Haber Detayı
Kötülük Örgütlü, Edebiyat ve Sanat da Öyle Olmalı
Televizyonda, sosyal medyada, gazetede her gün aynı cümleyi duyuyoruz:
Televizyonda, sosyal medyada, gazetede her g ün ayn ı c ümleyi duyuyoruz: Şu kadar ölü, bu kadar yaral ı… Rakamlar ço ğalıyor, y üzler siliniyor.
Oysa kar şımızda m ünferit bir öfke patlamas ından çok daha a ğır bir tablo var: Masalarda planlanan; yasa maddelerine, ihalelere, “g üvenlik” söylemine s ızmış örgütlü kötülük.
Sava ş planlarında “yan hasar” diye ge çen çocuk ölümleri, “i ş kazası” diye kapatılan maden faciaları, “ekonomik zorunluluk” adı altında meşrulaştırılan g üvencesizlik, “normalle şme” ve “reform” kelimeleriyle cilalanan otoriterleşme… Bunların hepsinin arkasında imzalar, onaylar, b ütçeler var.
Kötülük, bireysel vicdans ızlıktan ç ıkıp kuruma, şemaya, rapora kavuştuğunda örgütlü hale geliyor.
Tam burada edebiyat ve sanat devreye giriyor.
Roman, “on alt ı iş çi öldü” demez; sabah evden ç ıkarken çocu ğunun sa ç ını d üzelten madenciyi anlat ır.
Öykü, “yüzlerce göçmen” demez; cebinde buru şmuş bir fotoğraf taşıyan gencin yolculuğuna odaklanır.
Şiir, “yan hasar” demez; enkaz başında bekleyen annenin nefesini duyurur.
Resim, fotoğraf, sinema; yıkılmış bir evin önünde duran çocu ğu, yıllar boyunca g özümüzün içine bakt ırır.
Tiyatro sahnede aslında hepimize ait olan su ça sessiz tan ıklığı y üzümüze vurur.
Örgütlü kötülük unutturmak ister; edebiyat ve sanat hat ırlamakta ısrar eder.
Resmi raporların soğuk dili insanı rakama çevirirken, hikâyeler, dizeler, imgeler o rakamlar ın i çinden tek tek hayatlar ı geri ça ğırır.
Bir ülkenin gerçek ar şivi ço ğu zaman devlet kasalarındaki dosyalarda değil; romanlarda, g ünlüklerde, tan ıklıklarda, resimlerde saklıdır.
Mesele sadece hafıza değil, dilin kendisi.
K ötülük art ık kaba sloganlarla değil, “makul” g örünen kelimelerin içinden konu şuyor: “İstihdam esnekliği”, “g öçmen ak ını”, “g üvenlik paketi”...
Edebiyat, bu sözlü ğ ü reddetmenin imkân ı.
Yazar ve şair i çin kelime seçimi teknik bir mesele de ğil; siyasal ve etik bir tutum. “İş kazası” yerine ihmali, “yan hasar” yerine öldürülen çocuklar ı, “g öçmen sorunu” yerine yerinden edilmi ş hayatları yazmak; edebiyatın dilini, k ötülü ğ ün dilinden ay ırmanın yolu.
Sanatın diğer alanları da aynı soruyu soruyor bize: “Bu tabloda, bu karede, bu sahnede sen neredesin?” Bir film, bir tiyatro oyunu, bir performans; sadece dışarıdaki şiddeti değil, i çimizdeki suskunlu ğu da g örünür k ılıyor.
İzleyici, bir yerden sonra “Ben olsaydım?” sorusunu kendine sormadan salondan ç ıkamıyorsa, orada sanat, b ütün gücüyle çal ışıyor demektir.
Hi çbir roman tek ba şına savaşı durdurmayacak, hi çbir şiir tek başına bir maden ocağını kapattırmayacak; hi çbir sergi, hiçbir film, tek ba şına yasa maddesi yazmayacak.
Ama edebiyat ve sanat olmadan hafızamız daha çabuk silinecek, dilimiz daha h ızlı kirlenip yoksullaşacak, vicdanımız çok daha kolay uyu şacak.
Örgütlü kötülük kendili ğinden çözülmeyecek.
Kar şısına örgütlü bir haf ıza, örgütlü bir vicdan ve örgütlü bir hakikat ısrarı ç ıkarmak zorundayız.
Edebiyat ve sanat, tam da bu nedenle l üks de ğil; yaşamsal bir ihtiya ç.
Belki dünyay ı değiştiremezler ama d ünyaya dair bak ışımızı k ökten de ğiştirirler.
Bug ün belki de en çok şu üç söze ihtiyac ımız var: Bak.
Duy.
Unutma.
Ve buna bir c ümle daha ekleyelim: Yaz.
Anlat.
Göster.
Edebiyat ve sanat, örgütlü kötülü ğ ün tam kar şısında, örgütlü bir haf ıza olarak dursun diye...