Haber Detayı
Ekmekten giyotine; ihtilal yolunda sofranın kaderi I A. Çağrı Başkurt yazdı
Ekmek yoksa devrim var! Fransız İhtilali'nde gıda kıtlığı sarayı giyotine sürükledi. Balonlar uçarken fırın kuyrukları uzadı, kadınlar Versailles'ı bastı. XVI. Louis'ten Cumhuriyet'e uzanan açlık destanı. Çok yaşa Cumhuriyet!
Yaşasın Cumhuriyet!Kıymetli okurlar,Cumhuriyet, millet iradesinin hâkim olduğu ve yönetimin kişilerin keyfine değil, hukuk ve aklın rehberliğine dayandığı bir yönetim şeklidir. 29 Ekim’de ilan edilen bu büyük devrim, halkın yönetime katılmasını, doğruyu söyleme ve hakkı savunma cesaretini besleyen bir anlayışın doğuşunu simgeler.
Çünkü tarih boyunca sarayların ve tek adam yönetimlerinin çevresinde doğruluğun gizlenmesine yol açan hırs ve çıkar, milletin söz sahibi olmasıyla aşılmaya başlanmıştır.
Cumhuriyet, bireye sorumluluk yükler; adalet, şeffaflık ve eleştiri kültürü olmadan bir devletin güçlenemeyeceğini öğretir.
İşte bu yüzden, geçmişteki yanlışları görmek, cesaretle uyarmak ve doğrulukta sadık kalmak, bugün de milletlerin en büyük vazifesidir.
Tarihin bize bıraktığı bu öğütler, Cumhuriyet’in değerini daha iyi kavramamızı sağlar.“Padişahların sarayına en güç giren şey doğruluktur!
Onların çevresini sarmış bulunan kimseler, doğruluğu kendilerinden bile saklarlar.
Çünkü, bunlar, gözlerini olanca hırsları ile diktikleri hükmetme ve hükûmette bulunma lezzeti içinde ve bunun tam ortasında yaşadıklarından, halkın çekmekte olduğu türlü sıkıntıları, eziyetleri yine o halkın tembelliğinin sonucudur şeklinde yorumlarlar.
Öte yandan, bu tipteki adamlara göre, devletlerin güçten düşmesi, zayıflaması ve gerilemesi tarihin ve tabiatın değişmez kanunları gereğidir.
Bunun önüne geçmeye imkân yoktur ve kadere boyun eğmek en tabii yoldur.
Birtakım asılsız ve saçma hayallere saplanmaksızın, doğruluğu görmek için, cesaretli bir sadakat lâzımdır.
Hele, doğru olanı bir padişaha anlatabilmek için çok daha fazla cesaret ve sadakat gereklidir.” Mustafa Fâzıl Paşa’nın Sultan Abdülaziz’e hitâben Paris’ten kaleme aldığı mektup işte bu sözlerle başlıyordu.
Sözleri kaleme alan Fâzıl Paşa ise de bu sözleri kaleme aldıran tarihin tâ kendisi idi…Tuileries Sarayı'nda BalonBALONLAR UÇAR, SOMUNLAR EKSİLİREfendim sözü Paris’ten açtık ya aklımıza hemencecik Hoca Tahsin Efendi’nin “Paris’e git bir gün evvel, akl u fikrin var ise; âleme gelmiş sayılmaz gitmeyenler Paris’e” beyiti geldi.
Gelmesine geldi ama akıl, âlem içinde pazarda satılır değildir ya!
Kimi yapar kimi yıkar bir iştir ki âlem hakikat değildir ya!
İnsanoğlunun fezâya eriştiği zamanımızda uçmayı ağza almak pek kolay iştir.
Ancak tarihin daha erken zamanlarına ait sayfaları araladığımızda bu işin ne kadar kabul edilemez olduğu hatırdan çıkmamalıdır.
Nitekim tarihler 1 Aralık 1783'ü gösterdiğinde Tuileries Sarayı harika bir olaya tanıklık ediyordu.
Sarayın bahçeleri, Jacques Charles ve Robert kardeşler tarafından bir hidrojen balonuyla havacılık tarihinde gerçekleşecek ilk insanlı uçuş olayının başlangıç noktasıydı.
Kral XVI.
Louis’nin de tanıklık ettiği uçuşta Tuileries’den hareket eden balon, yolcularını tam 30 mil mesafe öteye değin başarıyla taşımıştı.
Lakin zamanın ve mekânın başka kat ediş planlarının olduğunu kim bilebilirdi ki?XVI.
LouisTAHILIN HESABI, HALKIN AŞIBalon göğe yükselirken, saray duvarlarının ötesinde fırın önlerinde kuyruklar uzuyor, Parisli bir somun ekmekle koca bir günü kurtarmaya çalışıyordu.
Şehrin nabzı artık saray saatleriyle değil, sabahın ilk ışığındaki “hamur yoğurma” sesiyle atıyordu.
Malumdur ki tahmin edilebileni tahmin etmek de etmemek de bir tercihtir!Meşhur “Fransız İhtilali”ne değin tüm 18. yüzyıl boyunca Fransa nüfusu tahmini olarak 21 milyondan 28 milyona yükselmişti.
Paris nüfusunun yaklaşık üçte birine denk gelen 600.000'den fazla kişi artık düzenli işi olmayan kimselerdi.
Fransa sınırlarındaki gıda üretimi bu rakamlarla aynı ivmeyi yakalayamadığı için olup bitene ayak uyduramamıştı. 1770 ile 1790 arasında ücretler %22 artmasına rağmen, aynı dönemde fiyatlar %65 artmıştı.
Vergi sisteminin doğru düzende işlememesi; yönetici sınıfın kendi menfaatlerinin dışındaki reformları ağırdan almaları hatta hiç yönelmemeleri; hasatta yaşanan düşüş ve neredeyse durma noktasına erişmesi aşılamıyordu.
Artan borçlanma göz önüne alındığında bütçe çıkmazından çıkmak için belirlenen yol, vergileri daha fazla artırmadan paranın değerinin düşürülmesi ve böylece hiç değilse zaman kazanılması idi. 1787 senesine gelindiğinde ise Fransa’nın artık nur topu gibi bir enflasyonu vardı.
Üstelik kontrolden de çıkmıştı.
Öyle bir çıkış ki iki seneye kalmadan kırsal köylülerin satacak bir şeyi kalmamasını buna karşılık şehir proletaryasının da satın a1ma gücünün bütünüyle çöküşünü beraberinde getirmişti.Üç ZümreMEŞVERETİN GÖRÜNMEZ MİSAFİRİ: EKMEKTahıl ambarı ile pazar tezgâhı arasındaki yol uzadıkça, söylentiler kısaldı: “Unu saklıyorlar!” Ekmek artık yalnızca karbonhidrat değil, gündelik siyasetin ölçü birimiydi.
Somunun ağırlığı hafifledikçe öfkenin ağırlığı arttı.
İşlerin içinden çıkmayı mümkün görmeyen Kral XVI.
Louis’nin aklına beklenmedik bir şey geldi: États Généraux yani “Genel Meclis”i meşverete çağırmak… États Généraux ilk defa 1302 senesinde Kral IV.
Philip’in Papa VIII.
Boniface ile olan anlaşmazlığına çözüm getirmek için yine kralın isteği üzerine bir araya gelip çözüm aramışlar, son kez de 1614 senesinde IV.
Henry’nin ölümünün ardından yaşanan karışıklıkları ortadan kaldırmak için bir araya gelmişlerdi.
Bu meclis, din adamları, soylular ve halktan oluşan üç ayrı temsil gücünü içinde barındırmaktaydı.
Birinci ve ikinci zümre doğrudan kral tarafından seçilirken, üçüncü zümrede yer alacaklar seçim neticesinde belirlenirdi.
Birinci ve ikinci zümre nüfusun %5’i kadarını temsil etmelerine rağmen pek çok ayrıcalığın sahibiydiler.
Dahası alacakları kararlarla üçüncü zümreyi tamamen etkisiz kılabilmekteydiler.
İlk zümre 100.000 Katolik din adamından oluşuyordu ve Fransa'daki toprakların %5-10'u onların kontrolündeydi.
Bir başka deyişle bu durum herhangi bir mülkün kişi başına düşen en yüksek oranını ifade etmekteydi.
Tüm mülklerin vergiden muaf olmaları ise büyük bir imtiyazdı.
İkinci zümre, kadınlar ve çocuklar da dâhil olmak üzere 400.000 kişilik bir soylu sınıfı temsil etmekle kalmıyor, arazilerin de %25’ini kontrol ediyordu.
Devrim zamanına değin, seçkin hükümet hizmetleri, kilisede, orduda ve parlamentolarda daha yüksek makamlar ve diğer birçok kamu ve yarı-kamusal onur üzerinde neredeyse bir tekele sahiplerdi.
Feodal emsal ilkesi uyarınca vergilerden muaftılar.
Üçüncü zümre yaklaşık 25 milyon kişiden oluşuyordu.
Burjuvazi, köylüler ve Fransa'daki diğer herkes bu zümrenin mensubu kabul ediliyordu.
Birinci ve ikinci zümrenin aksine, üçüncü zümre vergi ödemek zorundaydı.
Buna rağmen burjuvazi zaman içinde bazı yollara başvurarak birtakım muafiyetler sağlamayı başarmıştı.
Bu durum üçüncü zümrenin geri kalanının yükünü daha da artırmıştı.
Dolayısıyla çiftçiler, köylüler ve çalışan yoksulların kızgınlığı beyhude değildi…Versailles'da Zümreler ToplantısıSINIFLARIN SOFRASI5 Mayıs 1789’da bir araya gelmesi planlanan États Généraux, içinde bulunulan durumun hassasiyetine uygun bir atıf olarak Paris yerine Versailles Kasabası’nda toplanmayı uygun görmüştü.
XV.
Louis devrinde inşa edilen Menus-Plaisirs du Roi meşveret mekânı olarak belirlenmişti.
Fakat meşveretin ilk günü gösterdi ki birinci ve ikinci zümre olayı hakkıyla idrak edememişlerdi.
Bu sebeptendir ki kendileri müstakil odalarda toplanırlarken, “yalnızca toprak sahiplerinin vekil olarak oturabileceği”ne hükmedilerek üçüncü zümre çoktan göz ardı edilmişti bile…Üçüncü zümre bu defa dönüşü olmayan bir yolda olduklarını biliyorlardı.
Öyle olmasa kendilerinin varlığının bütünüyle tanınması için ayak direyip, 10 Haziran’da tek bir vücut hâline gelip États Généraux’ya oturamazlar; 17 Haziran’da kendilerini ortaya koyup, iki gün sonra da birinci zümrenin 100’den fazla üyesini kendilerine dâhil etmeyi ve “Ulusal Meclis” ilanını başaramazlardı.
Hâl böyle olunca da meşveretin bu görünmez masasında bir somun duruyordu: “Ekmek kimindir?” Ne var ki cevabı kimin verdiği değil, kimin yediği belirleyecekti.Marie Antoinette ve ÇocuklarıTAHIL ZİNCİRİNİN PAS TUTUŞUÜçüncü zümrenin beklenmedik şekilde ortaya çıkardığı Ulusal Meclis’in, birinci ve ikinci zümre mensuplarının tamamını kendilerine katılmaya çağırması ve gelseler de gelmeseler de mevcut katılımla ortaya konulacak değişimlerin yasalaşarak zaruri olacağını haber vermişlerdi.
Bu da XVI.
Louis için tehlike çanlarının çalmaya başladığı mânâsına geliyordu.
Neyse ki bu durumu idrak etmekte gecikmeyen kral, bir bahane ile mekâna ihtiyacı olduğunu ileri sürerek meclisin toplanacağı Salle des États'ı kapatmıştı.
Fakat ne çare… Meclis 20 Haziran’da yine Versailles’de ancak bir tenis kortunda toplanmayı uygun görmüştü...Anlayacağınız üzere kral kılıcını gönlünce çekince, meclis de kılıcını cesurca çekmekte gecikmemişti.
Meclis yeni anayasanın kabulüne değin yerlerini muhafaza edeceklerini krala ve muhataplarına haber verdiğinde Fransa bir anda ayağa kalkmıştı.
Ulusal Meclis şaşkındı.
Kral daha da şaşkındı.
Başkent Paris olmak üzere tüm şehir, kasaba ve köyler birer birer Ulusal Meclis’e desteklerini ilan ediyorlardı. 27 Haziran’a kadar birinci zümrenin çoğu artık Ulusal Meclis’in bir parçasıydı.
Kral geri adım atmalıydı, öyle de olmuştu… 11 Temmuz’da başbakanın görevden alınması ve akabinde Kral XVI.
Louis’nin İsviçreli Muhafızlar’ı kullanarak meclisi zorla dağıtacağı şayiasının yayılması üzerine meclis daha da erken davranarak 12 Temmuz’da süresiz olarak oturuma girmişti.Bastille BaskınıTERAZİYE DÜŞEN MIZRAKSarayın kapısına asılan kilit, pazardaki teraziyi daha da şaşırtmıştı.
Kilit vurulan salonlar, kilit vurulan un ambarlarıyla aynı şüpheye uğramıştı. 13 Temmuz’da halk sokakları çoktan doldurmuştu.
Kral, ordunun sokakları derhal boşaltmasını emretmişse de kraliyete bağlı askerler bu emre itaat etmeyeceklerini bildirmişlerdi.
Bir gün sonra ise askerler halkla birleşerek, Bastille’ye hücum etmekten çekinmemişlerdi.
Bastille Valisi Bernard-René de Launay ve destekçileri, birkaç saatlik çatışmanın ardından teslim olmuşlar ve idam edilmişlerdi.
Valinin başı bir mızrağa takılarak ganimet gibi şehirde dolaştırılmışlardı…Bastille Kalesi’nin akıbeti de valinin akıbetinden farksız olmamıştı.
Kale zafer ve devrim yürüyüşünün ilk nişanesi olarak kısa bir süre içinde yerle bir edilmişlerdi.
Kral XVI.
Louis’nin bazı yeni atamaları gerçekleştirip, beraberinde 100 milletvekili ile 17 Temmuz’da Versailles Sarayı’ndan Paris’i ziyaret etmesi de bir işe yaramayacak, “Fransızların Babası” ve “Özgür Bir Halkın Kralı” tezahüratları, XVI.
Louis'in saltanatını kurtarmaya yetmeyecekti. 22 Temmuz'da eski Maliye Bakanı ve oğlunun Paris sokaklarında linç edilmesi bunun bir tezahürü olacaktı.
Halkın Özgürlük Yürüyüşü YALNIZLIĞA SERENATFransa’da esen devrim rüzgârları, hiçbir tayinin devrime mâni olamayacağını fısıldıyordu.
Milislerin oluşmaya başlamasının akabinde “la Grande Peur” olarak bilinen tarım ayaklanması Bastille baskını sonrasında giderek artan harareti daha da körükleyerek derecenin birkaç basamak artmasına neden olmuştu.
Eski kanun ve düzen çökmüştü.
Aristokrat mülkiyetleri zapt edilmişti.
Soyluların ekseri çoktan ülkeden kaçmıştı.Kral yalnızlığına terk edilmişti...Ağustos gelip çattığında ise ilan edilen kararnameler feodalizm, kilise ondalıkları ve soylu muafiyetlerine elveda demenin zamanı geldiğini haber veriyordu.
Alt komite tarafından hazırlanan İnsan ve Vatandaş Hakları Bildirgesi meclis tarafından onaylanmıştı ve 26 Ağustos'ta bir ilke beyanı olarak yayınlanmıştı. 10 Eylül’de erteleyici veto hakkına dair bir oylama yapılmış ve kralın bir yasanın uygulanmasını erteleyebileceği ancak süresiz olarak engelleyemeyeceğine dair mutabakata varılmıştıVersailles'da ZiyafetZİYAFET İLE KITLIK ARASINDA Köylünün ondalıkla alınan taneleri geri döndükçe, ekmek ilk kez gerçekten “halkın malı” sayılmaya başlamıştı.
Tahılın efendisi değişince sofranın sahibi de değişmekte tereddüt etmemişti.
Hani “Aça dokuz yorgan örtmüşler, yine uyuyamamış.” derler ya, işte üçüncü zümrenin hâli de o misaldi.
Monarşinin artık kaygan bir zeminde yol aldığı âşikâr olsa da odaklanılması icap eden tek şey bu olmamalıydı.
Tarım ayaklanmasının haklı nedenleri bir an evvel gündemi işgal etmeliydi.
Lakin beklenilen yahut beklenilmeyen ilerleme aşamaları gıda meselesinin hâlledilmesi hususunda hayal kırıklığına neden oldu ve Paris'te halk arasında huzursuzluğa yol açmıştı.Kötü hasadın ardından, 1774'te tahıl piyasasının XVI.
Louis'nin Maliye Genel Denetçisi Turgot tarafından kuralsızlaştırılması 1775'te Fransa’da yaşanan “Un Savaşı”nın ana nedeniydi.
Bu meselenin esas olarak üçüncü zümreyi etkileyeceği kesindi.
Gerçek anlamda kıtlık neredeyse yalnızca bu zümrenin korkusuydu.
İktidarın fakirleri daha da aç bırakmaya meylettiği ve böylece nüfusu azaltarak kendilerini geleceğe taşımak istedikleri bunun için bir “Kıtlık Anlaşması" dahi imza ettikleri şayiaları kolaylıkla yayılmıştı.
Yiyecek kıtlığına dair şayialar henüz Nisan ayında birtakım isyanları beraberinde getirmişti.
Fakat şimdi halkın arasında kulaktan kulağa yayılan şayialar onları aç bırakmak için buğday mahsullerini yok etme planlarını içeriyordu; tüm korkular çoktan aynı havanda dövülmeye başlanmıştı bile…Kadınların Yürüyüşü OBUR SEKS PARTİSİ1789 yazı bir korku yazıydı.
Ekim ise isyan ağacının yapraklarını Kral Louis ve ailesinin üzerine döküleceği mevsimlerin habercisiydi. 1 Ekim’de Flanders Alayı, kraliyet korumasını güçlendirmek için Versailles Sarayı’na geldiğinde ortalık biraz daha karışmıştı.
Alayın, olağan protokol gereği verilen resmi ziyafet şayiaları doruğa çıkardı; radikal basın bunu "obur bir seks partisi" diye yaftaladı; meclis de bunu kendi varlığını sindirme girişimi saydı.
Versailles Sarayı’ndaki opera binasında kurulan ziyafet masalarının arasında dolaşan ve gelen subayları büyük bir lütufkârlıkla kabul eden kraliyet ailesinin hoşnutluğu beyhude değildi.
Dışarıdaki avluda askerlerin kadeh kaldırmaları ve krala bağlılık yeminleri gece ilerledikçe daha gösterişli hâle geldi; sesler ise daha yükseklere erişti.
Ziyafet masasında yükselen kadeh sesleri, artık Paris’te boşalan un çuvallarının hışırtısını bastırmaya kâfi gelmiyordu.
Saray tabağı büyüdükçe pazar sepeti küçülüyor, küçüldükçe gözler görmez oluyordu.5 Ekim sabahında çileden çıkan balıkçı genç bir kadının, kronik kıtlık ve yüksek ekmek fiyatından dolayı eline geçirdiği bir davulu çalmaya başlamasıyla kadınların öfkeli sesi bir anda yükseldi.
Kilisenin çanları çaldırıldı.
Kısa sürede birkaç gün evvel masaların etrafında eğlenenlerden çok daha gür bir ses dalgası doğdu.
Diğer pazar yerlerindeki kadınlar da çağrıya kulak verdiler.
Ellerinde çoğu mutfak bıçakları ve diğer derme çatma silahlar taşıyan kadınlar, Hôtel de Ville'de toplandılar.
Talepleri artık sadece ekmek değildi.
Silah da istiyorlardı.
Çağrı binlerce kadını ve erkeği aynı yere topladı; nihayet bir adam davulu kapıp “Versailles’e!” diye haykırınca yürüyüşe yön verildi.
Paris’te başkomutan Marquis de Lafayette askerleri yürüyüşe geçenlere karşı koymaya yönlendirse de firarlar hızla başladı; sabahtan öğleye 15.000 Ulusal Muhafız kadınların başlattığı harekete katılarak Versailles’a yürüdü.
Kadınlar Versailles'a YürüyorMUTFAĞIN SABRININ SONUEvin mutfağında biten sabır, tarih boyunca daima devletin mutfağında taşmıştır.
Kadınların ellerindeki bıçak sofrayı kurmak içinse de bu zamanda önce kendileri sonra da cumhuriyet için ele alınmıştı.
Lafeyette isyanı durduramayınca en hızlı süvarisini göndererek kralın sükûnet için Paris’e gelmesini diledi; reddedildi.
O da kitleyi denetlemek için Ulusal Muhafızların başına geçip ağır adımlarla Versailles’a yürüdü.
Bu esnada halk arasında kral ve maiyetinin, ikamet etmek üzere Paris’e taşınması gerektiği fikri yaygındı.
Ancak o zaman yabancı askerler gönderilecek, gıda arzı güvenli hâle gelecek ve kral halkıyla birlik içinde hizmet edecekti.
Paris–Versailles arası 6 saatte kat edildi; yürüyüşe birkaç top eşlik etti.
Kalabalık Versailles’e ulaşınca meclis üyeleri onları selamladı.
Açlık ve yorgunlukla bitkin düşen kitle artık yüz yüze idi.
Talepler “iyi yaşamak ve yemek yemek”ten ibaret görünse de özünde ucuz ve erişilebilir ekmek idi.
Robespierre dâhil birkaç milletvekili kadınlara sıcak davrandı ve sözü kadınların lehine çevirdi.Kalabalığın aday gösterdiği altı kadına Meclis Başkanı Mounier, kralın dairesine dek eşlik etti.
Kadınlar olup biteni anlattı; kral anlayış gösterdi ve kraliyete ait olan yerlerden yiyecek dağıtımı için talimat verdi.
Kadınlar görünüşte amaçlarına ulaşmış kabul edilerek pazarcı kadınlarla birlikte memnun ayrıldılar.
Ancak bu kadar yolun ardından teminatsız dönmek intihar olurdu.
Özellikle muhafızlar için emre itaatsizlik çok ciddi sonuçlar doğurabilecek bir soruşturmayı artık kaçınılmaz hâle getirmişti.
Bu nedenle kandırılmış olduklarını düşünerek sarayın yakınını mesken tutmaya karar vermişlerdi.
Böyle olunca da kral, kabulden kaçtığı İnsan Hakları Bildirgesi’ni kayıtsız şartsız kabul edeceğini duyurmaya mecbur olmuştu.
Zira saray savunmasızlaşıyor, kralın gücünün tanımı değişiyordu.Gece geç saatte gelen Lafayette, “Majestelerinin ayaklarının dibinde ölmeye geldim” diyerek biatini bildirdi.
Sabah 6’da bir grup sivil kraliçenin odasına kadar ilerledi; muhafızlar yetişip ateş açtı; bazıları öldürüldü; kesilen başlar kraliçenin dairesinin kapısına asıldı.
Kraliçe nedimeleriyle yalın ayak kralın dairesine kaçtı.
Çatışma Lafayette’in gayretiyle yatıştı.
Lafayette, güvenliği sağlamak ve vakit kazanmak için kralı Paris’e dönmeye ve balkona çıkmaya ikna etti.
Kral balkona çıkınca “Çok yaşa kral!” nidaları yükseldi.
Ardından kraliçe çocuklarıyla balkona çıktı, kalabalık önce bağırdı sonra Lafayette’in elini öpmesiyle “Yaşasın Kraliçe!” tezahüratına döndü.Kraliyet Ailesi Dönüş YolundaSÜNGÜ UCUNDA SOMUN: PARİS’E DÖNÜŞ6 Ekim öğle saatlerinde Kral Louis, ailesi, maiyeti, 100 kadar milletvekili ve Ulusal Muhafız eşliğinde Paris’e doğru yola çıktı.
Yaklaşırken kalabalık 60.000’i aştı; yolculuk 9 saat sürdü.
Muhafızların süngülerinin ucunda somun ekmekler vardı; bu, zafere ulaşıldığının işareti olmalıydı.
Ama hiçbir şey eskisi gibi olmayacağı artık kralın da malumuydu.
XIV.
Louis’den beri kullanılmayan Tuileries’de uzun ikamet beklenmiyordu; lakin katlanmaktan başka çare yoktu.
Belki de bu çaresizlikle Tuileries’e yerleşince ilk arzusu, tahttan indirilmiş İngiltere Kralı I.
Charles’ın tarihinin kütüphaneden getirilmesi oldu.Sarayda Hapis Hayatı 1791’e gelindiğinde, Kral ve Kraliçe’nin Tuileries’de başlayan gözetim hayatı tedirginlikle sürüyordu.
Dışarıda halkın menfaatine reformlar art arda geliyordu.
Yeni Fransa’nın oluşumu için aralıksız çalışma, meclis tartışmaları, yeni yasalar geleceğin işaretiydi.
Haziran 1791’de dayanamayarak ülkeyi terk etmeye karar veren Kral, Viyana’yı hedefledi; 20 Haziran gecesi kılık değiştirip saraydan çıktı ancak Varennes’te tanınıp Paris’e iade edildi ve meclise sadakat yemini istendi. 17 Temmuz’da Lafayette’nin kamu düzeni uğruna ateş açması zorunlu istifasını getirdi.
Eylül başında Robespierre çizgisindeki güçler 1791 Anayasası’nı krala sundu. 30 Eylül’de kurucu meclis feshedildi; ertesi gün Yasama Meclisi toplandı.
Kral Louis Hapis Tutulduğu KaledeKAZANLAR DEVRİLDİ, KEPÇELER ELDE KALDITuileries mutfağında ocaklar kısıldı, menüler sadeleşti, “vatandaş rasyonu” soylu sofrasına sirayet etti.
Sarayda azalan porsiyon, iktidarın azalan payının sessiz tercümanı olup çıktı.
Kral anayasayı kabul ettikten sonra ona “Çok yaşa kral!
Sözünü tutarsa!” diye hitap edilmesi, monarşiye karşı derecenin nereye vardığını gösteriyordu.
Meclis her gün yeni ve ağır bir gündeme uyanıyor; Avusturya ve Prusya ile savaş tartışılıyordu.
Kraliçe, bu savaşı otoriteyi geri almanın yolu sayıyordu.20 Nisan 1792’de savaş başladı.
Ağustosta kralın güç toplama teşebbüsleri halkta büyük öfkeye dönüştü. 10 Ağustos sabahı Ulusal Muhafızlar ve birleşik kuvvetler Tuileries’yi bastı.
İsviçreli Muhafızlar kan dökerek dağıtıldı; kraliyet meclise sığındı; saat 11’i geçerken monarşi askıya alındı. 13 Ağustos 1792’de Kral XVI.
Louis resmen tutuklanarak eski bir kaleye gönderildi. 21 Eylül’de Ulusal Meclis monarşiyi kaldırıp cumhuriyeti ilan etti.
Kralın tüm unvanları alındı; o artık Citoyen Louis Capet idi.Yargı yolunu ise iki hadise açtı: 22 Eylül 1792 Valmy Savaşı sonrası Prusyalılarla pazarlıkta kralın etkisizleşmesi; Kasım 1792’de Tuileries’de kralın yatak odasındaki demir dolabın açılmasıyla özel yazışmaların ortaya saçılması… Kral, yargılanacağını en baştan kabul edip yolun sonunun ölüme varacağını öngördü; avukatlarına “kazanacakmışçasına” davranmalarını öğütledi. 11 Aralık: Kral, iddianame için huzura getirildi. 26 Aralık: Avukatlar Desèze, Tronchet ve Malesherbes cevaplarını sundular.
Ardından üç soru oylamaya açıldı: Dünkü XVI.
Louis bugünkü Citoyen Louis Capet suçlu muydu?
Karar ne olursa olsun, halka başvurulmalı mıydı?
Suçluysa cezası ne olmalıydı?Kral XVI.
Louis’in İnfazıSOMUN KAÇ PARA?Rüzgâr artık başkaca esmekte idi.
Meclisin taş duvarları arasında bile ekmek konuşuluyor, “Somun pahalıysa adalet ucuz olamaz.” deniliyordu.
Tahılın kamusal hak sayılması fikri, ceza tartısına sızınca eller birbiri ardına kalkmıştı. 15 Ocak 1793’te 721 milletvekili savunmaları oylamış, 693’ü suçlu derken beraat oyu çıkmamış, 23 kişi ise çekimser kalmıştı.
Ertesi gün 36 saatlik yoklamada 361 üye vakit kaybetmeksizin derhal infaz dediğinde ise Louis oy çokluğuyla ölüme mahkûm edilmişti.
Acı olan, onu kurtarmaya çalışan oylar arasında kuzeni Philippe Égalité gibi isimlerin de bulunmasıydı ve onlar da çok geçmeden aynı akıbete uğrayacaktı.17 Ocak’ta Avukat Malesherbes kararı gözyaşlarıyla iletti.
Kral metanetle karşıladı ve giyotine çıkıldığında avukatın gözünü yaşa boğmamasını tembihledi.
Tarihler 21 Ocak 1793’ü gösterdiğinde 38 yaşındaki eski kral, Place de la Révolution’daki iskeleye ağırbaşlılıkla çıktı.
Affettiğini, kanının Fransa’ya dönmemesi için dua ettiğini, suçlardan masum olduğunu söyledi ancak daha fazlasını söyleyemeden bu dünyadan ayrıldı Kralın ayrıldığı gün şehrin fırınlarında eşitlik somununun dağıtıldığı konuşuldu.
Ekmek, artık kralın değil cumhuriyetin mührü olarak halka emanet edilmişti.
Beyaz ekmek ayrıcalığı sona ermiş, karışık un, ortak kaderin ekmeği olarak yeni hamuru yoğurmuştu.Marie Antoinette’in İnfazı ÜZERİNE ŞEKER DÜŞEN SOMUNUN ÖFKESİİşte aziz okurlar, zaman gelir ki “Ölüm bizi ayırana dek” sözü bazen devlete düşer.
Nitekim Marie Antoinette’in yolu da oraya çıkmıştı.
Kraliçe, 16 Ekim 1793’te hazineyi tüketmek, devletin güvenliğine komplo ve düşmana istihbarat gerekçeleriyle ölüme mahkûm edilmişti.
İnfaza hazırlanırken kıyafetini gardiyanların önünde değiştirmek zorunda kalmış, siyah değil, dul kraliçelerin beyaz elbisesini giymiş, saçları kesilmiş, elleri arkadan bağlanmış, açık arabada kalabalığın arasında götürülmüştü.
Yolda yanına verilen anayasa rahibini ise yemini sebebiyle görmezden gelmişti.“Ekmek yoksa pasta yesinler” dediği rivayet edilen kraliçe, 12:15’te giyotine gönderildi.
Sehpaya eğilirken celladın ayakkabısına basınca “Pardonnez-moi, mösyö.
Bunu bilerek yapmadım” dedi.
Fakat ondan geriye bu söz değil, gerçek olsun ya da olmasın, şekerli pasta söylencesi halkın mutfak hafızasında bir hüküm olarak kaldı: Bir tabak kadar büyük bir mesafenin bir somun kadar yakın öfkeyi nasıl var edeceğinin belki de tüm cihandaki evrensel mührü oldu.
O nedenle şu cihan içinde iktidar kisvesini her dem yüceltenleredir sözümüz ki:Bu dünyânın meseli bir ulu şâra benzer,Velî bizim ömrümüz bir tez pazara benzer,Her kim bu şâra geldi bir lahza karar kıldı,Geri dönüp gitmeği gelmez sefere benzer.(Dünya büyük bir şehirdir, insan ömrü ise bir pazardır.
Lakin buraya gelip konan bir daha dönmemek üzere tekrar yola çıkacaktır.)Çok Yaşa Cumhuriyet!VesselamSaray ve Kültür Tarihçisi A.
Çağrı BaşkurtOdatv.com