Haber Detayı
Soframızdaki Tehlike: Gıdamız Neden Avrupa’dan Geri Dönüyor?
Türkiye’de üretilen gıdaların ne kadar güvenilir olduğunu ne yazık ki kendi denetimlerimizden değil, Avrupa sınırlarından geri çevrilen kamyonlarımızdan öğreniyoruz.
Türkiye’nin Avrupa’ya gönderdiği gıdalarla ilgili yılbaşından bu yana 439 resmi bildirim yapıldı.
Bunların büyük bölümü zehirli maddeler, tarım ilacı kalıntıları ve mikrop bulaşması nedeniyle.Oysa bunların hepsi önlenebilir.
Ancak AKP’nin sıradan ve özensiz gıda politikaları ve Tarım ve Orman Bakanlığı’nın bu politikaları bile yönetememesi, durumu büyük bir krize dönüştürüyor.Gıda Politikaları ve Denetim KriziBu durum, iklimimizin bir sonucu veya kader değil.
Tamamen yönetilemeyen bir gıda politikasının sonucu.
Özellikle kurutulmuş gıdalarımızda kanserojen küf toksinleri görülüyor.
Evet, iklimimiz bu küflerin oluşmasına müsait olabilir.
Ancak asıl sorun; hasat, kurutma ve depolama sırasında hijyen koşullarına uyulmaması, ürünlerin toz içinde kalması, depolarda kontrolsüz hava akımı gibi nedenler, bu küflerin gıdaya bulaşmasına ve zehir üretmesine yol açıyor.
Bu, çiftçimizi eğitemediğimizin, üreticimizi kaderine terk ettiğimizin resmi.Aslında insanlar tarafından ne özellikle yetiştirilen, ne tarlada toplanan, ne de sofraya konan bazı yabani otlar var; bunlar doğrudan tüketilmiyor çünkü zehirli.
Buna rağmen baharatlarda ve bal gibi arıcılık ürünlerinde bu bitkilerden gelen zararlı maddelere rastlıyoruz.
Arıların bal topladığı meraları kontrol edemiyoruz, baharatın içine neyin karıştığını denetleyemiyoruz demektir.
Tarım ve gıda biliminden ne kadar uzaklaştığımızın acı bir itirafıdır bu.Görünmeyen Tehlike: Küf ve BakterilerGıda zehirlenmesine yol açan bazı mikroplar, bazı hayvanları ve insanları taşıyıcı olarak kullanır.
Bu mikroplar insanın, büyükbaş ve küçükbaş hayvanların, kemirgenlerin safra kesesinde yerleşir.
Taşıyıcı olan bu canlılar çoğu zaman hasta olmaz.
Ama dışkılarıyla bu mikropları etrafa yayarlar.Bu mikroplar, Kanalizasyon sularının temiz suya karışması, gıda tesislerinde hijyenin sağlanamaması gibi nedenlerle başka insanlara ve hayvanlara bulaşıyor.
Vücuda girdiklerinde özellikle bağırsaklarda çok hızlı çoğalıyorlar. 6 ila 48 saat içinde şiddetli karın krampları, ishal, kusma, baş ağrısı gibi belirtilere yol açıyorlar.
Bu aşamada tedavi hayati.
Tedavi edilmezse mikrop kana karışır, ağır zehirlenmelere ve ne yazık ki ölüme kadar giden sonuçlara neden olabilir.
İnsanımızı ishal, kusma ve şiddetli karın ağrılarıyla hastanelik eden, hatta ölüme sürükleyebilen bu bakterilerin gıdalarımızda ne işi var?Gıdalarda bu tür mikropların tespit edilmesi, üretim tesislerinde ya da taşıma sırasında temizliğin ve denetimin yeterli olmadığını açıkça gösteriyor.Neden Avrupa Yasaklıyor da Biz Yiyoruz?Bir de tarım ilaçları meselesi var.
Avrupa Birliği’nde bazı tarım ilaçları artık kesin olarak yasak; çünkü içlerindeki etken madde sadece tarlada kalmıyor, hava ve toz yoluyla etrafa yayılıyor.
Bu yüzden, kullanılmasa bile havada ve tozda ne kadar bulunduğuna dair bir üst sınır belirlenmiş durumda.
Biz, yapılan analizlerde bu sınırın üzerinde sonuçlar gördüğümüzde, o ilacın hâlâ Türkiye’de el altından satıldığını anlıyoruz.Ülkemizde gıda ve tarım alanında halkın değil, lobilerin sözü geçiyor.
Avrupa bir zehri yasakladığında, biz uyum sağlayan en son ülke oluyoruz.
Neden mi?
Çünkü o zehirler yasaklanmadan önce lobilerin etkisiyle ucuz fiyattan stoklanıp satılmaya devam ediliyor.
Türkiye, ne yazık ki deneme yanılma tahtasına çevrilmiş durumda.Gıdada Borlaug EtkisiÇünkü Türkiye, gıda politikalarında hala Norman Borlaug’un temsil ettiği anlayışın etkisinden çıkamamış, adeta “deneme yanılma” yapan bir ülke konumunda.
Yıllardır süregelen "verim artsın da insan sağlığına ne olursa olsun" anlayışını, yani sadece karı düşünen o eski zihniyeti -Borlaug etkisini- artık terk etmeliyiz.
Verimlilik adına toprağımızı ve insanımızı zehirleyen kimyasallara dur demeliyiz.Borlaug’un temsil ettiği bu yeşil devrim anlayışında, aslında büyük çıkar hesapları yatıyor.
Yeni teknolojilerin yararı ve zararı dengeli biçimde değerlendirilmiyor.
Verimi artıran tarım kimyasallarının toprağa, suya ve sağlığımıza verdiği zarar göz ardı ediliyor.
Gıda ticaretinde kârı ve hızı önceleyen bu yaklaşım, yurttaşların sağlığını tehlikeye atıyor.
Sağlık ve ekonomi sistemlerimiz üzerinde ağır bir yük oluşturuyor.Türkiye’nin gıda ve tarım alanındaki temel sorunlarının kaynağı bu politikalar.
Sağlık ve ekonomi sistemimiz üzerindeki bu baskıyı ancak bilime dayalı, halk sağlığını önceleyen politikalarla kaldırabiliriz.