Haber Detayı
2026’ya girerken dünya ve Türkiye
2026’ya girerken dünya ve Türkiye
Yeni bir yıla girerken dünya toz duman.
Batı’da savaş tamtamları çalıyor.
Bir yanda Ukrayna’daki savaşı sona erdirme yönünde ABD ile Rusya arasındaki görüşmeler sürerken, diğer yanda Putin’in konutuna yönelik yüze yakın insansız hava aracıyla saldırı düzenlendiği haberi geliyor.
Gazze’deki ateşkeste ikinci aşamaya geçilmesi konuşulurken, İsrail’in İran’a yönelik yeni bir saldırı girişimi olacağına dair iddialar gündemi kaplıyor.
Trump yönetimi, ulusal güvenlik stratejisinde Amerika kıtasına öncelik verdiğini ilan ediyor ve Venezuela’ya yönelik askeri abluka uyguluyor.
Washington, Tayvan’a şimdiye kadarki en büyük silah satışını onaylıyor, Çin Tayvan Boğazı’nda askeri tatbikat başlatıyor.
Bir yandan da, Rusya’nın önümüzdeki beş yıl içinde saldırıya geçeceği gerekçesiyle, başta Almanya olmak üzere Avrupa ülkeleri silahlanma bütçelerini artırma kararı alıyor.
İsrail’in çeşitli yetkilileri, “Türkiye’yi bir numaralı tehdit olarak gördüklerini” ilan ediyor.
İsrail, Yunanistan ve Güney Kıbrıs ile Doğu Akdeniz’de Türkiye’ye karşı kurduğu cepheyi pekiştiren adımlar atıyor.
BÜYÜK SAVAŞ VE KARGAŞA Peki nedir tüm bunların anlamı?
Birçok yorumcu, bu gelişmelere bakarak dünyanın büyük bir savaşa doğru gittiğini savunuyor.
Onlara göre Atlantik, hegemonyasını sürdürmek için dünyayı savaşa zorluyor.
Hatta bu durum kaçınılmaz görülüyor.
Bazı analistler ise 2.
Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan “kurallara dayalı düzen”in sona ermesi, buna karşılık yeni bir düzenin kurulmaması nedeniyle belirsizliklerin ortaya çıktığını ve ne zaman neyin gerçekleşeceğinin kestirilemeyeceği bir kargaşalığın söz konusu olduğunu iddia ediyor.
Bu iki yaklaşımın farklı bakış açılarıyla yola çıkıp, karamsar bir gelecek öngörüsünde buluştukları söylenebilir.
TEMEL CEPHELEŞME Biz bu iki görüşe de katılmıyoruz.
En başta belirtilmesi gereken nokta şu: Dünyadaki gelişmeleri, bunlara neden olan temel çelişmelere ve cepheleşmelere göre değerlendirmek bizi doğru sonuca ulaştıracaktır.
Öteki türlü, “şu devletler ile bu devletler bloğu” karşılaştırmasıyla yapılacak tahliller, sonunda çıkmaza götürür.
Günümüzdeki temel cepheleşme, Atlantik emperyalizmi ile gelişen dünya devletleri ve halkları arasındadır.
Bir yanda ABD ile Atlantik cephesindeki Avrupa dahil müttefikleri, diğer yanda başta Rusya, Çin, Türkiye, Brezilya, Hindistan, Endonezya, İran ve bütün Afrika kıtası olmak üzere gelişen dünya devletleri vardır.
Rusya’nın askeri kapasitesi, Çin’in devasa üretim gücü ve ekonomisi ile askeri potansiyeline bakarak, bu iki devleti ABD ile aynı hedef ve amaçlara sahipmiş gibi değerlendirip, aralarındaki mücadeleyi “büyük güçler rekabeti” başlığı altında ele almak yanlıştır.
ABD emperyalisttir, Rusya ve Çin ise ABD ile boy ölçüşebilecek kapasitelerine karşın, emperyalizmin parçalamaya çalıştığı gelişen dünya ülkeleridir.
TÜRKİYE VE GELİŞEN DÜNYANIN EYLEMLERİ Bu bakımdan Türkiye de Atlantik cephesinin en önemli örgütü NATO’nun bir üyesi olmasına karşın, Atlantik emperyalizminin parçalamaya çalıştığı ve günümüzdeki cepheleşmede gelişen dünya içindeki ilk düşürmeyi hedeflediği ülkelerdendir.
Son 30-35 yıla doğru geriye dönük bir inceleme, Türkiye’nin adım adım bu gerçeğe göre bir konumlanışa yöneldiğini ortaya koyacaktır.
Türkiye dahil olmak üzere gelişen dünya devletlerinin, özellikle 2000’lerin başından itibaren, emperyalist boyunduruktan kurtulmak için giriştiği hamlelerin sonucunda dünyadaki genel düzenin bütününde köklü yapısal değişiklikler ortaya çıkmıştır.
Bugün çok kutuplulaşmanın sonucunda, daha önce Atlantik’in vasalları olarak görülen birçok devlet, emperyalizmden bağımsızlaşmaktadır.
Gelişen dünya, emperyalist hegemonyayı boşa çıkarmak için gidişatı kökten değiştirebilecek son derece etkili eylemlere girişmektedir.
Bunlardan en önemlisi, ABD ve Atlantik cephesinin en etkin silahı olan doların dünya saltanatının giderek sona erdirilmesi yönündeki çabalardır.
Aynı zamanda oyun değiştirici bir gelişme; BRICS, ŞİÖ gibi platformların, bölgesel krizlere ve gelişen dünyanın kendi aralarındaki anlaşmazlıklara ortak yarar temelinde çözüm bulması ve böylece eski düzenin kurumları çökerken küresel ölçekte sorun çözücü olarak görülmeleridir.
ABD VE ATLANTİK İÇİNDEKİ YARILMA Öte yandan, yukarıda sıralanan gelişmeler hem ABD içinde hem de Atlantik cephesinde yarattığı derin yarılmaya yol açmıştır.
Birçok Atlantik kurumu, bu yarılmanın, umulduğu gibi dönemsel ve geçici olmadığını, kalıcı bir yapısal değişiklik olduğunu saptamaktadır.
Bu durum, Atlantik cephesinin savaş isteyen kanadının eylemlerini ve hedeflerini sınırlamaktadır.
Dahası, Atlantik içindeki çatlağın derinleşmesinin, gelişen dünya ülkeleri açısından elverişli bir nesnel durum ortaya çıkarmasıdır.
Sonuç olarak, eski dünyanın yıkılıp yeni bir dünyanın kurulmakta olduğu, çok kutuplulaşmanın sarsıntılarla ilerlediği bir süreçten geçtiğimizi saptamamız gerekiyor.
Sert ve dalgalanmalı olacağı anlaşılan bu dönemde, gelişen dünya devletleri ve halkları açısından geleceğin daha parlak olacağı şartlar oluşmaktadır.
Gözünü ve kafasını Atlantik’e kilitleyenlerin karamsar olmaları normaldir.
Bugün “Doğudan yükselen güneşe” bakanlar, geleceğin mazlum milletler için parlak olacağını görür.
Gülün gül ile tartıldığı bir Türkiye ve dünya özlemiyle herkese iyi yıllar dilerim.