Haber Detayı
Avrupa değişiyor: Türk seçmen yeni gerçeğe uyum sağlıyor
Emekli Büyükelçi Ozan Ceyhun, Avrupa’da yükselen AfD ve FPÖ gibi partilerle diyaloğun zorunlu hale geldiğini söyledi. Ceyhun, Avrupa’daki siyasi dengelerin değiştiğini ve Türk toplumunun bu yeni tabloya uyum sağladığını vurguladı.
Emekli Büyükelçi Ozan Ceyhun, Aydınlık Gazetesi’nden Emre Er'e verdiği röportajda Avrupa’da yükselen milliyetçi ve sağ popülist partilere ilişkin dikkat çeken değerlendirmelerde bulundu.
Almanya için Alternatif Parti (AfD) ile Avusturya’da birinci parti konumundaki Özgürlük Partisi (FPÖ) ile diyaloğun hayati olduğunu vurgulayan Ceyhun, Avrupa’daki siyasi dengelerin köklü biçimde değiştiğini ve Türk toplumunun bu yeni tabloya uyum sağladığını söyledi.
SCHRÖDER, ‘BENİ TÜRKLER ŞANSÖLYE YAPTI’ DEDİĞİNDE GURURLANDIM Deneyimli bir siyasetçi ve diplomatsınız.
Dilerseniz tecrübelerinizden başlayalım… 65 yaşındayım.
Ömrümün en belirleyici kısmı, yani takriben 44 yılı ağırlıklı olarak Almanya olmak üzere Belçika, Avusturya ve diğer AB ülkelerinde geçti.
Bu süre içinde Almanya’da uzun yıllar yerel politika deneyimim oldu.
Buna paralel olarak Eyalet Hükümeti ve Federal Parlamento (Bundestag) gibi kurumlarda yöneticilik ve danışmanlıklar şeklinde görevler üstlendim.
Avrupa Birliği (AB)'nde, hem Avrupa Parlamentosu'nda milletvekilliği hem de AB nezdinde Hessen Daimi Temsilciliği’nde Adalet ve İçişleri Politikalarından sorumlu Daire Başkanlığı yaptım.
Almanya'da ve Belçika’daki bu görevlerimin ardından 6 yıl T.C.
Dışişleri Bakanlığı’nın AB nezdindeki Daimi Temsilciliği’nde Özel Danışman olarak çalıştım.
Sonra da T.C.
Viyana Büyükelçisi olarak görev yaptım.
Sadece Brüksel’de (biraz da Strazburg’da) milletvekili ve yönetici olarak toplam 15 yılım geçti.
Avrupa Parlamentosu ve doğal olarak işinizin bir parçası haline gelen AB Komisyonu uluslararası ilişkiler alanında yetişmek için en iyi “okullardan” biridir.
Yaşam öykümde gurur duyduğum uğraşlarımdan biri de 2002 yılında Gerhard Schröder’in karşı adayı Edmund Stoiber’e (CSU) karşı çok az bir farkla kazandığı seçimdir.
Almanya tarihinde bir ilki gerçekleştirmiştik.
Türkçeyi de yoğun bir şekilde kullandığımız “Yeni Yerliler Başbakan Schröder için…” seçim kampanyasının yöneticisi olarak başarıda pay sahibi olmuştum.
Bizzat Gerhard Schröder, “Beni kadınlar, gençler ve Türkler Şansölye yaptı” dediğinde “gururlanmadım” dersem yalan söylemiş olurum.
Kısacası siyasetin ve bürokrasinin neredeyse tüm alanlarında değerli deneyimler kazandım.
Gerhard Schröder, Joschka Fischer, Franz Müntefering gibi nice deneyimli politikacının yanında/yakınında olmak, onlardan öğrenmek değerliydi.
AfD Eş Genel Başkanı Alice Weidel ve Macaristan Başbakanı Orban AfD afişinde bir arada.
Afişteki metnin Türkçesi: “Weidel ve Orban aynı fikirde: Özgürlük için birlikte!” MÜTTEFİKLERİMİZİ YANLIŞ ÖLÇÜTLERE GÖRE ARADIK Türkiye’nin Avrupa’daki dostları kimler?
Gerek Avrupa Parlamentosu milletvekilliğim öncesi, esnasında ve sonrasında gerekse AB nezdinde Daimi Temsilciliğimizin özel danışmanı olarak görev yaptığım dönemde “Türkiye'nin dostu sosyal demokrat ve yeşil politikacılardır” cümlesinin doğru olmadığını gördüm.
Elbette istisnalar var.
Ancak genelde maalesef bu bir gerçek.
Türkiye söz konusu olduğunda geçmişte Almanya Hristiyan Demokrat Birliği (CDU) ve Almanya Sosyal Demokrat Partisi (SPD) gibi merkez partilere yönelik diyalog yoğunluğuna önem verilirdi.
Ancak günümüzde CDU, Bavyera Hristiyan Sosyal Birliği (CSU) ya da Avusturya Halk Partisi (ÖVP) hala belli bir oy oranını koruyabilseler de SPD ya da Avusturya Sosyal Demokrat Partisi (SPÖ) artık birer küçük parti konumundalar (sadece bazı kentlerde birinci parti konumunu koruyabilmekteler).
Ve genel olarak hep inanılmış olan “Muhafazakârlar ve sağ popülistler karşıtlarımızdır” ya da “Türkiye karşıtıdır” cümleleri ise aslında doğru değil.
Zaten “dostluk” kavramı bu tip analizler için uygun da değil.
Uluslararası ilişkilerde ve özellikle büyük bir değişim yaşadığımız dünyada “dost ve düşman” diyerek adım atmak artık neredeyse imkânsız.
Öyle ki, ‘bazen karşıt olduğunuzu sandıklarının samimiyeti, dost olduklarını sandığınızın sahtekârlığından çok daha değerlidir’ dediğiniz ilişkiler yumağı günümüzün gerçekleri.
Son dönemlerdeki gelişmeleri de göz önünde tutarsak muhafazakârlar ve sağ popülistlerle olan deneyimlerim çok olumlu.
Genellikle biz uzun yıllar Almanya'da ve Avusturya’da belki hep yanlış bir beklenti ile yola çıktık.
Türkiye “dostluğunu” AB üyeliği karşıtlığı üzerinden ölçmeye kalktık.
Oysa AB üyeliği üzerinden ölçmeye kalktığımız Türkiye “dostluğu ya da karşıtlığı”, özünde öyle bir konu ki, gerçekte samimi olanlar “AB Üyeliğimizi istemediklerini” söylerken, seçimden seçime oylarımızı isterken “dostununuz” diyenler “AB Üyeliğinizi istiyoruz” derken aslında “bizi idare ediyorlardı”.
Ve biz de müttefiklerimizi hep bu yanlış kriterden yola çıkarak aradık ve inanmasak da inanmak istedik.
Görünürde, “Biz sizin AB üyesi olmanızdan yanayız” diyorlardı ama kapalı kapılar ardında başka tavırlar takınıyorlardı.
Hatta Türkiye’nin AB üyeliği için, “Nur übermeine Leiche (ancak cesedimi çiğnemeleri gerekir)” diyen sosyal demokrat AB Komiseri de olduğunu bilirim.
Maalesef Türk toplumu uzun yıllar Avrupa'da “yüzlerine gülen”, “bunların oylarını alalım da gerisi kolay” diyen sosyal demokratlardan ve yeşillerden medet umdu.
Bence çok çekti!
FPÖ Genel Başkanı Herbert Kickl ve Macaristan Başbakanı Viktor Mihály Orbán Kickl ve Orbán sık sık birbirlerine destek veren açıklamalar yapıyor, ortak toplantılara katılıyor ÇOK ZAMAN KAYBETTİK, ZAMAN KAYBINI TELAFİ ETMELİYİZ 45 yıllık Avrupa deneyimimde, sosyal demokratlar ve yeşiller söz konusu olduğunda, “Biz onlarla birlikte nereye vardık” sorusunu cevaplandırmam çok güç.
Yani bir yerlere vardıysak da muhafazakârlar da onayladığında vardık.
Muhafazakârların onaylamadığı hiçbir yere varamadık.
Bu da ne demektir?
Biz belki uzun yıllar muhafazakârlarla ve hatta sağ popülistlerle ilişkilerde geri durarak zaman kaybettik.
Şimdi bu zaman kaybını hızlı bir şekilde telafi etmemiz gerekiyor.
Zaten Türk toplumunun her geçen gün sayıları artan önemli bir kısmı da bizi beklemek niyetinde değil.
Almanya’da CDU ve CSU gibi partilerde artık seçmen olarak değil aynı zamanda milletvekili hatta Federal Bakan olan Türk kökenli muhafazakâr politikacıların sayısı ortada.
AfD seçmenleri arasında ise Türk seçmen sayısı sürekli artmakta.
Avusturya’da ÖVP henüz Almanya’daki CDU ya da CSU gibi Türk kökenli muhafazakârların yoğun bir şekilde “adresimiz” dediği bir parti konumda değil.
Sadece Vorarlberg Eyaleti bu konuda biraz farklı.
Orada ÖVP, aynı CDU ve CSU gibi büyük ilgi görüyor.
Buna karşın FPÖ, Türk kökenli seçmenlerden gördüğü ilgi açısından Almanya’daki AfD’yi “sollamış” durumda.
Özellikle Salzburg ve Viyana Eyalet seçimlerinde FPÖ Türk kökenli seçmenlerden çok oy aldı.
Bu gelişmeyi doğru analiz etmeliyiz.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Orban TÜRK KÖKENLİ SEÇMENLERİN YÜZDE 23’Ü FPÖ’YE OY VERDİ AfD ve FPÖ gibi partilere ilişkin ‘doğru analiz ve değerlendirmeler’ yapmanın önemli olduğu belirtiyor ve bunu ‘hayati’ olarak nitelendiriyorsunuz.
Niçin hayati?
Evet, Türk toplumunun geleceği açısından hayati.
Artık Almanya ya da Avusturya’yı “vatan” olarak görmekte olan Türk kökenli insanlar da “buralı” oldukları için tercihlerini de buna uygun olarak yapmaktalar.
İlk önce şu konuda anlaşmalıyız.
Demokrasilerde seçmen kararına saygı göstermemiz gerekiyor.
Nasıl ki Türkiye'de seçimler olduğunda birileri Avrupa'da çıkıp “Erdoğan seçildi, biz bu seçimi tanımıyoruz” terbiyesizliği yaptığında tavır alıyorsak ve diyorsak ki, “bizim seçmenimiz, milletimiz seçti, size ne oluyor?” diyorsak; aynı durum-biz tasvip edelim ya da etmeyelim-AfD’yi ya da FPÖ’yü seçen seçmenler için de geçerli!
Avrupa'da da insanlar artık sağ popülistlere yönelik büyük bir destek veriyor.
Almanya'da şu an AfD'nin oy oranı 26,5.
En yakın parti CDU-CSU 23-24'lerde.
Yüzde 20 ile 15'in değişken bir oranla Sosyal Demokrat Parti var.
Liberaller yüzde 5 barajını aşamıyorlar.
Avusturya'ya bakıyoruz.
Avusturya'da şu an sağ popülist parti FPÖ açık ara birinci parti konumunda.
FPÖ yüzde 36 oy oranı olan, yüzde 40’a doğru giden ve Avusturya’nın 9 eyaletinin 5'inde iktidarda olan, birinde hatta eyalet başbakanları olan ve büyük ihtimalle Oberösterreich seçimlerinde iktidara gelme ihtimali yüksek olan ve özünde Viyana dışında her yerde de bir koalisyon ortağı olabilecek konumda olan bir partiden bahsediyoruz.
Özellikle Avusturya’da iş dünyası muhafazakârlarla sağ popülistlerin en doğru koalisyon modeli olduğuna inanmakta.
Özellikle belirteyim: Ben Ozan Ceyhun olarak, “AfD'yi çok beğeniyorum.
Onlar benim partim, ya da FPÖ benim partim.
İtalya'da Başbakan'ı harika buluyorum veya ne bileyim işte Fransa'da Le Pen’ciyim” diye bir çizgim yok.
Olamaz da.
Hatta FPÖ’yü diğerleri ile bir tutmuyorum.
Ama bu gerçekleri ve muhafazakârlarla sağ popülistlerin geleceğin kaçınılmaz koalisyon modelleri olarak gelişmekte olduğunu görmemiz gerekiyor diyorum.
Ve bunlara göre siyasetimizi ve ilişkilerimizi belirlememiz gerekiyor.
Almanya’da 14 Aralık pazar günü yapılan federal seçim anketi AVRUPA DEĞİŞİYOR: TÜRK SEÇMEN YENİ GERÇEĞE UYUM SAĞLIYOR Türk toplumu ne oldu da sosyal demokratlardan ve yeşillerden uzaklaşarak AfD’ye, FPÖ’ye yöneldi?
Bence bunun ana nedeni büyük hayal kırıklığı.
Yani yıllar boyu hep, ‘Türk kökenli seçmen oyları cepte” tavrıyla hareket eden yeşiller veya sosyal demokratlar Türk seçmenin her zaman oyunu aldılar ama beklentileri doğrusunda neredeyse hiçbir şey yapmadılar.
Gerçekten beklenenin çok gerisinde kaldılar.
Ve bu arada Türk seçmen uzun yıllardır Avrupa'da artık yerleşik hale geldi.
Türkler örneğin Almanya'da ve Avusturya'da köyde, kasabada ve kentlerde özellikle doğuştan Avusturyalı veya Alman komşularıyla, yuva arkadaşı-okul arkadaşı ve komşu çocukları olarak beraber büyüdü.
Bu arkadaşlardan kimi “cami” kültür derneği başkanı olurken, diğeri emniyet müdürü ya da bir, diğeri belediye başkanı oldu.
Yani yaşadıkları yerlerde harika ilişkilere sahip hale geldiler.
Yani belli bir entegrasyon/buralı olma dediğimiz durum kendini hissettirecek boyutta yaşanmaya başlandı.
Bir gün önde gelen Avusturyalı bir yönetici, “Sayın Büyükelçi, Türkler neden artık FPÖ'yü seçiyorlar?” diye sormuştu.
Ben de, “Entegre olsunlar istemiyor muydunuz?
Demek ki, Türkler de entegre olmuş” yanıtını vermiştim.
Gülmüştük, ama bu artık sadece bir şaka değil.
Yani Türkler de artık buralı oldukları için sahip olduklarını korumak ve huzurlarının bozulmasına neden olabilecek gelişmeleri engellemek istiyorlar.
Bu bir neden.
Köylerinde, kasabalarında, mahallelerinde ve kentlerinde “yeni ülkelerinde” huzurlu yaşam koşullarının bozmasından çekindikleri ve “uyumsuz” olarak gördükleri “yabancıları” istemiyorlar.
İkincisi Türk toplumunun büyük bir çoğunluğunun muhafazakâr olduğunu hatırlatayım.
Dini konularda çok hassaslar.
Katolik ÖVP’liler veya Katolik FPÖ’lüler dini konularda ne kadar hassassa Müslüman Türkler de aynı şekilde hassas.
Bu ne anlama geliyor?
LGBT ve benzeri gelişmeler, Türk kökenli Avusturyalıları ve özellikle çocukları okula giden ebeveynleri tedirgin etmekte.
Diğer bir neden de bu yaşadıkları ülkeye yeni gelen ve uyum sağlama çabası olmadığına inandıkları bir kesim sığınmacılar (elbette hepsi değil!) konusu.
Örneğin son Avrupa şampiyonası maçları esnasında caddelerde Türk bayraklarıyla takımını kutlayan Türk kökenli Viyanalılara saldıranlar “aşırı sağcı dazlaklar” değildi!
Bütün bu durumlar Türk kökenli seçmenleri tedirgin eden gelişmelerdi.
Ve bu durum seçmenlerin parti tercihlerinin değişmesine yol açtı.
Belki 10 yıl ya da 5 yıl önce AfD ve FPÖ gibi partilerin özellikle Türklere yönelik söylemlerini hatırlayanlar tepkilidir.
Saygım var.
Ama şunu da unutmamak gerekiyor.
Dünya değişti.
Avrupa değişiyor.
Eski Avrupa Birliği yok.
Her şey çok hızlı bir değişim içinde.
Bundan dolayı da, ‘10 yıl önce şunu dedi’ diye 10 yıl sonra onunla konuşmayı reddetmek yerine 10 yıl sonra vardığı noktaya bakarak doğru bir diyalog kurmak çok daha önemli ve gerekli.
OGM ve Kurier gazetesinin Avusturya’daki son anketine göre FPÖ oylarını yüzde 3 arttırarak zirvede NEDEN ORBAN’A ‘AŞIRI SAĞCI’ DENİLMİYOR DA AfD’YE DENİLİYOR Basın kuruluşları AfD ve FPÖ haberlerinde bu partilerin önüne ‘aşırı sağcı’ ifadelerini yerleştiriyor.
Siz bu partileri ‘aşırı’ olarak görüyor musunuz?
Ben özellikle Türkiye’de medyanın Avrupa’yı doğru okuyamayarak sözünü ettiğimiz partileri sürekli “aşırı sağcı” diye tanımlamasını yanlış buluyorum.
Bu nedenle, “aşırı sağ” kavramını kullanmamaya hep özen gösterdim.
Çünkü herkes bu kavramı ulu orta karşıt olarak gördüklerini “karalamak” için kullanıyor.
Eğer illa eleştirel yaklaşmak gerekiyorsa doğru kavram bence ‘sağ popülist’tir.
Bakın Macaristan'da Başbakan Sayın Orban, Türkiye'de Sayın Cumhurbaşkanımızın en yakın müttefiklerinden biri.
Ve Orban, AB'de belli bir kesim tarafından “aşırı sağcı” olarak tanımlanıyor.
Bizim için aşırı sağcı mı?
Biz ona ‘aşırı sağcı’ demiyoruz.
Türkiye’de medyada da kimse ona “aşırı sağcı” demiyor.
Peki, o zaman onun Avusturya’daki müttefiki ve kardeş partisi olan ve AB konusunda kader ortağı durumundaki FPÖ’lülere Türkiye medyası niçin “aşırı sağcı” diyor?
Aynısı Almanya’daki AfD için de geçerli.
Yani bakın şimdi ben bunları söyleyince diyecekler ki, “Ozan Ceyhun FPÖ’lü ya da AfD'li olmuş.” Bu da benim en büyük dertlerimden biridir.
Bunları konuştuğunuz vakit birilerine kalkıp kendinizin aslında “aşırı sağcı” ya da “sağ popülist” olmadığınızı anlatmak zorunda kalıyorsunuz.
Mesele bu değil.
Ülkemin çıkarlarını kollamakla kendimi görevli hisseden bir vatandaş olarak ve Avrupa'daki Türk toplumunun çıkarları için hep mücadele etmeye devam edecek bir birey olarak diyorum ki gerçekleri iyi görelim, analizleri doğru yapalım.
Tamam, AfD'li ya da FPÖ'lü olmayalım ama FPÖ'lü veya AfD’li olan Türklere de “vay sen hainsin” suçlaması yapmayalım.
Yani artık bizim daha hassas, daha dikkatli ve daha özenli olmamız gereken bir döneme geldik bu dünyada ve Avrupa'da.
Eğer bu hassasiyeti, bu özeni göstermezsek bizler yarın çok daha farklı siyasi oluşumlar gündeme geldiğinde adapte olmak için ve başa çıkabilmek için çok zorluk çekeceğiz.
SAĞ POPÜLİST KESİMLE DİYALOG KURULMALI Hangi adımlar atılmalı, neler yapılmalı?
Elbette AB ülkelerinde şu an iktidarda olan partilerle iyi geçinmek gerekir ve iyi ilişkiler kurmak her zaman hedeftir ve doğrudur.
Burada hiçbir sorun yok.
Ancak yarına da hazırlıklı olmak yanlış olmaz!
Örneğin bir siyasi partinin beş altı tane dış ilişkiler alanında görevlendirdiği insanlar varsa birini de sağ popülist kesime muhatap olarak sunmak yanlış olmaz.
Böylelikle o kesim ile de sağlıklı bir diyalog ortamı sağlanmış olur.
Yani sonuç olarak söylemek gerekirse, ben bu tartışmayı niçin yürütüyorum?
Bu tartışma yeni değil.
Hatta nedenlerini uzun uzun yazdığım bir konu.
Yani ilk defa konuşmuyorum.
Çünkü geç kalmamızı istemiyorum.
Eğer geç kalırsak Avrupa'daki Türk toplumu olarak daha sonra bazı konuların çözümünde zorluk çekeceğimizi inanıyorum.
Ama diyaloğu şimdiden başlatırsak ve yarın onların olacağı yerlere geldiklerinde iyi bir diyalog halindeysek, o zaman bizim çıkarlarımızı savunmamız, beklentilerimizin karşılığını almamız daha kolay olacaktır.