Haber Detayı

Devlet-i Aliyye’nin ‘istihbarat’ yöntemleri: Osmanlılar nasıl 'dil' alırdı
Güncel odatv.com
02/11/2025 15:53 (1 ay önce)

Devlet-i Aliyye’nin ‘istihbarat’ yöntemleri: Osmanlılar nasıl 'dil' alırdı

II. Mahmud devrinde Osmanlı, hem ayanlar ve isyanlarla, hem dış baskıyla mücadele ederken istihbaratı modern devletin temel unsurlarından biri haline getirdi. Casuslar, dervişler, yerel naipler üzerinden bilgi toplayan saray, merkezi otoriteyi yeniden inşa etmenin yolunu “bilgiyle yönetimde" buldu.

19. yüzyılın ilk yarısında Osmanlı İmparatorluğu, hem içeride merkezi otoriteyi tehdit eden ayanlar, Yeniçeri isyanları ve dini-siyasi gruplarla, hem de dışarıda Avrupa güçlerinin artan baskısıyla karşı karşıya kalırken; iktidarını koruyabilmek için bilgi toplama, gözetim ve istihbarat mekanizmalarını modern devlet anlayışı doğrultusunda yeniden şekillendirmek zorunda kaldı.Bu dönemde Osmanlı yönetimi, merkezi otoriteyi güçlendirmeye çalışırken karşı karşıya kaldığı en önemli meselelerden birinin, toplumsal hareketleri, yerel güç odaklarını ve yabancı devletlerin faaliyetlerini denetim altında tutmak olduğunu gördü.Sultan II.

Mahmud’un reformları yalnızca orduyu ve bürokrasiyi değil, aynı zamanda devletin bilgiye ulaşma ve bu bilgiyi yönetme biçimini de dönüştürdü.

Saray, bir yandan taşrada ayanların, tarikatların ve muhalif unsurların hareketlerini sıkı gözetim altında tutarken, diğer yandan Avrupa’daki diplomatik temsilcilikler aracılığıyla dışarıdaki gelişmeleri casuslar ve raporlarla izlemeye başladı.

Böylece, modern istihbaratın temelleri atıldı.Ahmet Yüksel'in, "II.

Mahmud Devrinde Osmanlı İstihbaratı" tam da bu konuyu irdeliyor.

Kitaptan devam edelim...II.

MAHMUD DEVRİNE KADAR OSMANLILARDA İSTİHBARAT: OSMANLI KRONİKLERİNDE İSTİHBARATIN ÖNEM VE GEREKLİLİĞİOsmanlı coğrafyasında birçoğu Nizamülmülk'ün Siyasetname'sinin etkisinde kalınarak kaleme alınan ve bir çeşit yönetim bilimi ilkelerini oluşturan nasihatname ve siyasetname türü eserlerde gerek içerde gerekse dışarıda istihbarat faaliyetlerinde bulunmanın idareciler için ne denli önemli, aksinin ise aynı derecede riskli bir eylem olduğuna matuf ifadelere rastlamak sıklıkla karşılaşılabilecek bir durumdur.II.

Osman'a (1618-1622) sunulduğu belirtilen "Kitab-i Müstetab" (Güzel-Hoş Kitap) adlı anonim eserde bozulan kul ve tımar sistemleri ile Osmanlı toplum düzeninin esasını teşkil eden ilkelerin iyileştirilmesi için başvurulması gereken tedbirler arasında istihbarat çalışmalarına da yer verilmiştir.16. yüzyılın meşhur Osmanlı tarihçilerinden Gelibolulu Mustafa Ali (1541-1600), Osmanlı dünyasında büyük itibar sahibi ve her tarafa becerikli casuslar göndermekte meşhur olan Sasani Hükümdarı Ardeşir (226-241) örneğinden yola çıkarak, 16. yüzyılın sonlarında devlet idaresinde casuslardan istifade etmenin önemini izah etmeye çalışmıştı.Devlet işlerinin işleyişindeki aksaklıkların ortadan kaldırılmasını sağlama amaçlı nasihatlerde bulunmak için 1639-1640 yıllarında yazılarak Sadrazam Kemankeş Kara Mustafa Paşa'ya sunulduğu tahmin olunan anonim bir layihada da istihbaratın önemi iki padişah arasında geçen bir mücadele üzerinden ortaya konulmak istenmiştir.

Buna göre, "âkil olan Padişah rakibinin emrindeki askerlerin özellik veya durumlarını araştırmak için bir casus görevlendirmişti.Hezarfen Hüseyin Efendi (1600-1676), 1675 yılında kaleme aldığı tahmin olunan eserinin "Ahvâl-i Tecessüs ve Câsusân” başlıklı kısmında, sınır bölgelerinin güvenilir casuslarla sürekli kontrol altında tutularak, herhangi bir saldırı olmadan evvel gerekli tedbirleri almanın mümkün olacağına dikkat çekmişti. 89 Defterdar Sarı Mehmed Paşa (ö. 1717) da eserlerinde, devlet ve ordu idarecilerine istihbarat çalışmalarının lüzumuna ilişkin önemli tavsiyelerde bulunmuştur.

Ona göre, düşmanın durumunu bilmek büyük öneme sahiptir.

Düşmanın ne vaziyette bulunduğuna ilişkin bir araştırma veya istihbarat faaliyetinde bulunmayan nice devletler berbat olmuşlardır.

Bunun içindir ki her bir sınır bölgesinden düşman tarafına gönderilecek casuslarla vaziyetten haberdar olunmalıdır.Ordu komutanlarının casus kullanma hususunda son derece ileri görüşlü ve ihtiyatı olmaları gerektiğine inanan Defterdar Sarı Mehmed Paşa ayrıca casuslardan ne şekilde istifade edileceğini de izah etmiştir.

Buna göre, iki casusu buluşturup birbirlerinin edindikleri haberleri öğrenmemelerine dikkat etmek gerekir.

Casusların getirdikleri haberleri de bizzat ve yalnızca ordu komutanlarının öğrenmesi lazımdır.

Getirdikleri haberin sevindirici veya üzüntü verici olmasına bakılmaksızın casuslara aynı ihsanda bulunulmalıdır.

Çünkü iyi haber getirene çok iltifat olursa sürekli hediye ve bağış alabilmek sevdasına kapılıp doğru haberi gizleyecektir.

Çekinmeden doğru ve gerçek istihbaratı söylemesi için, korkutucu haberlerle dönen casus ise kesinlikle incitilmemelidir.

Yoksa o da hakaret ve eziyete uğramamak için doğru haberi gizleyecektir.OSMANLI FARKINDA: "DÜŞMANLAR DAİMA YENİLENİYOR"Son olarak, Yeniçeri Ocağının kaldırılışının görgü tanıklarından biri olan ve 1828-1829 Osmanlı Rus Savaşında Serasker Salih Paşa'nın maiyetinde orduda diplomatik misyonu ağır basan bir sivil uzman olarak görevlendirilen Şirvanlı Fatih Efendi de Gülzar-ı Fütûhât adı eserinde bir devletin; komşu, rakip veya düşmanlarının daima yenilenmekte olan zaaf ve kuvvetinin tahkikine son derece büyük bir gayret göstermesi gerektiğine dikkat çekmiştir.

Ona göre, büyük paralar sarf ederek etraflarındaki ahvalden haberdar olmaya çalışan devletlerin, düşmanlarından daima bir adım önde oldukları ufak bir mülahaza ile idrak edilebilecek bir husustur.Osmanlı yöneticilerinin de ülke içindeki durumdan ve dışarıdaki gelişmelerden haberdar olabilmek için istihbarat faaliyetlerinde bulunmaları şarttır.

Rusya ve diğer devletler Osmanlıların vaziyetini tahkik ve tecessüs etmekten bir dakika olsun geri durmadıkları gibi, bu iş için sürekli tefekkür halindedirler.

Veba gibi hastalıklardan korunmak bahanesiyle, hudut ve beldelerine Müslümanlardan bir kimsenin girmesine izin vermeyerek ülke içindeki gelişmelerin dışarıya sızdırılmasını da engellemektedirler.Osmanlı sultanları, şehzadeliklerinden itibaren bu tür eserleri okumakta ve büyük hükümdarların başarılı olmalarının altında yatan amillerden birinin, etraf ve vaziyete hâkim bir pozisyonda bulunmalarını sağlayacak istihbari bilgiye sahip olmaktan geçtiğini bilmekteydiler.

Dolayısıyla böyle bir vasıtayı keşfettikleri halde, az ya da çok, ondan istifade etmemek gibi bir yanlış içinde bulundukları düşünülemez.*: "DİL ALMAK" NEDİRKuruluş yıllarından itibaren Osmanlı istihbaratını besleyen bilgi kanallarının başında casuslar gelmektedir.

Casuslardan sonra Osmanlıların düşman hakkında bilgi edinmek için sıklıkla istifade ettikleri bir diğer kanal da esirler olmuştur.

Osmanlılarda, istihbarat edinmek amacıyla girişilen esir yakalama eylemine de "dil almak" denilmiştir.Tanınmış Macar tarihçisi Sandor Takats, Macaristan, Avusturya ve Almanya arşivlerinde bulunan orijinal vesikalara dayanarak kaleme aldığı eserinde, Osmanlılar zamanında Macaristan'da casusluk edenlerle “dil" tutanların pek kalabalık bir cemaat teşkil ettiklerini kaydetmiştir.

Hatta Baranya Vilayeti örneğinden yola çıkarak bütün bir köy halkının Osmanlılar için casusluk hizmetinde bulunduğunu, vaktinde haber iletmezlerse şiddetle cezalandırıldıklarını, bu sayede Macar askerinin beklenmedik bir eyleme kalkışamaz duruma geldiklerini saptamıştır.KARAKOL KAYIKLARTüccar ve yolculardan başka savaşlardan evvel keşif kolları mahiyetinde gezdirilen karakol (karavul) ve kılavuzlarla, düşman birliklerinin yaklaştığını haber vermek için ordugâhta bulundurulan köpeklerin de Osmanlılarda birer istihbarat elemanı olarak önemli işlevler gördükleri kaydedilmiştir.

II.

Murad'ın düşman üzerine yürürken ordugâhın herhangi bir gece baskınına maruz kalmaması için son derece dikkatli davrandığı, ordunun konaklaması sırasında geceleri dört bir yana karakollar çıkardığına dair kayıtlar vardır.

Ayrıca ilk devirlerdeki deniz savaşları sırasında Osmanlılar istihbarat edinmek için karakol kayıklarından da istifade etmişlerdir.

Peçevi (1572-1650), Preveze Deniz Savaşından (1538) önce Osmanlıların karakol olarak gezmekte olan kayık ve kadırgalarının sürekli olarak düşman hareketlerini gözetlediklerini kaydetmiştir.II.

MAHMUD DEVRİNDE İSTİHBARAT ÇALIŞMALARIII.

Mahmud tahta çıktığında, sultanın sarayı yönetim sürecinden neredeyse dışlanmış durumdaydı.

Bu durum sultanların etkin yönetimden çekilmeleri biçimindeki uzun tarihsel sürecin en üst noktası gibi gözükmektedir.

Sultanların geri çekilmesi, yetkenin parçalara ayrılmasına, merkezi yönetimin zayıflamasına ve fiili siyasal kaosa neden olmuştu.5 Devrin ünlü diplomatı Stratford Canning'in de ifade ettiği üzere:Mahmuť'un içine düştüğü durumdan korku duyması için her neden vardı.

İmparatorluğu maddi ve manevî olarak yok olmanın eşiğine varmış durumdaydı.III.

Selim ile IV.

Mustafa arasında süren taht mücadeleleri sırasında, hem iktidarın devlet ricalinin çeşitli kesimleri arasında paylaşılması nedeniyle imparatorluk merkezinde gruplaşmalar oluşmuş hem de yerel temsilcilerin Babıâli ile oldukça cılız bir görüntü arz eden irtibatları bu kez neredeyse kopma noktasına gelmişti.

Dolayısıyla II.

Mahmud'un ülke içindeki sorunların çözümü için yoğun bir mesai sarf etmesi gerecekti.

Önce merkezi otoriteyi yeniden kuracak, ülkedeki anarşi haline son verdikten sonra da hem imparatorluğun kadim düzenini tesis edecek hem de gittikçe belirgin bir hal almaya başlayan modernleşme ihtiyacına cevap vermeye çalışacaktı.

Bütün bu çalışmalarını da Tuna hattında Ruslarla harp halinin devam ettiği, Balkanlar'da Sırpların isyan halinde bulunduğu ve Arabistan'da Vehhabi tehlikesinin arttığı bir sırada gerçekleştirmek mecburiyetindeydi.IV.

MUSTAFA'NIN İDAMININ ARDINDAN II.

MAHMUD ÇOK DİKKATLİYDİII.

Mahmud'un, 1808 Kasım'ının o kritik günlerinden sonra mesaisine pek tedbirli bir şekilde başlamasında şaşılacak bir durum yoktur.

Dış görünüşte, Batılılaşma özentilerinin hepsini terk etmiş gibiydi.

Yeni bir reform süreci başlatmanın iktidarını kaybetmesine yol açacağını bildiğinden Osmanlı ordusunun geleneksel kuvvetlerini diriltmeye uğraşıyor, III.

Selim'le Alemdar Mustafa Paşa'nın yapmaya çalıştığı yenilikleri görmezden geliyordu.

Ama yavaş yavaş ve kimseye sezdirmeden kendisini destekleyenleri ordu ve donanmanın kilit komuta mevkilerine getirdi, devletin en önemli dairelerine yerleştirdi ve bir sultanın etkin yönetime başlayabileceği koşulları yarattı.

Ardından iktidarı tam olarak eline alacağı anın gelmesini beklemekle yetindi.

Bu çok yavaş bir süreç oldu. 18 yıl boyunca, imparatorluk topraklarında yeni bir canlılığa işaret eden pek az belirti görülebildi.Peki, II.

Mahmud, Osmanlı imparatorluk tarihinin en büyük bunalımına varan böylesi bir süreci nasıl atlattı?

İmparatorluğu, bir yüzyıl daha sürecek ve yaşarlığı olan siyasal bir kurum olarak yeniden canlandırmasını olanaklı kılan koşullar nelerdi?

Elbette bu araştırmanın amacı, söz konusu sorulara cevap üretmek değildir; cevaplar içinde mevcudiyeti muhakkak olduğuna inanılan istihbarat çalışmalarının, merkezi otoritenin ağırlıklı olarak saray ve çevresinde yeniden toplanması sürecinde sultan ve bürokratlarına sağladığı katkının boyutlarını saptayabilmektedir.II.

ABDÜLHAMİD HATIRA DEFTERİNDE NASIL ÖZETLEDİHakikat o ki bahsolunan olumsuzlukların üstesinden gelmek isteyen bir yöneticinin içerde ve dışarıda tehlike arz eden tüm unsurların giriştikleri veya girişecekleri eylemlerin farkında olması ve şartların olgunlaştığı bir sırada üzerlerine yürümesi, ancak sağlıklı bir istihbarat ağına sahip olmakla mümkündür.

II.

Mahmud da eylem ve tedbirleriyle öyle bir farkındalığa sahip olduğunu ispat edecektir.

Ayrıca onun devrinde istihbarat çalışmalarının oldukça esaslı ve teşkilatlı surette sürdürüldüğüne dair emareler de vardır.

Mesela, iç istihbarata ağırlık vermesiyle ünlenen II.

Abdülhamid hatıra defterinde, kendi devrine kadar devlet ve kamu düzeninin sağlıklı surette işleyebilmesi amacıyla sürdürülen istihbarat çalışmalarını şu şekilde özetlemişti:Osmanlıda töre budur: Padişah, tebaasının ne düşündüğünü, hangi şikâyetleri olduğunu bir yandan kendi valilerinden, kadılarından hükümet yolu ile öğrenir, bir taraftan ülkenin dört bucağına serpilmiş tekkelerin şeyhlerinden, dervişlerinden haberler toplar ve buna göre ülkeyi idare eder.

Ceddim Sultan Mahmud (II) buna gezginci dervişleri de ekleyerek istihbaratı genişletmişti.

Ben tahta çıktığım zaman durum buydu ve böylece devam ediyordu.H.

İnalcık da, yeniçeri ocağının kaldırılmasından sonra yeni ordu8nun teşkilatlandırılması için 1827 Nisan'ında Ağa Hüseyin Paşa'nın yerine Asâkir-i Mansure-i Muhammediye seraskerliğine getirilen Mehmed Hüsrev Paşa'nın İstanbul'da II.

Mahmud'un yeniliklerine karşı oluşan veya oluşması muhtemel muhalif hareketleri saptamak ve sindirmek için bir casusluk şebekesi oluşturduğunu saptamıştır. 19 H.von Moltke de, Hüsrev Paşa'nın İstanbul'da olan biten her şeyi bildiğini, her tarafta hafiyelerininYİNE DE ÖNEMLİ EKSİKLİKLER VARDIGiderilmeleri yönündeki yoğun çabalara rağmen II.

Mahmud devrinde Osmanlı istihbaratının hala önemli eksiklikleri vardır.

Bunların başında sürekli bilgi akışını sağlayacak bir teşkilatlanmanın gerçekleştirilemeyişi geliyor.

Sınır boylarında istihbarat faaliyetlerini organize eden yerel idarecilerin olağanüstü hallerde esas vazifelerini icra etmek durumunda kalmaları bilgi toplama çalışmalarını çoğu zaman kesintiye uğratmıştır.

Bu durumun olumsuz neticesi, aynı zamanda Osmanlı istihbaratının önemli bir eksikliği, bilgi toplama çalışmalarında imparatorluk genelini kapsar bir sürekliliğin sağlanamaması olmuştur.Sadece askeri ve siyasi sahada değil, ülke içinde yürütülen istihbarat çalışmalarında da bilgi toplama kanalları çoğu zaman muhtemel tehlikenin ortaya çıkmasından sonra devreye sokulmuştur.

Zaten Osmanlı istihbaratının gelişim evreleri üzerine yapılacak kısa bir mülahazadan sonra hepsinin altında önemli bir hadisenin yaşanmasından sonra harekete geçme eyleminin mevcudiyeti göze çarpacaktır.

Celali isyanlarından sonra iç istihbarat çalışmalarına ağırlık verilmesi gibi azınlıkların imparatorluktan ayrılma amaçlı ayaklanmalar çıkarmalarının ardından bağlı milletlere karşı daha uyanık bulunma lüzumunun hissedilmiş olması, Osmanlı istihbaratının, şartların gereği olan tedbirleri zamanında almak yerine hadiselerin olumsuz neticelerinin derin etkilerinden sonra harekete geçmek gibi bir eksiklik içinde bulunduğuna kanıttır.Bu olumsuz tabloya rağmen imparatorluk yöneticilerinin istihbarat faaliyetlerini sürekli kılma yönünde yoğun bir çaba içinde olduklarını da belirtmek gerekiyor.

Düşman veya civar ülkelerdeki gelişmelerden haberdar olabilmek için yeter derecede bir aylık karşılığında maiyetlerinde casuslar bulundurmalarını yerel temsilcilere her fırsatta hatırlatma eğilimi, istihbarat çalışmalarına süreklilik kazandırma çabalarının en açık yansımasıdır.

Bir müddet sonra yerel yöneticilerden de "mahiyelü" ve etrafta gezinmekte olan casuslarının mevcudiyetine ilişkin bilgiler gelmiş olması, Osmanlı istihbaratının harekete geçirilmesi için mutlaka olumsuz bir gelişmenin beklenmediğine işarettir.

Ancak bu işaret Osmanlı istihbaratının durağanlığı hükmünü aşmaya yetecek bir belirginlikte değildir.

Askeri-mülki idarecilerin yokluğundan kaynaklanan istihbari kesintinin giderilmesine yönelik çabalarda da aynı belirsizlik hali hakimdir.

Bahsedilen çabalar ise, Osmanlı ilmiye sınıfı mensuplarından gelmiştir.

II.

Mahmud devrinde İranlıların istilasına uğrayan Kars ile Mısırlıların denetimine geçen Adana şehrinin naipleri düşmanların faaliyetleri hakkında imparatorluk merkezini bilgilendirmek için gerekli olan istihbarat çalışmalarının organizasyonunu üstlenmişlerdi.

Adana naibi Mısırlılar hakkında edindiği bilgileri, Kars Naibi Şerif Mehmed de "Kızılbaş" tarafına gönderilen casuslarca sağlanan istihbaratı birer rapor suretinde tanzim ederek Babıâli'ye takdim etmişlerdi.

Naip efendilerin asli vazifeleriyle uzaktan yakından alakası olmayan bir sahada faaliyet göstermelerinin imparatorluk merkezinden alınan emirler doğrultusunda mı yoksa kendiliğinden mi geliştiğine dair herhangi bir işaret yoktur.

Sadece, iki Müslüman rakibin eline geçen iki Anadolu kentinde Osmanlı askeri-mülki kadroların tasfiye olunmasından sonra imparatorluk merkezine istihbarat aktarma işini ulemanın üstlenmesi, bilgi toplama faaliyetlerinde kesintisizlik sağlama adına önemli bir gelişme olmuştur.Teşkilatsızlığın bir uzantısı olarak casusluk hizmetinde kullanılacak zamana aşina, bilgi toplamakta becerikli, yabancı dil bilir ve güvenilir elemanlara sahip olamamak da Osmanlı istihbaratının dikkat çeken bir diğer önemli eksikliğidir.

Çalışma içinde dikkat çekildiği üzere, Sırpçaya ve Sırbistan coğrafyasına hakimiyeti ile bilgi toplama çalışmalarında Osmanlılar için ideal casus tipinin nadir örneklerinden birini oluşturan İzvornikli Ali Paşa'nın Kâtibi Molla Mustafa gibi casusların varlığı, Osmanlı istihbaratı adına oluşan olumsuz tabloyu büsbütün değiştirecek kesafette değildir.

Çünkü yerel temsilciler için Müslümanlar arasından yabancı dil bilir casus tedarik etmek hakikaten güç olmuştur.

Kendi ifadeleriyle, yabancı dil şartı sağlansa dahi Müslüman casuslar kanalıyla hedef bölgedeki tüm gelişmelere vakıf olmak zordu.

Aktaracakları bilgilere itimat etmenin uygunsuzluğu tecrübelerle sabit olduğundan, Yahudi ve Hıristiyanların casusluk hizmetinde istihdam edilmelerinden de özellikle kaçınılmıştı.

Vidin Muhafızı İbrahim Paşa'nın 1826 senesinde özetlediği üzere:...sevk olunan casuslar Müslüman olunca çok fazla bir bilgiye ulaşılamıyor, zimmi olunca da hangi milletten olursa olsun sözlerine bütün bütün itibar etmek mümkün olamıyordu.OSMANLI İSTİHBARAT ANLAYIŞININ ÖZÜGerçekten, II.

Mahmud devrinde Müslüman casuslar askeri hareketliliği takip etmenin dışında henüz çok yönlü bilgi toplama çalışmaları gerçekleştirecek seviyede değillerdi.

Bu devirde Tuna hattında yürütülen istihbarat çalışmalarının renkli simalarından Yunus Ağa'nın vurguladığı gibi Osmanlı istihbarat anlayışının özü "ne olup bittiğini anlamak (istikşaf-ı halat) veya düşmanın tavır ve hareketlerinin içyüzünü öğrenmek için araştırma (istiknâh-ı etvar ve hareket) yapmaktan ibaretti.

Bu görüntü altında devrin Osmanlı casuslarının Avrupa'daki bilimsel, teknolojik, endüstriyel veya ekonomik gelişmeler hakkında bilgi toplayacak misyon ve yetkinlikte olup olmadıklarını tartışmaya gerek kalmıyor.

Diplomatik vazifelerle ülke dışında bulunan Osmanlı memurlarının cılız ve kendiliğinden gelişen çabalarının yanında bu tarz esaslı bir bilgi aktarımını, ancak 19. yüzyılın sonlarında ve daimi elçilerin gönderdiği şifreli istihbarat raporlarıyla takip etmek mümkündür.Eksikliklerin yanında Osmanlı istihbaratı önemli sorunlarla da karşı karşıya kalmıştır.

Bunların başında bürokratik engel geliyor.

Osmanlı İmparatorluğu'nda merkez ile taşra arasında gerçekleşen yazışmalarda takip edilen geleneksel usulde, zamanlamanın oldukça önem arz ettiği bilgi toplama çalışmaları için herhangi bir esnekliğe yer verilmemesi, istihbarat çalışmaları adına önemli bir sorun oluşturmuştur.

Çünkü sınır boylarındaki yerel idareciler imparatorluk merkezince acilen öğrenilmesi gereken bir istihbaratı doğrudan İstanbul'a yazamıyorlar, dolayısıyla istihbarat raporlarının yerelden merkeze ulaşması ancak bir dizi yazışma trafiğinden sonra gerçekleşiyordu.

Böyle bir gelişmenin bilgi akışında meydana getirdiği gecikmenin farkında oldukları halde Osmanlı bürokratları neden istihbarat yazışmaları için ayrı ve hızlı bir sistem geliştirmediler?

Bu soruya verilebilecek en kestirme cevap gelenekçi devlet anlayışı olacaktır.

Ancak istihbarat raporlarından takip edilebildiği kadarıyla böyle davranmalarının muhtemel bir sebebi daha vardır.

O da istihbarat çalışmalarına son derece önem verildiği bilinen imparatorluk idare merkezinin nezdinde sivrilmek isteyen yerel temsilcilerin Osmanlı bürokratlarını meşgul etmekten başka bir işe yaramayacak her türlü bilgiyi İstanbul'a aktarma eğilimlerinin önüne geçebilmek gayretinden kaynaklanmış olmalıdır.

Nitekim üst düzey bir taşra idarecisi, başkente ulaştırılması için daha alt kademeden kendisine gönderilen bir rapor üzerinde, istihbarat çalışmaları için değerlendirme ve yorumlama olarak kabul edilen bazı değişiklikler yapabiliyor, kendisinin edindiği istihbaratla mukayese neticesinde ihtilaf arz ettiğine kanaat getirdiği veya "kalben" inanmadığı havadisleri makaslayabiliyor, en sonunda ilgili idareciden yeni bir istihbarat çalışması gerçekleştirmesini isteyebiliyordu.

Bu süreç doğru ve önemli bir istihbaratın imparatorluk yöneticilerine ulaşmasında bir hayli gecikme yaşanmasına neden oluyordu.

Bazen yerel temsilciler çok önemli gördükleri bir istihbaratı kaleme almak yerine o bilgiye ulaşan casus veya casusları, doğruluk ve dürüstlüklerine itimat edilir şahıslar şeklinde bir bildirimle birlikte doğrudan bağlı bulunulan birime veya İstanbul'a gönderebiliyorlardı.

Bu, yönetim merkezince istihbaratın birincil kaynaktan ve hızlı bir şekilde öğrenilmesini sağlayıcı bir uygulama olsa da istihbaratın yanlış olma ihtimalinden doğacak mesuliyetten kurtulma düşüncesinden de kaynaklanmış olabilir, ayrıca Osmanlı istihbaratının bürokratik engellerini aşmaya yetmez.Casusların veya istihbarat raporlarının düşmanlarca ele geçirilmesi. yanlış bilgi aktarımı, casuslar için yeterli ücret sağlanamamasından dolayı imparatorluğun mali yetersizliği, binek hayvan temin edilememesiyle ilintili olarak menzil teşkilatının işleyişindeki aksaklıklar, düşman veya komşu devletlerin karşı istihbarat faaliyetlerine engel olmak için başvurdukları sıkı tedbirler, yazışma ve haberleşme teknolojisinin henüz gelişmemesi ve önemsiz gibi dursa da elverişsiz hava şartları II.

Mahmud devri istihbarat çalışmalarında karşılaşılan diğer güçlükler olmuştur. "ŞİMDİKİ HALDE İNHAYA ŞAYESTE GAYRİ BİR HAVADİS YOK"Bütün güçlük ve eksikliklere rağmen yerel memurların doğru bilgi ye ulaşma ve imparatorluk merkezini aynı istikamette yönlendirme gayreti de kayda değer bir gelişme olmuştur.

Aynı bölgeye birbiri ardına casuslar gönderilmiş, ilk dönen casusun getirdiği bilgiler hemen raporlanmamış, diğerlerinin dönüşü beklenmişti.

Bu sayede edinilen ilk bilgileri doğrulamak ya da yalanlamak mümkün olmuştu.

Bilgilerin birbiriyle örtüşmediği zamanlarda bir üçüncü casus devreye sokulmuştu.

Ulaşılan havadisler arasında İstanbul'a yazılmaya değer bir bilgi yoksa istihbarat toplamakta gevşeklik gösterdikleri zannedilmesin diye "şimdiki halde inhaya şayeste gayri bir havadis yok" şeklinde imparatorluk merkezine bir bilgilendirme yazısı göndermişlerdi.

Ayrıca imparatorluk idarecilerinin doğru bilgiye ulaşma gayretlerini gösteren bu tarz yazı veya raporlara istihbaratı algılayış biçimlerine ilişkin önemli ibareler de iliştirilmişti.

Kendi ifadeleriyle istihbarat çalışmalarında bulunmak; memuriyetlerinin parçası, sadakatlerinin yanında zaman ve şartların gereği, etrafa sürekli göz kulak olma ve basiret halinde bulunmanın önkoşulu, ülkenin savunma vasıtalarından biri ve bunlardan daha önemlisi "şimdi" evvelkinden birkaç kat daha fazla gayret gerektirecek kadar önemli bir ödevdi. ibrail Muhafızı Bekir Paşa'nın 1823 senesinde ifade ettiği üzere:Osmanlı kalelerinin muhafazasında bulunanlar sürekli olarak mütebasir ve agâh bulunarak hiçbir şekilde düşman semtinden gafil olmayarak alınacak havadis ve izleri saltanat tarafına bildirmekle mükelleftiler."HIRİSTİYAN MİLLETLERİN HİÇBİRİNİN SÖZÜNE İTİMAT EDİLEMEZ"Mevzubahis eylem ve söylemler Osmanlı yöneticilerinin istihbaratın özünü teorik olarak kavradıklarını anlamak açısından dikkat çekicidir.

Bu noktada istihbarat çalışmalarına karşı Osmanlı yöneticilerinde oluşan hassasiyeti besleyen önemli bir unsurun mevcudiyeti de saptanmıştır.

Osmanlı istihbaratını zinde tutan bu unsursa dini mensubiyetlerine bakılmaksızın düşman devlet ve milletlere karşı yöneticilerde her zaman var olan güvensizlik halidir.

Raporlara açıkça yansıdığı üzere en güvenilmez düşman Ruslardı.

Özellikle harpler sırasında her türlü hileye başvurmaktan geri durmadıkları için Ruslara karşı beslenen güvensizlik hali sonunda onlar hakkındaki doğru bilgilerden şüphe duyulmasını gerektirecek bir boyuta ulaşmıştı.

Napolyon'un Mısır'ı istilası ve sonrasındaki aldatıcı faaliyetleri. 1.

Süleyman devrinde kök salıp yakınçağın başlarına kadar uzanan siyasi ve ekonomik işbirliğine rağmen Fransa'yı da Osmanlıların dış dünyaya karşı beslediği güvensizlik halkasına eklemiştir.

Azınlıkların bağımsızlık peşine düşmeleriyle de güvensizlik dalgası bütün Hıristiyan alemini kapsayacak şekilde genişlemiştir.

Bu nedenledir ki II.

Mahmud devri istihbarat raporlarının birçoğu "Hıristiyan milletlerin hiçbirinin sözüne itimat etmenin doğru bir davranış olmayacağına" dikkat çeken ibarelerle başlıyordu.

Müslüman bir devlet olmasına rağmen Osmanlıları iki ateş arasında bırakma gibi bir alışkanlık edinen İran'a karşı duyulan güvensizlik ise Hıristiyan dünyasına karşı beslenenden hiç az olmamıştı.Yıkımın eşiğinden alınan imparatorlukta sağlanmaya çalışılan yeni bir canlanma hareketi için girişilen hemen bütün eylemlerde istihbarat çalışmalarını rehber edinme gayreti.

II.

Mahmud devrinde yürütülen istihbarat faaliyetleri için yapılacak en genel değerlendirme olacaktır.

Osmanlı tarihinin her döneminde olduğu gibi askeri bilgi toplama çalışmaları onun zamanında yine en yoğun çalışma sahası olmuştur.

Diplomatik istihbarat çalışmaları ise askeri gücün azalışına bağlı olarak belirli bir artış göstermiş, ancak çeşitli sebeplerle kesintiye uğraması arzu edilen seviyeye ulaşmasını engellemiştir.

İç istihbarat çalışmalarındaki artış ise iktidarı merkezde toplama ve bir daha da oradan ayırmama gayretinin doğal bir neticesidir.

Ayrıca karşı istihbarat faaliyetlerini engellemek için de önemli tedbir ve uygulamalara başvurulmuştur.

Özellikle, II.

Mahmud'un hariciye nezaretini, tercüme odasını, düzenli posta teşkilatını ve daimi elçilikleri sağlam temeller üzerine bina etmesi, Tanzimat devrinden itibaren Osmanlı yöneticilerinin istihbarat toplama çalışmalarını büyük bir hız ve kolaylıkla yürütmelerini sağlayıcı adımlar olmuştur.Son olarak şunu da ifade etmek gerekiyor ki yeni belge, bilgi ve bulgulara ulaşacak müstakbel çalışmalar sayesinde Tanzimat devrinden evvelki Osmanlı istihbaratının tespit edilebilen eksiklik, engel veya hususiyetlerine eklemelerde bulunmak veya tam tersini yapmak mümkün olacaktır.Odatv.com

İlgili Sitenin Haberleri