Haber Detayı

Pazarın anatomisini değiştirmek: Rekabet hukuku tarımda ne arıyor?
Dünya# dunya.com
28/11/2025 20:20 (4 hafta önce)

Pazarın anatomisini değiştirmek: Rekabet hukuku tarımda ne arıyor?

Daha önce yayımlanan “Enf­lasyon ile Mücadelede Yar­dıma İhtiyaç Var mı?” başlıklı ya­zımızda, Rekabet Kurumu’nun son dönemde giderek belirginle­şen yeni yaklaşımını vurgulamış­tık: “Öncelik ceza değil; iş modeli­ni ve pazar yapısını değiştirmek.”

RECEP GÜNDÜZ (Rekabet Hukuku Danışmanı)Kurum’un bunu derken tarihinin en yüksek cezalarını vermesi bir ironi gibi dursa da artık bu anlayış yalnızca karar satır aralarında de­ğil, doğrudan Kurum Başkanı Sa­yın Birol Küle’nin açıklamalarında da açıkça görülüyor.

Küresel reka­bet hukuku düşüncesindeki kay­ma da bu tabloyu destekliyor: Salt kısa dönemli etkinlik odaklı ana­lizlerin yerini, pazar yapısındaki bozulmaları hedef alan daha yapı­salcı bir yaklaşım alıyor.Bu yaklaşımın Türkiye’de en gö­rünür olduğu alanlardan biri kuş­kusuz tarım ve hayvancılık sektö­rü.

Beyaz et piyasasında verilen cezaların yanında şirketlere yük­lenen davranışsal yükümlülükler; fındık sektöründe Ferrero’ya ge­tirilen kapsamlı taahhütler; süt ve yem piyasasında devam eden in­celemelere eşlik eden geçici tedbir kararları… Bunların tamamı aslın­da aynı resmin parçaları: Rekabet hukuku artık tarım piyasalarını yalnızca “fiyat kartelleri” açısın­dan değil, pazarın bütün dinamiği açısından okuyor.Peki ama bu alan gerçekten re­kabet hukukunun “doğal” sınırları içinde mi?Teorik çerçeve: Zor pazarların zor sorularıTarım piyasalarının rekabet hu­kuku açısından zorlayıcı yönü or­tada: Yoğunlaşmış oligopson ya­pılar, kırılgan tedarik zincirleri, talep esnekliği düşük temel gıda ürünleri, yüksek maliyet oynaklığı ve çoğu ülkede yaygın kamu müda­haleleri… Bu özellikler, geleneksel etkinlik analizlerinin ötesinde bir perspektif talep ediyor.Bu konunun sadece bizde değil, dünyada da yoğun biçimde tartı­şıldığını görüyoruz.

Ortak nokta şu: Tarım piyasalarında rekabet hukuku, yalnızca firma davranı­şını değil, pazar tasarımını ve ku­rumsal mimariyi de dikkate almak zorunda.

Türkiye’deki yönelim de tam bu küresel eğilimle paralel.Türkiye perspektifiAslında Rekabet Kurumu, ta­rım piyasalarındaki bir türlü çö­zülemeyen problemlere yeni eğil­miyor.

Artık kavramın içi boşaldı­ğı için “yapısal sorun” yerine “bir türlü çözülemeyen meseleler” de­mek daha doğru geliyor.

Fındık piyasası bunun en çarpıcı örneği.

Kurumun 2016 tarihli Fındık Sek­tör Araştırması, bugün yeniden gündeme gelen birçok dinamiği yıllar önce ortaya koymuştu:●Verimlilik düşüklüğü, yaş­lanan bahçeler, bölgesel maliyet farkları;●Depolama imkânlarının sınır­lılığı nedeniyle üreticiyi zayıflatan emanetçilik/alivre sistemi;●Rekolte spekülasyonlarının fiyatları istikrarsızlaştırması;●İhracata bağımlı bir ürün ol­masına rağmen aracılı tedarik zin­cirinin üreticinin payını aşındır­ması.Bugün alıcı gücü ekseninde Fer­rero’ya getirilen taahhütler, aslın­da bu raporda işaret edilen sorun dizisinin bir devamı niteliğinde.

Kurumun yaptığı şey, sadece bir davranışı cezalandırmak değil; pi­yasanın yapısal tıkanıklıklarını açacak zorunluluklar üretmek.Beyaz et kararındaki yüküm­lülükler de benzer bir mantık ta­şıyor: Fiyat oluşumunda rekabe­ti bozan davranışlar kadar, üreti­ci sözleşmelerinin şeffaflığı, bilgi asimetrisi ve dikey bağımlılık iliş­kilerinin yapısı da müdahalenin konusu.Halen devam eden süt ve yem pi­yasasındaki soruşturmalar kap­samında verilen geçici tedbir ka­rarları ise, “Gıda enflasyonunun en kırılgan alanlarında rekabet, makroekonomik istikrarın parça­sıdır” mesajını içeriyor.Tarımda yapısal rekabet hukuku şart mı?Türkiye’nin içinde bulunduğu yüksek enflasyon ortamı dikkate alındığında tarım ürünleri piyasa­larının rekabetçi işleyişi, salt tü­ketici fiyatlarına etkisi nedeniyle değil, tarımsal sürdürülebilirlik ve gelir dağılımı açısından da önem taşıyor.Gıda zincirinin üst halkalarında yoğunlaşma artarken, alt halkalar­da — üreticide — verimlilik ve gelir düşüklüğü devam ediyor.

Bu du­rum sadece ekonomik değil, sos­yal bir risk.

Kurumun yapısal mü­dahaleleri tam bu noktada anlam kazanıyor:– Üreticinin pazarlık gücünü ar­tırmak,– Tedarik zincirindeki bilgi asi­metrisini azaltmak,– Depolama ve lojistiğin reka­betçi kapasiteye dönüşmesini teş­vik etmek,– Piyasa dışlayıcı uygulamaları erken aşamada durdurmak.Öte yandan bu müdahalelerin klasik rekabet hukuku refleksle­riyle birebir örtüşmediği açık.

Bu nedenle şirketler tarafında hukuki öngörülebilirliğin azaldığı yönün­de kaygılar da var.

Ancak dijital­den tarıma kadar pek çok alanda yaşanan yoğunlaşma, enflasyon ve derinleşen gelir dağılımı sorunla­rı, tüm dünyayı alışılmışın dışında davranmaya itiyor.

Bu nedenle re­kabet hukuku, tarım piyasaların­da da bir pazar tasarım aracına dö­nüşüyor.Getirilen bu yeni yapısalcı yak­laşımın makroekonomik bazı he­defleri olduğu açık.

Tarım ve hay­vancılık gibi esnekliği düşük, arz şoklarına açık, lojistik ve depola­ma kapasitesinin kritik olduğu bir alanda rekabet politikasındaki de­ğişiklik, şu etkileri hedefliyor:– Arz istikrarını güçlendiren uy­gulamalarla fiyat dalgalanmasını azaltmak,– Bilgi asimetrisinin kırılmasıy­la spekülatif fiyat oluşumlarını sı­nırlamak,– Dikey sözleşmelerin şeffaflaş­masıyla üreticinin sürdürülebilir­liğini artırmak,– Zincir marketlerin alıcı gücü­nün sınırlandırılmasıyla tedarik­çiye nefes alanı açmak.Bunların tamamı uzun vadede “yapısal enflasyon” dediğimiz ala­na temas ediyor.

Rekabet Kuru­mu’nun tarım ve hayvancılık ala­nındaki son uygulamaları, bu ala­nın artık “istisnai” bir düzenleme sahası olmadığını; tam tersine, Türkiye ekonomisinin en kırılgan halkasında rekabet hukukunun bir piyasa düzenleme aracı haline gel­diğini gösteriyor.Bu yük sürdürülebilir mi?Fakat bu durum bizi hep aynı if­ritten soruya geri götürüyor: Bu makro hedefleri yalnızca reka­bet hukuku araçlarına bırakmak mümkün mü?

Soruşturmalar, ta­ahhütler ve davranışsal yükümlü­lüklerle tüm bu piyasaları uzun va­dede regüle etmek sürdürülebilir olabilir mi?Yoksa bu çaba, rekabet otorite­lerine kaldırmakta zorlanacakları bir regülasyon yükü getirip bu ku­rumların kendi DNA’larını mı zor­lar?

Daha açık bir ifadeyle: Makro­ekonomik bir türlü çözülemeyen meselelerle salt rekabet hukuku aracılığıyla mücadele etmek, reka­bet otoritelerini “Timur’un fille­ri” hikâyesindeki Nasreddin Ho­ca’nın konumuna mı düşürür?Belki de daha sürdürülebilir olan, tarım, sanayi, dijitalleşme ve istihdam politikalarıyla destekle­nen, kurumlara kendi alanlarında aşırı yük bindirmeyen bütüncül bir yaklaşım.Ama şunu da teslim etmek ge­rek: Bu bütüncül politika seti bir türlü başarılamadığı için rekabet otoritelerinin rollerini genişlet­mek zorunda hissetmeleri de bir başka gerçeklik.

İlgili Sitenin Haberleri