Haber Detayı

Feyyaz Yiğit: Kendimden bahsetmek beni mutsuz ediyor
Kelebek hurriyet.com.tr
16/11/2025 07:00 (1 ay önce)

Feyyaz Yiğit: Kendimden bahsetmek beni mutsuz ediyor

O yazdıklarıyla, oyunculuğuyla son yıllarda bizi en güldüren ve en sevilen isimlerden. İşleri dışında fazla ortalarda görünmüyor, dolayısıyla da çok merak ediliyor. Bu hafta vizyona giren ‘Soyut Dışavurumcu Bir Dostluğun Anatomisi Veyahut Yan Yana’ filminin başrol isimlerinden Feyyaz Yiğit’le buluşuyoruz. Ve onun dünyasına girmeye çalışıyoruz.

Bu Feyyaz Yiğit’le ilk röportajımız.

Zaten onun bir gazete röportajı vermesi de çok nadir yaşanıyor.

Bu da başta ‘Acaba çok mu durgun, az mı konuşuyor’ diye düşünmeme sebep oluyor.

Ama Feyyaz konuşkan ve samimi.

Sadece kendi halinde yaşamayı seven biri.

Zaten kendi deyişiyle çoğu zaman ünlü olduğunu da unutuyor.

Etrafına karşı çok kibar ve doğalında da komik biri.

Onu tanımak için başlıyoruz muhabbete...◊ Son yıllarda fırtınalar estiriyorsun.

Türkiye’nin en sevilen, merak edilen mizahçısı ve komedi oyuncularından biri haline geldin.

Ama çok ortalarda yoksun.

Gazete röportajın yok denecek gibi, şok açıklamaların yok.

Magazinde görünmüyorsun.

Bu kendini gizli tutmak adına planlı verdiğin bir karar mı, yoksa gerçekten daha kapalı yaşayan biri misin?Bu böyle biri olmamla alakalı.

Birincisi; benim öyle şok açıklamalarım olsa ‘Eyvah, şok açıklamalarım var, niye normal açıklamalarım yok’ diye düşünmekten kendimi kahrederim.

İkincisi; çok basit, ufak bir hayatım var.

Evde oturuyor, çay içiyoruz.

Sonra kalkıyorum, işe gidiyor, çalışıyorum, tekrar eve dönüyorum.

Yani yaptığım iş dışında hiçbir şeye hevesim yok aslında.◊ Neden öyle?Bana zevk vermiyor.

Şu an bile zorlanıyorum, kendimden bahsetmek beni mutsuz ediyor.◊ Beni korkutma...

Hadi pozitif olalım, güzel sohbet edelim...

Şu an içinde bulunduğum anı o kadar az yaşıyorum ki, en azından bir değişiklik oluyor, o açıdan iyi hissettiriyor, sıkıntı yok.◊ O zaman sen işinle mutlu olanlardansın, değil mi?Yazı yazayım, oynayalım, çekelim, güzel bir şey çıkaralım...

Yaptığımız işin süresince insanlara iyi vakit geçirtelim, görevimizi tamamlayalım, sonra kazandığımız parayla markete gidip beyazpeynir, domates alalım.◊ Beyazpeynir, domates almanın ötesinde kazanıyorsundur artık...

Daha fazla kazansan da ne yiyeceksin ki?◊ Biz sohbete başlamadan önce “Ben ünlü olduğumun farkında değilim” dedin...

Gerçekten hissetmiyor musun?Eve kargo geldikçe ya da yemek söyledikçe hissettiğim bir şey.

Trafikte biri bana bakınca, ‘Niye bakıyor acaba’ diyorum içimden.

Unutmuş oluyorum.

Gerçekten kapalı ve küçük bir hayat yaşadığında o sana unutturuyor.

Eşim, arkadaşlarım da hiçbiri bana ünlü olduğumu hissettirecek gibi davranmıyor, hepsini çok eskiden tanıyorum.

Hatta bende azıcık bir ünlülük hissetseler, bunu döverek yok edecek insanlar.

Çünkü aile böyle bir şey.

Sana çekidüzen verir. ◊ Peki, yine de ünlüsün ve bunu sevdin mi?

Çok arada olunca güzel oluyor, sürekli ünlü olmak bence iyi bir şey değil.◊ Nasıl yani?Mesela bir hafta kimseyle görüşmedin, sonra bir yerde yemek yerken orada aldığın iltifatlar iyi geliyor.

İkiyüzlülük yapmayacağım, insanların sevgisi, takdiri beni mutlu ediyor.

Geçenlerde bir yere gittik, otoparka arabayı bıraktık, orada bir çocuk geldi; “Abi ben çok kötü günler geçiriyordum, senin sayende o günleri atlattım” dedi.

Birinden böyle özel, onun yaşadığı şeyle alakalı bir geri dönüş aldığın zaman duygulanıyor, hakikaten ona sarılmak istiyorsun.

Yaptığın şeyin böyle sonuçlar doğurduğunu görmek gururlandırıyor.

Çünkü bazen ‘Biz dizi yaptık da, dizi yapmak diye iş mi olur’ diye düşünüyorum.◊ Neden öyle hissediyorsun?Bunun kime ne faydası olabilir, insanlık için hiçbir anlamı yok, dizisiz yaşamak mümkün ve biz bunu yapıyoruz diyorum.

Doktor, öğretmen ya da çiftçi olmak...

Bunlar daha doğrudan insana faydası olan şeyler gibi düşünüyorum.

Ama biraz önce anlattığım örnekteki gibi biri gelip bir şey söyleyince o kadar da önemsiz bir şey yapmamışız hissi oluşuyor, bu beni tatmin ediyor.◊ Güldüren insanların özel hayatlarında daha sert mizaçlı olduklarını söylerler.

Sen nasıl birisin?Hiç sert mizaçlı değilim.

Hatta aşırı sakinim.◊ Seninle ilgili birçok yorumda “Kendimi iyi hissetme sebebim” yazmışlar...Bu beni mutlu eden şey.◊ Peki, sen neyi ya da kimleri izlediğinde kendini iyi hissedi- yorsun?Hepimizde bu vardır, eski şeyleri izlediğimizde mutlu oluyoruz.

Senelerdir ‘Seinfeld’ izlerim.

Evde ne izleyeceğimizi bilmediğimiz zaman onu açarız.‘Kendime tekne satın almak zorunda hissetseydim devam ederdim’◊ Herkesin hayran olduğu ‘Gibi’ artık bitti mi?Kesin bitti.◊ Çok izlenen bir iş yapıyorsun.

Tam bundan çok para kazanıp ekmeğini yiyecekken neden bitirdiniz?Bu işe saygıyla alakalı.

Bir süre sonra ortaya çıkardığımız şeye zarar vermeye başlarız, ne kadar istesek de kendimizi tekrar ederiz.

Bu iş, iyi hatırlanan ve veda edebilme olgunluğunu da göstermiş bir iş olmalı gibi hissettik.◊ Tam herkes konuşurken, ideallerin uğruna işi bitiriyorsun diye eşin kızmıyor mu?Yok, aç değiliz, açıkta değiliz.

Kendime tekne satın almak zorunda hissetseydim devam ederdim ama öyle bir şey hissetmiyorum.  ‘BU HİKÂYEDE ÇOK CİDDİ BİR SINIF AYRIMI VAR’ ◊ Yeni sinema filminiz vizyona girdi, ‘Soyut Dışavurumcu Bir Dostluğun Anatomisi Veyahut Yan Yana’.

Bu nasıl bir isim?

Bu uzun versiyonu... ‘Yan Yana’ olarak kısa versiyonu da var.

Aslında izlediğinizde anlayacaksınız.

Birbirine çok yabancı iki karakterin birlikte inşa ettikleri dostluğu seyrediyoruz.

Bizi dudağımızın kenarından gülümseten şey de o aralarındaki dostluk oluyor.

İkisi de birbirini kendi dünyalarına çekiyor ve ikisi de diğerinin dünyasına yabancı.

Ve bütün bunlar yaşanırken yan yana olmak zorundalar.

Çünkü Haluk Abi’nin oynadığı karakter, boynundan aşağısı tutmayan bir işadamı.

Dolayısıyla filminin adındaki uzun tarif, bu süreçte yaşanan her şeyi kıyısından köşesinden izah etse de bizim gördükçe asıl mutlu olduğumuz şey onların yan yana oluşu.◊ Orijinal film ‘The Intouchables’ı uyarlarken ne kadar değiştirdiniz?Hikâye dünyanın her yerinde insanın hissedebileceği duygulara sahip.

Ama ince bir çizgi var.

Senaryo uyarlanırken ilk başta yazarın kastettiği şeyin dışına çıkmamak, hikâyenin orijinalini anlamak çok önemli.

Bunu anladıktan sonra senin daha yakından tanıdığın insanlara bu hikâyeyi anlatmanın yolunu arıyorsun.

Anlattığımız hikâye aynı ama tavrımız ve yaklaşımımız biraz daha bizden.◊ Filmi bilmeyenlere nasıl anlatırsın?Bu filmi izlemek iyi hissettiriyor, yüzünüzde bir tebessüm olacak.

Benim karakterim, kendi içine doğduğu dünyaya bile yabancı olan biri.

Zaten bu hikâyede çok ciddi bir sınıf ayrımı var.

Üstüne bir de iki karakter birbirine uzaylı denecek kadar yabancı.

Haluk Bilginer’in karakteri için bir hastabakıcı arıyorlar.

Benim karakterim “Ne iş olsa yapabilirim” noktasında.

Ve o, hayatında karşılaşmadığı dobralık ve dürüstlüğü benim karakterimde görüyor.◊ Hem senaryo yazımında varsın hem başrollerden birisin.

Ve bu bir komedinin yanı sıra aynı zamanda dram da barındırıyor.

Nasıldı senin için?Biraz daha şaka yapalım ihtiyacını hissetmedim ama sahnelerin enerjisiyle içimden gelen şeyleri de tutmadım.

Benim için farklıydı, zordu.

Zaten Haluk Bilginer’le birlikte olmanın ekstra bir heyecanı, korkusu vardı.

Çünkü onun çok iyi olacağını biliyorsun ve sen çok iyi olmayabilirsin.

Bu da çok yüksek bir olasılık. “Bu işe zarar verir mi” endişesi vardı.

Ama bunlar Haluk Abi’nin de yardımlarıyla halloldu.  ‘AÇLIK SEVİYESİNDE SIKINTILAR YAŞANDI’ ◊ Senin hikâyen nerede başlıyor?Düzceliyim ama Ankara’da büyüdüm. 11 yaşındayken 99 depremi oldu, Ankara’ya yerleştik.

Orada akrabalarımız vardı, ortaokulu okudum, sonra güzel sanatlar lisesine gittim.◊ Anne-baba ne iş yapıyordu?Annem-babam emekli memur.

Ama babam tiyatro ve resim yapardı, Düzce’deyken, bayramlarda belediye binalarına asılan büyük Atatürk portrelerini yapardı.

Bizde abimle ona yardım eder, boya taşırdık.

Annem de memurdu.◊ Sen güldürmeyi neden seçtin?Hiçbir fikrim yok, hayatta öyle bir dönemeç yaşamadım.

Yazmak benim için bir iş olduktan sonra “Yazarım ve mizah yazıyorum” gibi bir fikre kapıldım.◊ Bu sırada yaşadığın zorluklar oldu mu?

Yoksa bütün kapılar önüne açıldı mı?

Tabii zorluklar oldu.

Ben yazı yazmak ve bunu son ana kadar yapmak istedim.

Evde şunu konuştuk; “Ben bir yere gidip çalışabilecek donanımda birisiyim ama asıl zamanı hak eden şey yazmak.

Ama artık çalışmak zorundayım, eve para girmesi gerekiyor” dedim.

Karım da “Sen yazı yazmak istiyorsun, benim maaşımla geçiniriz” dedi.

Bana o alanı verdi.

Yani maddi anlamda sıkıntı çok oldu.

Açlık seviyesinde sıkıntılar yaşandı.

Bazılarını karımla yaşadım, bazıları öncesinde benim yaşadığım şeylerdi.◊ Hiçbir şey o kadar kolay değil...Tabii...

Bir formülü, bir sırrı da yok ve işin içinde şans da var.

Ben hiçbir zaman “Çok çalıştım, başardım” demedim, şansım da yaver gitti.

Çok fazla çalışıp onun meyvelerini toplayamamış, yaşarken kıymeti bilinmemiş birçok yazar, ressam var.

Bu biraz şansla da alakalı. ‘BEN O KADAR DIŞARIYI EMEREK YAŞAYAMAM’ ◊ Sosyal medyada yapılan “Güldürdü” ya da “Yok bu sefer güldüremedi” gibi yorumlar, linçler sana ne hissettiriyor?Üç-dört sene önce yorum okumama kararı aldım.

Zaten X’i de kapattım.

Çünkü kimsenin milyonlarca insanın yorumuna ihtiyacı yok, hayat öyle yaşanacak bir şey değil.

Ben o kadar dışarıyı emerek yaşayamam, odamda oturuyor, kapımı kapatıyorum, yaşadığım hayat o kadar.◊ Bu durumda güncel mizahı nasıl yakalıyorsun?Aslında yaptığımız şey güncel bir mizah değil.

Dünyanın her yerinde insanla alakalı konular aşağı yukarı aynı.

Bu, sokağa çıkıp tek tek insanlara bakmanın ötesinde biraz kendine dönüp ben nasıl biriyim diye bakmakla alakalı.

Daha insanla alakalı, evrensel şeyler bizim ilgimizi çekiyor, Aziz’le (Aziz Kedi) üzerine şakalaştığımız şeyler de genelde onlar oluyor.◊ Mizahın için “Sıradan ama bir yandan da sıradışı” diye bir yorum okudum.

Sen mizahını nasıl tanımlarsın?Ben kendi mizahımı tanımlayamam, bence bana has bir mizahım da yok.

Bu tamamen seyircinin takdiri.

Çünkü bu dünyanın her yerinde yapılan bir şey, bizim bulduğumuz bir şey değil.

Bizim yaptığımız, elimizdeki hikâyeyi nasıl bir tavırla aktaracağımıza karar vermek.

Şakalarımızı seyircinin gözüne de sokabilirdik, sokmamaya karar verdik.

Yazdığımız mizahı drama gibi gördük, bütün saçmalıkları gerçekmiş gibi anlatmaya yönelik bir tavır takındık.

Bizim istediğimiz gibi bir şey tüketecek birileri var mı, haberimiz yoktu.

Varmış aslında, bu bizim için de sürpriz oldu. ‘RESİM BANA İYİ GELEN BİR ŞEY’ ◊ Seninle ilgili şöyle yazılmış; yazar, senarist, grafik tasarımcısı, müzisyen, oyuncu, ressam...

Nasıl bir şey bu?

Lisede resim bölümü okudum.

Hâlâ evde sürekli resim yaparım ama sergi falan açmadım.

Üniversitede grafik tasarım okudum, kısa bir dönem grafik tasarımcı olarak iş yaptım.

Benim edindiğim meslek aslında hep yazarlık oldu.

Gitar çalıyorum, orkestrada gitar çaldım ama bir müzisyen değilim bence.

Şimdi ayakkabın vuruyor olsa, onu tamir etsem, ayakkabıcı mı olurum?

Hayatta yaptığım şeyler var; bazılarını iyi yapabiliyorum, bazılarını da kötü yapıyorum.◊ Filmdeki tabloyu sen çizmişsin.

Neler çizmeyi seviyorsun?Yaptığım resimlerin birçoğu birbirine benziyor ama ne figüratif ne soyut denilebilir.

Kategorize ettiğim bir şey yok.

Resim bana iyi gelen bir şey.◊ Filmin ‘İtfaiye’ şarkısını sen söylüyorsun, şarkıcılık da yapıyorsun...Aslında yapmıyorum. “Ne iş olsa yaparım” gibi durum oluyor.

Bunların hepsinden ayrı ayrı para almıyorum, hepsi tek bir paket anlaşma (gülüyor).◊ Diyelim bayıldılar, bir tekli şarkı teklifi gelse yapar mısın?Konuşuruz.  ‘ALİ ATAY’IN BASKISIYLA OYUNCU OLDUM’ ◊ Şöhretin meraklısı değilsin.

Zaten yazarlık yapıyorsun.

Neden oyunculuğa geçtin?

Oyunculuğun parası daha iyiydi, oyunculuğa başladım.

Oyunculuktan kazandığım para yazarlıktan kazandığımın 5-6 katı var.◊ Gerçekten o yüzden mi?Aslında tam sebebi o da değil. ‘Ölümlü Dünya’yı ilk yazdığımızda aslında Ali Atay’ın baskısıyla oyuncu oldum.

Senaryo çalışırken o karakteri ben oynuyordum, hem Aziz’in hem Ali’nin ısrarları ve iknalarıyla, benim de o an yaptığım şeyden zevk almamdan başladı.

Diğer tarafı sonraki bir uyanış.

Bana verilen sorumluluğu yerine getirdim mi, kimseyi kandırmıyorum değil mi, işimi de iyi yapmış mıyım, bu parayı da hak ettim mi, tamam.◊ Peki, oyunculuk mesleği sana ne öğretti?Oyunculuk bana kıyafet değiştirmeyi hiç sevmediğimi öğretti.◊ Nasıl yani?Sürekli kostüm giy, çıkar.

Bizim setlerimiz genelde kışın oluyor, genelde evden çıkarken üzerimde olan eşofmanın üstüne giyerim pantolonu.

Kıyafet değiştirirken çok üşendiğimi fark ettim.

Ama “Oyun” deyip de sahnenin içine girdiğimiz o çekim anından çok fazla zevk alıyorum, onun dışındaki her şey beni çok yoruyor.

Ne kadar kötü şeyler öğrenmişim ya oyunculuktan (gülüyor).◊ Evet, hiç güzel bir şey çıkmadı...Belki de oyunculukla ilgili hayallerim olmadığı için.

İlgili Sitenin Haberleri