Haber Detayı
Türkiye’nin Şanghay diplomasisi: Çok kutuplu dünyada denge arayışı
Çin’in Tianjin kentinde düzenlenen 25.
Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) Zirvesi, Türkiye açısından diplomasi etkinliği ve küresel dengelerde şekillenen yeni düzenin ipuçlarını barındıran stratejik bir platform olarak öne çıktı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın onur konuğu sıfatıyla zirveye davet edilmesi, Türkiye’nin Avrasya jeopolitiğindeki bölgesel etkisinde önemli bir eşik niteliği taşıyor.NATO üyesi bir ülke olarak Türkiye, Batı ittifakının parçası olmaya devam ederken, aynı zamanda Doğu eksenli iş birliklerinde aktif bir pozisyon alıyor.
Bu davet, Ankara’nın hem Batı hem Doğu arasında köprü olma iddiasını güçlendirirken, ŞİÖ açısından da Türkiye’yi örgüt içi dengelerde değerli bir “stratejik ortak” haline getiriyor.Bu bağlamda Türkiye ŞİÖ zirvesine katılarak çok kutuplu dünyada daha esnek ve etkin bir konum edinme yaklaşımını pekiştirirken, küresel güç merkezleri arasında dengeleyici bir aktör olma rolünü de sürdürüyor.
Bu da Türkiye’nin diplomatik manevra alanını genişletiyor.Xi Jinping, Putin, Aliyev ve Paşinyan ile kritik temaslar:Zirvede Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Çin Devlet Başkanı Xi Jinping arasındaki gerçekleşen görüşme ikili ilişkiler ve küresel konular açısından önemli başlıklar içeriyor.
Bu Türkiye-Çin ilişkilerinde yeni bir sayfa olarak değerlendirilebilir.
Görüşmenin ekonomi başlığında, “Tek Çin” ilkesine bağlılık vurgulandı; Kuşak-Yol Girişimi ile Orta Koridor vizyonunun entegrasyonu için somut adımlar atılması konusunda mutabakata varıldı.
Ticaretin dengeli biçimde artırılması ve yatırımların çeşitlendirilmesi de masadaki öncelikler arasındaydı.Bölgesel ve küresel gündemde ise Gazze, Ukrayna ve Suriye krizleri öne çıktı.
Türkiye, çatışmaların sona erdirilmesi ve insani yardımların hızlandırılması için uluslararası iş birliği çağrısı yaptı.
Her iki lider de çok kutuplu düzen ve küresel adalet arayışında ortak bir anlayış sergiledi.
Xi Jinping’in Türkiye’yi “Avrasya’nın stratejik ortağı” olarak nitelendirmesi, Ankara’nın bölgesel ve küresel vizyondaki yükselen rolünün bir işareti oldu.Zirvenin en önemli başlıklarından biri de, Erdoğan–Putin görüşmesiydi.
Ukrayna savaşında İstanbul sürecinin yeniden canlandırılması ihtimali, Türkiye’nin “denge diplomasisi” çizgisinin hâlâ uluslararası karşılık bulduğunu gösteriyor.
Ankara, hem Batı ile köprüleri atmadan hem de Moskova ile iletişimi sürdüren nadir aktörlerden biri olarak, küresel masada kendine özel bir yer açmış durumda.Bununla birlikte, Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev ve Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan ile yapılan görüşmeler, Güney Kafkasya’daki barış arayışına yeni bir ivme kazandırdı.
Türkiye’nin Ermenistan’la normalleşme sürecine verdiği “pragmatik destek”, Ankara’nın bölgesel barış vizyonunun bir parçası olarak okunuyor.Nitekim zirve, siyasi temaslarla sınırlı kalmadı; ekonomik ve enerji boyutlarıyla da belirleyici bir platform işlevi gördü.
Türkiye, Çin’in küresel ticaret ve ulaştırma vizyonunu temsil eden Bir Kuşak Bir Yol (BRI) girişimi kapsamında Orta Koridor projesini hızlandırma hedefini yeniden gündeme aldı.
Orta Koridor, Çin’den başlayıp Orta Asya üzerinden Hazar geçişiyle Türkiye’ye uzanan, oradan da Avrupa pazarlarına erişim sağlayan stratejik bir lojistik ağı temsil ediyor.
Bu hat, aynı zamanda Türkiye’ye doğu-batı ticaret ekseninde kilit bir transit ülke olma ve enerji nakil hatlarının merkezinde konumlanma fırsatı sunuyor.Bu çerçevede zirve, Türkiye açısından ulaştırma ve lojistik kapasitesinin artırılması ve bölgesel ticaret ağlarındaki etkinliğin güçlendirilmesi için de bir zemin oluşturdu.
Orta Koridor’un altyapı yatırımları, demiryolu ve liman modernizasyonu gibi adımlarla desteklenmesi, Türkiye’nin ekonomik büyüme stratejileriyle uyumlu bir şekilde jeopolitik etkisini artırma potansiyeli taşıyor.
Böylece Türkiye, BRI’ın sunduğu fırsatları çok kutuplu ekonomik düzende rekabet avantajına dönüştürme imkânı elde ediyor.Dünya siyasetinin ağırlık merkezinin yavaş yavaş Asya’ya kaydığı bir dönemde, Türkiye’nin Şanghay İşbirliği Örgütü zirvesinde yürüttüğü diplomasi trafiği ve Tianjin’de verilen fotoğraf, Türkiye’nin bölgesel ve küresel bir aktör olarak oyun kurucu rolünü daha anlamlı ve görünür kıldı.
Ankara, doğru stratejik hamlelerle bu süreci kalıcı kazanımlara dönüştürebilirse, çeşitlenen güç dengeleri içinde hem ekonomik hem de diplomatik etkisini artıran, söz sahibi bir merkez ülke konumunu daha da pekiştirebilir.Sonuç olarak Tianjin’de atılan adımlar, Türkiye’nin “bölgesel güç” tanımını aşıp uluslararası sistemde bir “küresel aktör” olma yolunda kritik bir eşiğe ulaştığını gösteriyor.
Ancak bu rolün kalıcı ve sürdürülebilir hâle gelmesi, iç ve dış politikada eş zamanlı bir güçlendirme sürecini zorunlu kılıyor.Ekonomide istikrarın sağlanması, yatırım ikliminin iyileştirilmesi ve üretim kapasitesinin artırılması; dış politikada tutarlılık, öngörülebilirlik ve çok yönlü diplomasi dengesinin gözetilmesi, kurumlar arası güven ve uyumun tesisi, hukukun üstünlüğü ve demokratik standartların korunması Türkiye’nin küresel arenada kazandığı etkinliği destekleyecek ve uzun vadeli bir stratejik konumlanmayı mümkün kılacaktır.