Haber Detayı
CHP’nin tarihi yolculuğu: Kurucu kimlikten siyasal çıkmaza
9 Eylül 1922, İzmir’in kurtuluşu, Türk milletinin bağımsızlık mücadelesinin zaferle taçlandığı, emperyalizme karşı verilen topyekûn direnişin sembolüdür.
Bir yıl sonra 9 Eylül 1923’te ise Cumhuriyet Halk Partisi kuruldu.
Parti önce “Halk Fırkası” adıyla siyasi hayata katıldı; 1924’te “Cumhuriyet” ifadesinin eklenmesiyle “Cumhuriyet Halk Fırkası” oldu daha sonra da Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) adını aldı.Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), Türkiye siyasetinin en köklü kurumlarından biridir.
Kurtuluş Savaşı’nın ardından, Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde kurulan CHP, Anadolu’daki direniş ruhunun kurumsal bir çatıya kavuşmasını sağladı.
Bu kuruluş, Türkiye’nin bağımsızlık mücadelesini siyasal bir programa dönüştürdü.
Devletin laik, ulusal ve halk egemenliğine dayalı karakteri, partinin ilke ve hedefleri doğrultusunda şekillendi.CHP, kuruluş döneminde devrimlerin taşıyıcısı ve devletin kurucu iradesi olarak siyaset sahnesinde yer aldı.
Eğitimden hukuka, kadın haklarından ekonomi politikalarına kadar her alanda dönüşüm, CHP öncülüğünde gerçekleşti.
Bu nedenle CHP, siyaset sahnesinde varlığını sürdüren, toplumsal belleğin ayrılmaz parçası olarak değerlendirilir.Tek parti dönemi, genç bir cumhuriyetin ayakta kalabilmesi için zorunlu görülen bir geçiş süreciydi.
Bu dönem tek parti dönemi olmasına rağmen, farklı görüşlerin ve fikirlerin CHP çatısı altında bulunması, bir tür “muhalefet” işlevi gördü.
Parti meclisleri, kurultaylar ve grup toplantıları, dönemin siyasal kültüründe muhalefet sesinin en fazla duyulduğu alanlardı.Henüz çok partili hayata geçilmemişti, ancak CHP içinde ekonomi politikaları, laiklik uygulamaları ya da dış politika tercihleri konusunda farklı fikirler ve eğilimler vardı.
Bu durum, zaman zaman sert tartışmalara dönüşse de, demokrasi, eleştiri ve denetim kültürünün filizlenmesine katkı sundu ve çok partili hayata geçişin zeminini hazırlayan bir tecrübe olarak siyasal hafızada yer edindi.1946 yılına gelindiğinde çok partili hayata adım atıldı.
CHP’nin iktidarda bulunduğu koşullarda muhalefete izin verilmesi, ardından 1950 seçimlerinde Demokrat Parti’nin halk desteği ile iktidara gelmesi, CHP’nin kurucu kimliğinden gelen otoriter imajı kırması ve iktidarı devretmesi demokrasi tarihimiz açısından bir dönüm noktasıdır ve Türkiye’nin demokratik olgunluğunu göstermesi bakımından büyük önem taşır.CHP, iktidarı kaybetmesine rağmen demokrasiden geri adım atmadı ve seçimlerin meşruiyetini tartışmaya açmadı.
Bu tavır, askeri darbelerin, siyasal krizlerin, muhtıraların sıkça yaşandığı Türkiye’de demokrasi kültürünün kökleşmesine katkı sağlasa da demokrasiye geçiş süreci, CHP’nin hem sınavı hem de en sert iç hesaplaşmaların başladığı yıllar oldu.CHP, Atatürk dönemi de dahil kendi içinde sert tartışmalarla yüzleşen bir partidir.
İsmet İnönü ile Bülent Ecevit arasında yaşanan liderlik mücadelesi, bu hesaplaşmaların en sembolik örneklerinden biridir.
Ecevit’in “ortanın solu” çıkışıyla partiyi halkçı bir çizgiye çekmek istemesi, CHP’nin toplumsal tabanını genişletti; fakat parti içinde de derin ayrışmalara yol açtı.1980 darbesinden sonra CHP kadrolarının farklı partilerde toplanması, sosyal demokrat hareketi böldü.
SHP, DSP ve yeniden kurulan CHP, enerjisinin büyük bölümünü iç tartışmalara harcadı.
Bu bölünmüşlük, merkez solda kalıcı bir güç olmayı engelledi.Deniz Baykal dönemi, partinin yeniden toparlanma çabalarıyla geçti.
Ancak Baykal’ın sert liderlik tarzı, parti içi demokrasi tartışmalarını büyüttü.
Bu yıllarda CHP, AK Parti’nin yükselişine güçlü bir alternatif geliştiremedi.Kemal Kılıçdaroğlu’nun 2010’da genel başkanlığa gelmesi, başlangıçta “değişim” umudu yarattı.
Fakat seçimlerde alınan sonuçlar, partide yine bir iç sorgulama sürecini başlattı. 2023 seçimlerinden sonra yaşanan liderlik değişimi ve Özgür Özel’in genel başkan seçilmesi, CHP’nin tarihten bu yana gelen iç hesaplaşmalar zincirine yeni bir halka ekledi…CHP, tarihine ve kurucu değerlerine rağmen uzun yıllardır iktidar alternatifi oluşturamıyor.
Geçmişten bu yana gelen parti içi hesaplaşmalar, ideolojik tutarsızlıklar ve siyasal iletişim hataları bu çıkmazın temel sebepleri arasında yer alıyor.
Atatürk’ün çizgisinden sapmalar özellikle “halkçılık” anlayışından uzaklaşılması, CHP’nin zamanla bürokratik bir kimliğe sıkışmasına, ayrıcalıklı sınıf, elitlerin partisi haline gelmesine ve geniş halk kitleleriyle sahici ve samimi bağ kuramamasına, bu yönde siyaset üretememesine yol açtı.Bu tarihsel sorunlar, yerel seçimlerde elde edilen başarının iktidar perspektifine dönüşmesini de sınırlıyor.
Nitekim yerel seçimlerde CHP başarılı oldu söylemi tek başına bir anlam ifade etmiyor.
Çünkü bu başarı, kent uzlaşı gibi yapılan ittifakların, seçmenin iktidara yönelik tepkisinin ve yerel adayların kişisel performanslarının toplamından doğan bir sonuçtur.
CHP 47 yıl sonra birinci parti oldu demek ve bunu yalnızca CHP'nin başarısı olarak göstermek, diğer muhalif partilere de haksızlıktır.
Ayrıca yerel seçim ile genel seçim dinamiklerinin farklı olduğunu da unutmamak gerekir.Üstelik CHP, yerel seçimlerde yakaladığı ivmeyi kalıcı bir güvene dönüştüremedi ve kendini bu alanda ispat edemedi.
Seçmen için belediyeler, iktidar sorumluluğuna hazır olup olunmadığını ölçen bir test aşamasıdır; şeffaflık, hizmet kalitesi ve kriz yönetimi bu sınavın en belirleyici unsurlarıdır.
Bu bağlamda seçmen, CHP’nin hizmet üretme kapasitesini, şeffaflık düzeyini ve krizleri yönetme becerisini yakından izlerken, bazı CHP’li belediyelerde liyakat eksikliği, nepotizm, kadrolaşma, yolsuzluk iddiaları, dava dosyaları ve yönetim krizleri ön plana çıktı.
Bu tablo, elde edilen başarıyı gölgeleyen ve partinin genel iktidar iddiasını zayıflatan bir süreci de beraberinde getiriyor.Bugün CHP’ye düşen görev, Atatürk’ün çizgisinde ülkenin çıkarlarını önceleyen, halkla iç içe ve çözüm odaklı siyaset anlayışına yeniden dönmesidir.
CHP, parti içi hesaplaşmalardan, yargıya intikal eden dava dosyalarından arınıp halkın gerçek sorunlarına ve beklentilerine eğildiği takdirde, Cumhuriyet’in kurucu partisi olmanın sorumluluğunu layıkıyla yerine getirebilir.
Ancak o zaman halkın güvenini kazanarak 9 Eylül’ün bağımsızlık ruhuna, kuruluş felsefesine yakışır biçimde Cumhuriyet’in geleceğinde belirleyici bir rol üstlenebilir.