Haber Detayı

2025, anlatılan hikayeyi doğrulamadı! Gelecek geç gelmedi: Dengesiz geldi
Gündem ekonomim.com
31/12/2025 13:42 (1 saat önce)

2025, anlatılan hikayeyi doğrulamadı! Gelecek geç gelmedi: Dengesiz geldi

Bugün asıl risk teknolojiden geri kalmak değil; yanlış yere koşmak. Kurumları dönüştürmeden araç almak, yetki vermeden hız beklemek, enerji ve altyapıyı konuşmadan dijital gelecek anlatmak. Bunlar teknolojiyle çözülebilecek meseleler değil; tercih ve yönetişim meselesi. İş dünyası için bu organizasyonel cesaret, kamu için ise gerçek koordinasyon kapasitesi anlamına geliyor.

Teknoloji hakkında konuşurken hâlâ aynı refleksi gösteriyoruz: yenilik, verimlilik, rekabetçilik.

Oysa artık teknoloji bu başlıkların çok ötesinde bir yerde duruyor.

Yapay zekâdan otomasyona, enerjiden dijital altyapıya uzanan dönüşüm; kimin güç kazandığını, kimin geride kaldığını, devletlerin neyi yapabildiğini, kurumların nerede tıkandığını açıkça ortaya koyuyor.

Yani mesele teknik değil; politik.

Ekonomik olduğu kadar kurumsal.

Bu yüzden teknoloji artık bir “gelecek” tartışması değil; güç, kapasite ve eşitsizlik meselesi. 2025’te yaşananlar da bunu saklamadı, tersine fazlasıyla görünür kıldı.

Uzun süredir bize aynı hikâye anlatılıyor: Büyük bir teknolojik kırılma geliyor, her şeyi aynı anda değiştirecek.

Yapay zekâ işleri kökten dönüştürecek, otomasyon sanayiyi yeniden kuracak, yeni teknolojiler oyunun kurallarını sıfırlayacak.

Ülkeler ya bu dalgaya binecek ya da silinecek. 2025 bu hikâyeyi doğrulamadı.

Daha rahatsız edici bir şey yaptı: Hikâyeyi dağıttı.

Gelecek geldi, evet; ama eşit gelmedi.

Bazı sektörler hızla ilerledi, bazıları yerinde saydı.

Bazı ülkeler sessizce avantaj topladı, bazıları “inovasyon konuşmanın” inovasyon yapmak olmadığını fark etti.

Türkiye gibi orta ölçekli, küresel sisteme entegre ama merkezde olmayan ülkeler için asıl mesele tam olarak burada başlıyor. 2025’in bize sunduğu şey bir teknoloji devriminden çok, bir kurumsal kapasite testi oldu.

Aynı teknolojiler farklı ülkelerde ve kurumlarda tamamen farklı sonuçlar üretti.

Yapay zekâ kimi yerde verimlilik artışı sağladı, kimi yerde sadece daha fazla toplantı ve daha uzun pilot projeler yarattı.

Otomasyon kimi firmalarda gerçek bir dönüşüm başlatırken, kimi yerlerde dosyalarda kaldı.

Bu farkın nedeni teknoloji değildi; asıl fark, karar alma kapasitesi, yetki dağılımı ve kurumların kendi iç uyumuydu.

Teknoloji artık dışarıdan gelip her şeyi dönüştüren bir güç değil; içeri giriyor ve içeride ne varsa onu büyütüyor.

Netlik varsa hızlanıyor, belirsizlik varsa kilitleniyor. 2025’te teknoloji toplumu değiştirmedi; toplumların kapasitesi teknolojiyi sınadı.

Yapay zekâ etrafındaki tartışmalar yıl boyunca büyük ölçüde “işler gidecek mi?” sorusuna odaklandı.

Oysa asıl değişim istihdamda değil, koordinasyonda yaşandı.

Yapay zekâ, yıllardır alıştığımız yavaş karar alma süreçlerini, bitmeyen onay zincirlerini ve sorumluluğu dağıtan ara katmanları görünür hâle getirdi.

Birçok kurumda sorun insan kaynağı değildi; kararın kimde olduğu, neyin neden yapılamadığı belirsizdi.

Yapay zekâ bu sorunları çözmedi ama saklanamaz kıldı.

Türkiye açısından bu tablo tanıdık.

Bizde verimsizlik çoğu zaman teknoloji eksikliğinden değil, koordinasyon maliyetinden kaynaklanıyor.

Yapay zekâ bu maliyeti düşürmek için bir fırsat sunuyor ama önce sorunun nerede olduğunu kabul etmek gerekiyor.

Avantajı yaratan şey daha zeki sistemler değil; daha net, daha cesur ve daha sorumluluk sahibi yapılar.

Konuşan yapay zekâdan, aksiyon alan yapay zekâya Bir diğer sessiz ama önemli değişim, yapay zekânın yalnızca konuşan, metin üreten bir araç olmaktan çıkıp doğrudan iş yapan, karar alan, süreç yöneten sistemlere dönüşmesiydi.

Asıl farkı yaratanlar parlak arayüzler değil, iş akışlarının içine gömülen sistemler oldu.

Bu noktada teknoloji yine tarafsız davrandı: yetki devretmeyi bilen yapılar hızlandı, her kararı yukarı taşıyanlar ise yavaşladı.

Kamu da özel sektör de aynı sınavdan geçti.

Kontrol ile özerklik arasındaki dengeyi kuramayan yapılarda teknoloji ilerlemedi, bekledi.

Burada mesele yapay zekânın yetkinliği değil; onu kullanacak kurumsal olgunluk.

Otomasyon ve robotik tarafında da benzer bir tablo ortaya çıktı.

Yayılım beklenenden daha sınırlı oldu ama nerede olduysa, bunun nedeni teknolojiye duyulan heyecan değil, zorunluluktu.

İş gücü açığı, tehlikeli işler, demografik baskılar otomasyonu öne çekti.

Bu da bize şunu gösterdi: otomasyon bir vizyon meselesi değil, çoğu zaman bir mecburiyet.

Türkiye’de otomasyonu ideolojik bir başlık gibi tartışmak yerine, verimlilik, nüfus yapısı ve sektör gerçekleri üzerinden konuşmak gerekiyor.

İyi yönetildiğinde otomasyon dayanıklılık sağlar; kötü yönetildiğinde toplumsal gerilim üretir.

Sonucu belirleyen teknoloji değil, yönetişimdir.

Dijital ekonomi: Sanıldığı kadar dijital değil Yılın belki de en net dersi enerji tarafında geldi.

Dijital ekonominin sandığımızdan çok daha fiziksel olduğu ortaya çıktı.

Yapay zekâ enerji tüketiyor, veri merkezleri altyapıya bağımlı, hesaplama gücü elektrik şebekesine dayanıyor.

Enerji bir arka plan girdisi olmaktan çıkıp teknoloji politikasının merkezine yerleşti.

Türkiye gibi ülkeler için bu artık bir uyarı değil, bir gerçeklik.

Enerji stratejisi olmayan bir dijital dönüşüm anlatısı ikna edici değil.

Sanayi politikası, teknoloji hedefleri ve enerji planlaması birlikte düşünülmediği sürece, her biri ayrı ayrı zayıflıyor.

Önümüzdeki dönemde rekabet algoritmalardan çok, bu algoritmaları çalıştırabilecek altyapılarda yaşanacak.

Bir başka gerçek de şu oldu: ileri teknolojiler fırsatları eşitlemedi, yoğunlaştırdı.

Sermayesi, altyapısı ve kurumsal derinliği olanlar daha hızlı ilerledi.

Diğerleri erişim, uyum ve öğrenme hızını konuşmaya başladı.

Orta ölçekli ülkeler için burada romantizme yer yok.

Her alanda tam teknolojik egemenlik mümkün değil ama her alanda stratejik dağınıklık da sürdürülemez.

Nerede özerklik gerekli, nerede birlikte çalışabilirlik yeterli, nerede hız kritik — bu sorulara net cevap veremeyen ülkeler savruluyor.

Bugün asıl risk teknolojiden geri kalmak değil; yanlış yere koşmak.

Kurumları dönüştürmeden araç almak, yetki vermeden hız beklemek, enerji ve altyapıyı konuşmadan dijital gelecek anlatmak.

Bunlar teknolojiyle çözülebilecek meseleler değil; tercih ve yönetişim meselesi.

İş dünyası için bu organizasyonel cesaret, kamu için ise gerçek koordinasyon kapasitesi anlamına geliyor.

Kamu–özel sektör iş birliği bir slogan değil, çalışan bir mekanizma olmak zorunda. 2025 bize bir gelecek hikâyesi sunmadı; bir ayna tuttu.

O aynada teknoloji kadar biz de vardık.

Türkiye için bu ne karamsar ne de rahatlatıcı bir tablo.

Bu, süslü gelecek anlatılarını bırakıp gerçek kapasiteyle yüzleşme zamanı.

Gelecek artık uzakta değil; içeride.

Önümüzdeki yıllar, geleceği en iyi anlatanları değil; onu taşıyabilecek kapasiteyi inşa edenleri ödüllendirecek.

Can Selçuki, Brüksel merkezli Avrupa Politikaları Çalışmaları Merkezi’nde (CEPS) ve Dünya Bankası Ankara ofisinde ekonomist olarak çalıştı.

Bölgesel kalkınma, rekabet ve inovasyon politikaları konusunda makale ve raporları bulunmaktadır.

Veri analiz şirketi İstanbul Ekonomi Araştırma’da Genel Müdürlük görevini sürdürmektedir.

İlgili Sitenin Haberleri