Haber Detayı
Pazarın anatomisini değiştirmek: Rekabet hukuku tarımda ne arıyor?
Daha önce yayımlanan “Enflasyon ile Mücadelede Yardıma İhtiyaç Var mı?” başlıklı yazımızda, Rekabet Kurumu’nun son dönemde giderek belirginleşen yeni yaklaşımını vurgulamıştık: “Öncelik ceza değil; iş modelini ve pazar yapısını değiştirmek.”
RECEP GÜNDÜZ (Rekabet Hukuku Danışmanı)Kurum’un bunu derken tarihinin en yüksek cezalarını vermesi bir ironi gibi dursa da artık bu anlayış yalnızca karar satır aralarında değil, doğrudan Kurum Başkanı Sayın Birol Küle’nin açıklamalarında da açıkça görülüyor.
Küresel rekabet hukuku düşüncesindeki kayma da bu tabloyu destekliyor: Salt kısa dönemli etkinlik odaklı analizlerin yerini, pazar yapısındaki bozulmaları hedef alan daha yapısalcı bir yaklaşım alıyor.Bu yaklaşımın Türkiye’de en görünür olduğu alanlardan biri kuşkusuz tarım ve hayvancılık sektörü.
Beyaz et piyasasında verilen cezaların yanında şirketlere yüklenen davranışsal yükümlülükler; fındık sektöründe Ferrero’ya getirilen kapsamlı taahhütler; süt ve yem piyasasında devam eden incelemelere eşlik eden geçici tedbir kararları… Bunların tamamı aslında aynı resmin parçaları: Rekabet hukuku artık tarım piyasalarını yalnızca “fiyat kartelleri” açısından değil, pazarın bütün dinamiği açısından okuyor.Peki ama bu alan gerçekten rekabet hukukunun “doğal” sınırları içinde mi?Teorik çerçeve: Zor pazarların zor sorularıTarım piyasalarının rekabet hukuku açısından zorlayıcı yönü ortada: Yoğunlaşmış oligopson yapılar, kırılgan tedarik zincirleri, talep esnekliği düşük temel gıda ürünleri, yüksek maliyet oynaklığı ve çoğu ülkede yaygın kamu müdahaleleri… Bu özellikler, geleneksel etkinlik analizlerinin ötesinde bir perspektif talep ediyor.Bu konunun sadece bizde değil, dünyada da yoğun biçimde tartışıldığını görüyoruz.
Ortak nokta şu: Tarım piyasalarında rekabet hukuku, yalnızca firma davranışını değil, pazar tasarımını ve kurumsal mimariyi de dikkate almak zorunda.
Türkiye’deki yönelim de tam bu küresel eğilimle paralel.Türkiye perspektifiAslında Rekabet Kurumu, tarım piyasalarındaki bir türlü çözülemeyen problemlere yeni eğilmiyor.
Artık kavramın içi boşaldığı için “yapısal sorun” yerine “bir türlü çözülemeyen meseleler” demek daha doğru geliyor.
Fındık piyasası bunun en çarpıcı örneği.
Kurumun 2016 tarihli Fındık Sektör Araştırması, bugün yeniden gündeme gelen birçok dinamiği yıllar önce ortaya koymuştu:●Verimlilik düşüklüğü, yaşlanan bahçeler, bölgesel maliyet farkları;●Depolama imkânlarının sınırlılığı nedeniyle üreticiyi zayıflatan emanetçilik/alivre sistemi;●Rekolte spekülasyonlarının fiyatları istikrarsızlaştırması;●İhracata bağımlı bir ürün olmasına rağmen aracılı tedarik zincirinin üreticinin payını aşındırması.Bugün alıcı gücü ekseninde Ferrero’ya getirilen taahhütler, aslında bu raporda işaret edilen sorun dizisinin bir devamı niteliğinde.
Kurumun yaptığı şey, sadece bir davranışı cezalandırmak değil; piyasanın yapısal tıkanıklıklarını açacak zorunluluklar üretmek.Beyaz et kararındaki yükümlülükler de benzer bir mantık taşıyor: Fiyat oluşumunda rekabeti bozan davranışlar kadar, üretici sözleşmelerinin şeffaflığı, bilgi asimetrisi ve dikey bağımlılık ilişkilerinin yapısı da müdahalenin konusu.Halen devam eden süt ve yem piyasasındaki soruşturmalar kapsamında verilen geçici tedbir kararları ise, “Gıda enflasyonunun en kırılgan alanlarında rekabet, makroekonomik istikrarın parçasıdır” mesajını içeriyor.Tarımda yapısal rekabet hukuku şart mı?Türkiye’nin içinde bulunduğu yüksek enflasyon ortamı dikkate alındığında tarım ürünleri piyasalarının rekabetçi işleyişi, salt tüketici fiyatlarına etkisi nedeniyle değil, tarımsal sürdürülebilirlik ve gelir dağılımı açısından da önem taşıyor.Gıda zincirinin üst halkalarında yoğunlaşma artarken, alt halkalarda — üreticide — verimlilik ve gelir düşüklüğü devam ediyor.
Bu durum sadece ekonomik değil, sosyal bir risk.
Kurumun yapısal müdahaleleri tam bu noktada anlam kazanıyor:– Üreticinin pazarlık gücünü artırmak,– Tedarik zincirindeki bilgi asimetrisini azaltmak,– Depolama ve lojistiğin rekabetçi kapasiteye dönüşmesini teşvik etmek,– Piyasa dışlayıcı uygulamaları erken aşamada durdurmak.Öte yandan bu müdahalelerin klasik rekabet hukuku refleksleriyle birebir örtüşmediği açık.
Bu nedenle şirketler tarafında hukuki öngörülebilirliğin azaldığı yönünde kaygılar da var.
Ancak dijitalden tarıma kadar pek çok alanda yaşanan yoğunlaşma, enflasyon ve derinleşen gelir dağılımı sorunları, tüm dünyayı alışılmışın dışında davranmaya itiyor.
Bu nedenle rekabet hukuku, tarım piyasalarında da bir pazar tasarım aracına dönüşüyor.Getirilen bu yeni yapısalcı yaklaşımın makroekonomik bazı hedefleri olduğu açık.
Tarım ve hayvancılık gibi esnekliği düşük, arz şoklarına açık, lojistik ve depolama kapasitesinin kritik olduğu bir alanda rekabet politikasındaki değişiklik, şu etkileri hedefliyor:– Arz istikrarını güçlendiren uygulamalarla fiyat dalgalanmasını azaltmak,– Bilgi asimetrisinin kırılmasıyla spekülatif fiyat oluşumlarını sınırlamak,– Dikey sözleşmelerin şeffaflaşmasıyla üreticinin sürdürülebilirliğini artırmak,– Zincir marketlerin alıcı gücünün sınırlandırılmasıyla tedarikçiye nefes alanı açmak.Bunların tamamı uzun vadede “yapısal enflasyon” dediğimiz alana temas ediyor.
Rekabet Kurumu’nun tarım ve hayvancılık alanındaki son uygulamaları, bu alanın artık “istisnai” bir düzenleme sahası olmadığını; tam tersine, Türkiye ekonomisinin en kırılgan halkasında rekabet hukukunun bir piyasa düzenleme aracı haline geldiğini gösteriyor.Bu yük sürdürülebilir mi?Fakat bu durum bizi hep aynı ifritten soruya geri götürüyor: Bu makro hedefleri yalnızca rekabet hukuku araçlarına bırakmak mümkün mü?
Soruşturmalar, taahhütler ve davranışsal yükümlülüklerle tüm bu piyasaları uzun vadede regüle etmek sürdürülebilir olabilir mi?Yoksa bu çaba, rekabet otoritelerine kaldırmakta zorlanacakları bir regülasyon yükü getirip bu kurumların kendi DNA’larını mı zorlar?
Daha açık bir ifadeyle: Makroekonomik bir türlü çözülemeyen meselelerle salt rekabet hukuku aracılığıyla mücadele etmek, rekabet otoritelerini “Timur’un filleri” hikâyesindeki Nasreddin Hoca’nın konumuna mı düşürür?Belki de daha sürdürülebilir olan, tarım, sanayi, dijitalleşme ve istihdam politikalarıyla desteklenen, kurumlara kendi alanlarında aşırı yük bindirmeyen bütüncül bir yaklaşım.Ama şunu da teslim etmek gerek: Bu bütüncül politika seti bir türlü başarılamadığı için rekabet otoritelerinin rollerini genişletmek zorunda hissetmeleri de bir başka gerçeklik.