gecede, kaybolan hafızayı yeniden kurgulayanlardan biri de ‘kadın’...

Sezin Akbaşoğulları’yla hafızaya, kadınlığa, unutmanın ve hatırlamanın önemine dair konuştuk.- ‘Dem’, ‘İstanbul Mon Amour’ projesinin son etabı olarak sahnelenecek.

Nedir bu proje?‘İstanbul Mon Amour’ projesi, İstanbul Tiyatro Festivali’nde yeni klasikleşen bir bölüm olarak tanımlanabilir.

Üç yıl önce Işıl Kasapoğlu’nun başlattığı proje bu yıl da Kumbaracı50 ekibi tarafından düzenlenecek.

Üç bölümden oluşuyor, ‘Dem’ de son ayağı.- Türkiye’nin ilk kadın stüdyo fotoğrafçısı Maryam Şahinyan’dan ilhamla hazırlanmış bir iş, değil mi?

Evet, bütün hikâyelerin ortak noktası İstanbul ve Maryam Şahinyar.

Onun hayat hikâyesinin ekseninde dönüyor.

Kendisinin inanılmaz bir İstanbul arşivi ve çok kıymetli işleri var.

Bu projede de hayatının farklı dönemlerinin alternatif mekânlar üzerinden işlendiğini görüyoruz.- ‘Dem’ nasıl bir oyun?Proje kapsamındaki diğer oyunlar gibi Maryam odaklı bir hikâye.

Geçmişin ve geleceğin birbirine karıştığı; mekân, hafıza, bellek etrafında örülü bir kurmaca.

Kendi kimliğini arayan karakterlerin odakta olduğu ve hikâyelerini anlattığı bir oyun.- Sürece dahil oluşunuz nasıl gerçekleşti?

Kumbaracı50 ekibi ve yönetmenimiz Yiğit Sertdemir vasıtasıyla dahil oldum.

Daha önce 2015 yılında Yiğit’in yönettiği ‘Soytarım Lear’ oyununda çalışmıştık.- Karakterlerin hiçbirinin  adının olmaması çok dikkat çekici.

Oynadığınız karakterin adı da yalnızca ‘kadın’.

Bunun sebebi nedir sizce?

Bu insanların isimlerinin bile elinden alınmış olması olabilir.

Birçok insan isimlerini değiştirmek zorunda kalabiliyor bu hayatta.

Gerçek ismini, kimliğini kullanamıyor.

Buraları işaret eden bir tarafı var bana kalırsa... - İsimlerinin elinden alınmış olması dediniz...

Bahsetmek istediğim şey şu; bazı durumlarda kendini topluma kabul ettirebilmek için, hayatını diğer ‘normal’ insanlar gibi yaşayabilmek, işini gücünü yapabilmek için kendinde otantik olan tarafları gölgeleyebiliyorsun.

Bu da kişinin karakterinden ve kimliğinden birçok şey götürüyor.

İsmini bile...- Ne yapmak gerekiyor böyle bir durumda?Biraz düşünmek, sorgulamak gerekiyor.

İnsanların kendilerine özgü kalmasına izin vermek gerekiyor.- Oyunda geçmişle ilgili temalar var.

Sizin geçmişle ilişkiniz nasıl?

Geçmişte yaşayan biri değilim.

Klasik bir soru vardır “Hangi zamanda yaşamak istersin” diye.

Cevabım her zaman için ‘gelecek’tir.

İnsanoğlu zaten çok gaddar bir yaratık.

Geçmişe gittikçe bu gaddarlık daha da artıyor.

Belki gelecekte durum farklıdır.- Oynadığınız ‘kadın’ nasıl biri?Bugünden bir karakter.

Annesinin fotoğrafını arıyor.

Geçmişi arıyor çünkü annesinin mutlu olduğunu söylediği tek zaman geçmişte.

O da o mutlu anın peşine düşüyor.

Böylece kendi içindeki mutluluğa doğru bir yolculuğa çıkacak.

Kökleriyle ve geçmişiyle bir barış sağlayacak.- Günümüzde kadınlar hâlâ kendilerinden önceki kuşakların yarım bıraktığı hikâyeleri mi tamamlamaya çalışıyor sizce?Evet, galiba öyle...

O yarım kalmışlık, o bastırılmış duygular bir sonraki nesilde başka biçimlerde ortaya çıkıyor.

Bir önceki kuşağın susturduğu öfke, bizde daha büyük bir şekilde kendini gösterebiliyor.- Annesiyle barışması mümkün oluyor mu?

Bir çatışma yaşıyor kendi içinde.

Var olabilmek adına yaşadığı bir çatışma.

Annesiyle ilişkisini düzeltmesi gerektiğine inandığı için kendini Çiçek Pasajı’nda bir meyhanede buluyor.

Orada başkalarının hikâyelerini dinliyor, zaman kırılıyor, sazlar çalıyor, annesiyle yüzleşiyor.

Annesinin neden o kadar öfkeli olduğunu anlıyor sonunda.- Annesiyle nasıl bir ilişkisi vardı sizce?

Sevgi görmediğini düşündüğüm bir geçmişi var.- ‘Kadın’ karakterinin içinde olduğu görünürlük mücadelesini gerçek hayattaki kadınlar en çok hangi alanlarda veriyor?

Bence her alanda...

Annelikte, aile içinde, meslek hayatında, ilişkilerde...

Kadın için varlık ve kimlik mücadelesi hep var sanki.- Sizce kadın oyuncular en çok neler yaşıyor peki?Herhalde en çok dış görünüşleriyle, fiziksel görünümleriyle ilgili zorbalığa uğruyor kadın oyuncular.

Sa- dece oyuncularla sınırlamak da yanlış.

Zorbalık, taciz toplum içinde her kadının kâbusu diyebiliriz.

Yeni jenerasyonun uğradıkları zorbalıklara karşı artık daha çok ses çıkarabilmesi çok kıymetli.

Bizim dönemimizde sana yapılan bir haksızlığı, tacizi dile getirmek ‘ayıp’ sayılırdı.

Ya da kendini rezil etmek gibi düşünülürdü.

Şimdi o sessizlik biraz kırılıyor.- Bir yandan ‘Martı mıyım?’ oyununuz da devam ediyor...

Evet, ikinci sezonumuzdayız.

Çok büyük bir zevkle oynuyoruz.- Yakın zamanda başka bir projeyle görecek miyiz sizi?Bir festival filmimiz var. ‘İskeletin Çöpçüsü’ adında.

Çok güzel, çok heyecanlandığım bir bir senaryo. 2026’da vizyona girecek. ‘Çok utangaç biriyim’- Oyunda başkarakterin hikâyesi bir fotoğrafın izine düşerek başlıyor.

Sizin de peşine düşecek kadar sakladığınız, özel bir fotoğraf ya da eşya var mı?Peşine düşülecek kadar bir şeyim yok açıkçası.

Ama bazı fotoğraflar, mektuplar, küçük objeler vardır benim için anlamlı olan.

Yıllardır sakladığım, küçük bir kutumda tuttuğum şeyler… Onlar kıymetlidir ama oyundaki gibi travmatik bir hikâyeye bağlı değil tabii.- Sizi magazinde görmüyoruz.

Hatta sizi sahne dışında tanımak çok da kolay değil…Aslında biraz utangaç biriyim.

Televizyon programlarına çıkıp kahkahalarla konuşmak, espriler yapmak bana hep zor geldi.

Oyunculuğa başladığım yıllarda şöyle bir düşüncem vardı: Seyirci, oyuncunun nasıl biri olduğunu çok bilmemeli ki onu sahnede gerçekten inanarak izleyebilsin.

Bu düşünce artık biraz eskidi tabii, çünkü çağ değişti, sosyal medya var.

Artık insanlar oyuncunun kim olduğunu da merak ediyor.

Ama ben hâlâ kendi derdimi anlatmaktansa başkalarının hikâyelerinde var olmayı daha çok seviyorum.

Kendi hayatım bana çok ilginç gelmiyor açıkçası; beni heyecanlandıran, oynadığım karakterlerin dünyasına girmek.

İlgili Sitenin Haberleri