Haber Detayı

Cumhuriyet Döneminin Ekonomi-Politiği ve Toplumsal Sorunlarla Nasıl Mücadele Edildi? (1923-1938)
Doç. dr. girayalp karakuş aydinlik.com.tr
21/10/2025 09:59 (2 ay önce)

Cumhuriyet Döneminin Ekonomi-Politiği ve Toplumsal Sorunlarla Nasıl Mücadele Edildi? (1923-1938)

Cumhuriyet Döneminin Ekonomi-Politiği ve Toplumsal Sorunlarla Nasıl Mücadele Edildi? (1923-1938)

Genç Cumhuriyetin kurulmasından sonra öncelikli amacı ulusal bağımsızlığı ve iktisadi kalkınmayı sağlamaktı.

Atatürk’ün önderlik ettiği Türkiye Cumhuriyeti kısa sürede önemli başarılara imza attı.

Korkut Boratav’ın tabiriyle “ulusal bir sanayileşme ve gelişme modeli” siyaseti izleyerek toplumda topyekun bir kalkınma hamlesi başlatıldığını söyleyebiliriz.

Yazının amacı Genç Cumhuriyet’in 1923-1938 yılları arasında gerçekleşen ekonomik kalkınmada yaşanan zorlukları ve bu zorlukların üstesinden nasıl gelinmeye çalışıldığını ortaya koyabilmektir.

Anakronizm hatası yapılmadan olay örgüsü dönemin şartları içerisinde değerlendirildi.

Yöntem olarak zaman zaman karşılaştırmalı analizler yapıldı. 1820’den itibaren buharla çalışan makinaların üretim sahasında uygulanışı İngiltere’de sancılı bir dönemin başlamasına neden olmuştu.

Geleneksel ekonominin temelini sarsan yeni üretim tarzı toplumsal huzuru etkileyecek görüntü vermiştir.

Teknolojik yeniliğin bir ülkeye girişi birçok karmaşık ilişkiler içinde gelişir.

Karar verici konumdaki iktidar, ülkenin egemenliğini ve toplumsal barışı etkileyecek teknolojik gelişmeler karşısında teknolojinin ülkeye girişine veya girmemesine karar veren konumdadır.

Bu bakımdan değişim dönemlerinin analizini yaparken karşılaştırmalı bir bakış açısıyla ele almak her zaman yol gösterici olmaktadır.

Batı dünyasındaki bu köklü değişim öncelikle kendi toplumunun siyasi, iktisadi, sosyal yapısını temelden dönüştürmüştür.

Bu kökten değişim sürecinin küresel ölçekte olumlu veya olumsuz etkileri hissedilmiştir.

Düşünce akımlarının çıktığı ülkelerde uygulamalar etkili bir sonuç verirken diğer ülkelerde aynı başarı sağlanamamıştır.

Türk toplumu Anadolu’ya ayak bastığı 11. yüzyıldan itibaren Akdeniz üzerinden Avrupa kıtasına geçmiş ve Batı ile temas içerisinde olmuştur.

Batı ile devamlı ilişki içinde olan Osmanlı Devleti, geleneksel ahlaki iktisat sistemini tamamen değiştirmeye karar vermesi Tanzimat ile başlamış, II.

Meşrutiyet’le devam eden iktisadi değişim ve dönüşüm hamleleri Cumhuriyet döneminde de devam etmiştir.

Osmanlı’dan başlayarak Cumhuriyete intikal eden iktisadi düşünce uygulamaları farklı biçimde gelişme göstermiştir.Birinci Dünya Savaşı sonrası dünya ekonomik sisteminde yeni dengeler ortaya çıkmıştır.

Bu süreç Doğu-Batı dünyasının yeniden tanımlandığı bir dönem şeklinde gelişme göstermiştir.

Bu çerçevede Türk ulus-devletinin kendine özgü niteliklerini öne çıkarma gayretleri içinde olduğu söylenebilir.

Türkiye bu dönemde uluslararası ilişkilerde eşitlik ve tam bağımsızlık ilkeleri doğrultusunda hareket etmeye çalışmıştır.

İmparatorluk mirasını hissettiren tarihsel boyut içinde Türk ulus-devleti içyapı ve dış güvenlik gibi stratejik unsurlara önem vermiştir.

Osmanlı Devleti’nden çok farklı olarak ulus-devlet modelinde yeni bir Türk Kimliği yaratma çabası vardır.

Cumhuriyetin kurucu önderleri öncelikli hedefleri arasında ulus-devlet sürecini tamamlamak, modernleştirici kültürel reformları gerçekleştirmek ve hızlı bir kalkınma hamlesine yönelik çalışmalar vardı.

Türkiye’nin içinde bulunduğu sosyal-ekonomik sorunların aşılmasında Batı tipi liberal uygulamalar 1923-1930 arasında görülse de liberal sistemin bu aşamada ulus-devlet modeline zarar vereceği düşünülmüştür. 1930 yılı itibariyle Türk ekonomisinin dünya ekonomisi karşısındaki gelişim düzeyi oldukça geri düzeydeydi. 1927-1933 yılları arasında ithalat %23.2,  ihracat %55.6 oranında düşüş göstermiştir. 1929’dan 1932’ye kadar devam eden dünya ekonomik krizi ile mücadelede gelişmiş ülkelerin aciz kalışı kapitalist sistemin tartışılmasını başlatmıştır.

Bu süreç içinde yeni siyasal ve ekonomik kararlarla, 1933 yılından itibaren gelişmiş Batı ülkelerinde radikal değişimler yaşanmıştır.Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu önderlerinin ekonomi-politiği milli bir iktisat başlığı altında ele almıştır.

Atatürk, 1936 yılında İzmir Uluslararası Fuar açılışında okunması için Başvekil Celal Bayar’a verdiği yazıda devletçilikle ilgili olarak şunlar özellikle belirtilir: “Türkiye’nin tatbik ettiği devletçilik sistemi 19’uncu asırdan beri sosyalizm nazariyatçılarının ileri sürdükleri fikirlerden alınarak tercüme edilmiş bir sistem değildir.

Bu Türkiye’nin ihtiyaçlarından doğmuş Türkiye’ye has bir sistemdir.”(1) Devletçilik kavramı farklı bir ideolojik sistemi içinde barındırır.

Bu nedenle Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin 1930-1938 dönemini ideolojik devletçilik olarak değerlendirmekten ziyade “Ulusal bir sanayileşme ve gelişme modeli” (2) olarak nitelendirmek daha doğru olacaktır.

Ayrıca, Cumhuriyetin 1923-1930 dönemi kolayca “liberal” (3) olarak nitelendirilir.

Oysa Türkiye’deki sermaye zayıflığı, üretimin yetersizliği, Batı sermayesinin iktisadi zorbalığı liberal sistemin uygulanmasını zorlaştıran etkenlerdir.

Eğer 1923-1938 döneminin ekonomik modelini tanımlamak gerekirse milli iktisat başlığı altında “Karma ekonomi”  olarak tanımlamak daha doğru olabilir.

Ülkemizde böyle bir ekonomik düzenin doğmasına doktriner görüşler değil Türkiye’nin gerçek sorunları yol açmıştır.

Bu dönemde Batı’da gelişen ideolojik akımlara da mesafeli bir duruş sergilendiğini görmekteyiz.

Atatürk’e doktriner bir düşüncenin yokluğu söylendiğinde: “Evet çocuğum çağdaş ve hazır doktrinlere bağlandığı zaman inkılabımız donar.” (4) dediği bilinmektedir.

Endüstri kurma işlevini zorunlu olarak devlet üstlenmiş, özel sektör ise belirli alanlarda teşvik edilmiştir.

Kalkınma hamlelerini işlevsel hale getirmek amacıyla 1924’de kurulan İş Bankası, bir yıl sonra 1925 yılında kurulan Sanayi ve Maadin (Sanayi ve Madenler) Bankası devlet tarafından kurulmuş yatırımların mali yönden desteklenmesi amaçlanmıştır. 1932 yılında Sanayi ve Maadin Bankası iki sektöre ayrılmış, Devlet Sanayi Ofisi ve Sanayi Kredi Bankası kurulmuş böylece özel sektörün canlanması amaçlanmıştır.

Bu bölünme ile daha sonra Sümerbank bir holding ve yatırım şirketi olarak beş yıllık planı uygulama görevini üstlenmiştir. 1935 yılında kurulan Etibank özellikle maden araştırması yapmak ve enerji elde etmek amacıyla kurulmuştur. 1923-1938 dönemde Türkiye Devleti, zorunlu bir görev olarak üstlendiği endüstrileşme sürecini özel teşebbüsü de canlandırarak milli ekonomik güç yaratmaya çalışmıştır.Türk-Sovyet ilişkisinin ekonomik boyutunda ise mal karşılığı faizsiz kredi anlaşması yapılmıştır. 1934 yılı içerisinde 10 milyon dolarlık kredi alınmış ve Beş Yıllık Plan doğrultusunda makine satın alınmak istenmiş ve teknik personelin eğitiminde temel finansman sağlanmıştır.

Tarım sektörü Türk ekonomisinin temelini teşkil ediyordu.  1930 yılına kadar tahıl ürünü 5.3 milyon tondan  1938’e kadar 8.4 milyon tona yükselmiştir.

Uygulanan milli ekonomik programın ilkesi olumsuz dengesizlikleri önleyici tedbirler almak ve endüstri yatırımlarını iç bölgelere yansıtmaktı.

Böylece ekonomik ayrılıklar ortadan kaldırılmaya çalışılmış. (5) Yeni kurulmuş her ülkenin kalkınma özelliği değişkenlik gösterir.

Sanayisi ile gelişmiş bir ülkenin kalkınma reçetesi yeni kalkınmaktaki ülkelere uymadığı söylenebilir.

İzlenecek yol, her ülkenin kendi şartlarına uygun milli kalkınma planı uygulama başarısı göstermesine bağlıdır.

Türkiye’de 1920 yılından itibaren milli bankalarda biriken tasarruf hesabı hızla artmakla beraber bu birikim, ticaret sermayesinden sanayi sermayesine geçişi oluşturacak yoğunlukta değildi. (6) Bundan dolayı ekonomiyi ilgilendiren kurumsallaşma çabalarına hız verilmiş, Ticaret ve Sanayi Odaları, İstatistik Umum Müdürlüğü, Ali İktisat Meclisi İktisat Vekaleti kurulmuştur. (7) 1923-1930 yılları arasında Türk ekonomisinin kurumsallaşma çabalarının yoğunlaştığı bir dönem olmuştur.

Ancak, 1923-1930’a kadar Osmanlı’dan devralınan dışa bağımlı ekonomik yapıyı değiştirmek zor olmuştur.

CUMHURİYETİN İLK YILLARINDA KIRSAL KESİMDE SOSYAL VE TOPLUMSAL SORUNLAR  Cumhuriyet’in ilk yılları sosyal ve toplumsal sorunların ciddi boyutlara ulaştığı dönemdir.

Uzun süre devam eden savaş ortamı üretken genç nüfusu yok etmiş, sosyal-ekonomik yapı tamamen bozulmuştu.

Yoksulluk, salgın hastalıklar ve azalan nüfus ciddi sorunların başında geliyordu.

Ülke nüfusunun etnik yapısı savaş sonrası mübadeleyle hızla değişmiştir.

Bu ciddi sorun karşısında Atatürk, T.B.M.M üçüncü toplantı yılını açarken 1 Mart 1922’de şunları ifade etmiştir: “… sıhhatinin muhafaza ve takviyesi, ölümlerin azaltılması, nüfusun artırılması, sosyal ve geçici hastalıkların etkisiz hale getirilmesi, bu suretle milletin dinç ve çalışmaya kabiliyetli bir halde sağlıklı olarak yetiştirilmesi’’ (8) ifadesinde azalan nüfusun ciddiyetine dikkat çekmiştir.

Aynı zamanda nüfusun azlığı ülkenin  güvenlik sorunu haline gelmişti.

Yunanistan, İngiltere, Fransa, İtalya zayıf bir Türkiye görünümü yaratmak için izledikleri politikalarda saldırgan ve düşmanca bir tavırla demeçler vermeye başlamıştı.

Örneğin; Anadolu’da Türklerin nüfusunun on milyonun altında olduğu ve Anadolu’da azınlık duruma düştükleri yönündeki propagandalar gibi.(9) Cumhuriyetin ilk yıllarında üzerinde durulan ve çözüm üretemeye yönelik çalışmaların başında nüfusun arttırılması ve salgın hastalıklarla mücadele vardı.

Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren Anadolu’nun kırsal kesiminde yaşayan halkın sağlık sorununu Sıhhiye ve Muavenet-i İçtimaiye Vekaleti üstlenmişti.

Cumhuriyet dönemi nüfus artışının uzun süre artma göstermemiş ve 1927 nüfus sayımında Türkiye’nin nüfusunun 13.5 milyon olduğu belirtilmiştir.

Türkiye’nin nüfusu 1935 sayımında 16.200.694, 1940 sayımında 17.713.000 olarak tespit edilmiştir. (10)  Nüfusun arttırılması konusundaki çalışmalarda ilk olarak kurumsal yardım hizmetleri devreye sokuldu. 23 Nisan 1920’de Büyük Millet Meclis’in açılışından hemen sonra sağlık hizmetleri sağlık bakanlığı tarafından yürütülmüştür.

Sıhhiye ve Muavenet-i İçtimaiye Vekaletinin kurulmasıyla salgın hastalıklarla daha etkin mücadele verilmiştir. 1923-1924 döneminde salgın haline dönüşen sıtma hastalığı köylü vatandaşın hayatını felç eden bir durum göstermiştir. 1925 yılında Birinci Tıp Kongresi’nde sıtma hastalığının yayıldığı bölgelerin coğrafyası raporunda bu hastalığın yedi farklı tipte su birikintisinden kaynaklandığı belirtilmiştir.

Türkiye’nin sıtma coğrafyasında Trakya ve büyük nehir yataklarının olduğu yerler işaretlenmiştir. 1926 yılında hazırlanan sıtma ile mücadele tasarısında Tıp fakültelerinden mezun olan doktorlara bir yıllık staj mecburiyeti getirilmiştir.(11) Sıtma parazitine karşı araştırma entitüleri kurulmuş ve bölge teşkilatları organize edilmiştir.

Hıfzısıhha Umum Müdürlüğüne bağlı İçtimai Hastalıklarla Savaş Şubesi de etkin bir rol üstlenmiştir. (12)      1925 yılında Sıhhiye ve Muavenet-i İçtamiye Vekaletince Almanya’nın Hamburg şehrinden sıcak Memleketler Enstitüsü den Prof.

Dr.

E.

Martin ve Dr.

H.

Vogel çağrılmış ve 1926 Mayısı’ndan itibaren Adana’da Sıtma Enstitüsü kurulmuştur.

Bu kurum sıtma hastalığı ile mücadelede merkez konumuna gelmiştir.

Bölge teşkilatlarıyla yapılan araştırmalarda sivrisinek ve anopheles’lerin özellikleri incelenmiş ve tanımlanmıştır.

Türk Araştırmacılarından Dr.

Enver İrdem ve Dr.

Celal Gökberk farklı türler üzerinde önemli bulgularla katkılar yapmıştır. 1927’de Dr.

Mecid o zamana kadar rastlanmayan bir tür olan Aedes Refiki’yi keşfetmiştir.

Prof.

Dr.

İsmail Hakkı (Çelebi) yaptığı araştırmalarda bulduğu yeni türlerle Sıtma hastalığı ile mücadelede önemli katkıları olmuştur.

Her sıtma bölgelerine şube müdürleri atanmış, Laboratuvarlar kurulmuş ve başlarına şube tabibleri atanmış, şubeler içinde köyler gruplara ayrılmış, başlarına sağlık memurları getirilmiştir. (13) Diğer taraftan Anadolu’nun kırsal kesimindeki çocuk ölümlerinin yüksekliği anne adaylarının doğum öncesi ve sonrası bilinç ve eğitim düzeyinin eksikliğinden kaynaklandığının farkına varılmış ve bu eksikliği gidermek adına İçtimai Hıfzısıhha Numune Dispanseri kurulmuştur.

Sağlık merkezleri kurarak doğum öncesi ve sonrası bebeklerin sağlıkları kontrol edilmiştir.

Böylece çocuk ölümlerinin önüne geçilmeye çalışılmıştır.

Cumhuriyetin ilk yıllarında sağlıksız koşullar ve yetersiz beslenme nedeniyle ölüm oranlarının çok yüksek olduğunu Dr.

Fuat Umay Himaye-i Efdal cemiyetinin başkanı sıfatıyla dile getirmiştir. (14) Salgın hastalıkların yanında Çocuk ölümlerin önüne geçme çalışmaları 1923 yılından sonra devlet politikası haline gelmiştir.

Sıhhıye ve Muavenet-i İçtimaiye vekillerinin ilki olan Dr.

Fuat Umay 19 Mayıs 1921’de kurulan İcra vekilleri heyetinde Sıhhiye vekili olarak görev yapmış, Çocuk sağlığı ve gençliğin korunması ile ilgili kanunların çıkarılmasına öncülük etmiştir.

Türkiye’de ilk defa çocuk haklarını gündeme getirmiştir.

Onun döneminde fakir ve muhtaç ailelere gıda yardımı, bebeklere süt tozu, balık yağı, Kars sütü vermeye başlanmış, annelere sıcak ve besleyici yemekler verilerek sağlıkları korunmuştur.(15) Bebek ölümleri ve salgın hastalıklarla mücadelede Ulusal Tıp Kongresinde kararlaştırılan tedbirler doğrultusunda çocuk bakım evleri ve doğum evleri kurulmuştur.

Umumi Hıfzı Sıhha kanununa göre çocuk bakım evlerinde süt damlaları ve doğum evleri kurulması konusunda Vilayet Hususi İdareler ve belediyelere önemli sorumluluklar verildi.

Bu çalışmalarda aktif olarak Himaye-i Efdal Anneler Birliği görevlendirildi.

Anneler Birliğindeki kadınlar cemiyetin özel günlerinde halktan yardım toplama görevi üstlenmiştir.

Yetim çocuklara sahip çıkma, onlara hediyeler vermek ve yardım etmek konularında önemli çalışmalar yapmışlardır.

Ayrıca muhtaç gebe kadınların muayenelerini yaptırmak, doğum sonrası çocukların acil ihtiyaçlarını karşılamak gibi önemli çalışmalar yürütmüşlerdir. (16) Cumhuriyetin ilk yılları salgın hastalıklar, fakirlik, yeterli gıdaya ulaşamama, sağlıksız yaşam koşulları uzun süren savaşlarda kaybedilen genç nüfus büyük sorunların başında geliyordu.

Dış politikada güvenlik sorunu yaratan bu durum karşısında.

İsmet İnönü Paşa, 5.Kasım 1927 tarihinde TBMM’de hükümet programını açıklarken Türkiye’nin nüfusunun on dört milyona yakın olduğunu ilan ederek(17) Türkiye aleyhinde propaganda yapan ülkelere bir mesaj vermek istemiştir.

CUMHURİYETİN İLK YILLARI İKTİSADİ DÜŞÜNCE OLUŞUMUNA ETKİ EDEN GELİŞMELER (1923-1930)  1923-1930 arasında iktisadi düşünce tarzının şekillenmesi Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinden itibaren iktisadi kalkınma hamlelerinin Cumhuriyet dönemine yansımasıyla olmuştur.

Bu yansıma sanayi, tarım, ticaret gibi sektörlerde uygulama alanı bulmuştur. 19.yüzyılda Osmanlı ekonomisi tarım, sanayi, madencilik sektörleri üzerinden şekillenmiştir.

Tarım başlıca üretim gelirini oluşturan bir sektör görünümündeydi. 1876-1908 arası dönemde devlet gelirinin %31’i Aşar vergisi üzerinden oluştu.

Devletin gelirinin 1/3’ün den fazlası tarım ve hayvancılıkla uğraşan köylülerden alınan vergilerden oluşuyordu. (18) İzmir, Mersin.

Trabzon, Samsun limanlarından toptan yapılan ihracatın %75’i  tarım ürünlerindendir. (19)  Madencilik sektörü dış talebe bağlı olarak hareketleniyordu ve bu alanda demiryolu ulaşımı belirleyici olmuştur.

Sanayileşen Batı devletlerinden artan talep ile yeni madenler keşfedilmiş ve işletilmeye başlanmıştı ve Avrupa’ya ihraç edildi. (20) Batı tarzı üretime geçiş ile 1800’lerin başında Bursa’da 1000 dokuma tezgâhı varken 1847’de bu rakam 75’e gerilemiş ve birçok imalathane kapanmak zorunda kalmıştır.

Bu durumun nedenleri arasında Avrupa’da fabrikalaşan üretim tarzının   artması karşısında rekabet edememektir.(21)  1830-1840 yılları arasında Osmanlı Devleti dünya ekonomisi  içindeki yerini alabilmek için Avrupa’dan son teknolojik makineleri ithal edip çoğunluğu İstanbul ve çevresinde yer alan bir dizi devlet mülkiyetindeki fabrikalarda kullanmıştır.

Avrupa’dan mühendis ve uzman kişiler getirilmişti.

Bu işletmelerde yünlü, pamuklu dokuma yapılmış, İzmir de kâğıt fabrikası, feshane, tophane ve tersaneler de aynı dönemde kurulmuştu.

Ancak üretilen mallar ithal rekabetinden korunduğu halde kısa bir süre sonra pek çok işletme üretimi durdurmak zorunda kalmıştır. (22)  1908 II.

Meşrutiyet Devrimi Osmanlı hükümdarlarının mutlak hâkimiyetine son vermişti.

İttihat ve Terakki kadroları iktisadi açıdan daha milli bir anlayışı uygulamaya çalışmıştır.

Birinci Dünya Savaşı’nın başında Kapitülasyonların kaldırılmasıyla iktisadın millileştirilmesi hız kazanmıştır.

İttihat ve Terakki iktidarı ticareti Türk ve Müslüman girişimcilerinden oluşan bir grup tarafından yürütülmesi için mücadele etti.

Müslüman ve Türk girişimci yaratmak Jön Türk’ler den itibaren temel bir iktisadi hedef olarak belirlenmiş olsa da bu hedef yalnızca iç politikada karşılığını bulmuştur.

Gayrimüslimler  aleyhine sürdürülen yaptırımlara karşılık yabancı yatırımcılar sermaye birikimi ve sanayileşme  yolunda desteklenmiştir. 1920-1930 yılları arasında faaliyete geçen anonim şirketlerin üçte biri Türk-yabancı sermaye ortaklığı şeklindeydi.(23) Cumhuriyet döneminde iktisadi politikaların hedefi de aynı proseste gelişmiştir.

Bağımsızlık Savaşı sonrasında Türk ticaretini millileştirme düşüncesi ağır basmaya başlamıştır.

Milli Mücadele Batı emperyalizmine karşı verilen silahlı bir mücadeleydi.

Ancak Osmanlı topraklarındaki gayrimüslim azınlıklar ve sermaye gurupları Batı’nın yanında yer almıştı.

Atatürk ve arkadaşları bunu açık olarak görmüşler ve bu süreci yaşamışlardı.

Bu farkındalık ile yabancı sermayeye olumlu bakılması beklenemezdi. 1923 yılı özel teşebbüsün ve devlet işletmeciliğinin belirli düzeyde olduğu bir dönemdir. 1930 yılına kadar süren dönem Korkut Boratav’e göre liberal bir sistem değildi. 1920-1930 arasında ve Cumhuriyetin ilk yıllarında yabacı sermayenin etkinlği bilinmektedir.

Gündüz Ökçün 1920-1930 yılları arasında kurulan Türk anonim şirketlerin yabancı sermayenin varlığını açık olarak ortaya koyar. (24) II.

Meşrutiyet dönemi içinde kurulmuş ve Cumhuriyet döneminde de faaliyetlerine devam eden anonim şirketler bulunmaktadır.

Cumhuriyetin erken dönemi içinde  ekonominin yeniden yapılanması üç ayrı klik etrafında şekillendiği görülmektedir.

Burada en merkezi firma Türk Anonim Elektrik Şirketi ve bu şirket SOFİNA adlı Belçika-Fransız Sermayeli bir şirket topluluğuna ait bir kuruluştur.

Burada 1924 yılında kurulmuş olan İş Bankası grubu yerli ve milli bir burjuva yaratmanın önemli bir aracı olarak ortaya çıkar.

İş Bankası’nın sağladığı devlet olanaklarından faydalanarak iş yapmaya çalışan aferistler (köşe dönme) veya iktisadi oportünistler de vardı.

Bunun yanında İzmir tarafında Levanten Giroud’lar vardır. (25) 29 Ekim 1923 Cumhuriyetin ilanı ile Atatürk, Türkiye’nin ilk Cumhurbaşkanı seçilir, Hükümeti İsmet İnönü kurar.

Fethi (Okyar) Bey Cumhuriyetin ilk Meclis başkanı olur.

Fethi Bey 11 Ocak 1924’te İstanbul Ticaret Sanayi’ne bir mektup yazarak savaştan sonra ekonomisi gerileyen İstanbul’un durumunu ve Türklerin İstanbul’un ekonomik hayatında neden önemli bir yer tutmadığının araştırılmasını ister. (26) Milli Türk Ticaret Birliği 1 Aralık 1922’de Türk ve Müslüman ticaretini korumak ve tüccarları bir araya getirmek amacıyla kurulmuştu. 2 Ocak 1923’te İktisat Vekili Mahmut Esat Bey birliğe yazdığı mektup da İktisat Vekaleti’nin İzmir’de  “Türkiye İktisat Kongresini” toplayacağını belirtir ve birliğin kongreye katılmalarını ister. 17 Şubat- 4 Mart 1923 arasında toplanan İzmir İktisat Kongresinde birlik faal bir rol oynar.(27) Cumhuriyet Türkiye’si Bağımsızlık Savaşı sonrasında tarım ve sanayide iş gücü kaybıyla karşı karşıya kalmıştır. 1927 yılında çalışabilir nüfusun %23’ünün altı ya da daha azı olması işgücü sorununun devam ettiğini göstermesi bakımından önemlidir. (28) Cumhuriyetin ilk yıllarında devletin sanayileşmesi yönündeki devlet fabrikalarının kuruluşuna rağmen ve bu sanayilerde çalışacak yetişmiş iş gücü yoktur.

Çalışmaya yönlendirilen köylü- işçiler endüstri işçisine dönüşmemiştir. (29)  Cumhuriyetin ilanı ve Türkiye’nin yeniden inşasında yeterli işgücü ve uzman mühendis kadrolarının olmadığı görülmektedir.

Bu nedenlerden dolayı Cumhuriyet dönemi içinde birçok yetişmiş insan dışarıdan getirilmiştir.

Bu dönem içinde Macar uzmanlardan mimar, mühendis, makinist, tekniker, tarım uzmanı, kimyager olanlar Türkiye’ye davet edilmiştir.

Bu uzmanlar özellikle Adana, Konya, Bursa, İzmir, Uşak, Edirne, Antalya, Diyarbakır, İstanbul, Ankara başta olmak üzere Türkiye’nin yeniden inşasında önemli katkıları olmuştur.

Macar işçilerinin, 700-800’ü şeker fabrikalarında çalışmak üzere 4-5 bin Macar işçisinin Türkiye’de yaşadığı ifade edilir.

Macar Başbakanı Gyula Gömbüs, 1933 yaptığı Ankara ziyareti sırasında küçük bir Macar Kolonisi ile karşılaşır. (30) Atatürk döneminde Ankara’ya davet edilen bilim adamı Macar Meteorolog Antal Réthly 1925-1927 yılları arasında Türkiye’de çalışmış ve Ankara’da Meteoroloji Enstitüsünü kurmuştur.

Ayrıca gözlem istasyonları oluşturmuştur.

Türk Meteorolojisinin gelişmesine önemli katkıları olmuştur.1920-1922 arası politik bağımsızlığını kazanan Türkiye’nin 1923-1929 dönemi ekonomik bağımsızlığın kazanılması yönünde iktisadi düşüncelere yoğunlaştığı bir dönemdir.

Lozan’da Türk Devleti’nin tanınması ve sonraki beş yıl içinde gümrük tarifelerin değiştirilmemesi koşulunu kabul etmesi, yabancı sermayenin doğrudan yatırım ve kredi biçiminde girişi üzerine hiçbir yasal sınırlama koymamıştır.

Öte yandan bir Merkez Bankası’nın var olmayışı Liranın yabancı paralar karşısındaki değerinin pazarda belirlenmesine izin verdi.

Bir hükümet politikası yokluğu görülmekteydi. (31) Lozan Anlaşması’nın yürürlüğe girdiği tarihte Osmanlı Devleti’nden kalan dış borçların 129,3 milyon altın lira olduğu tespit edilmişti.

İmparatorluğun savaş öncesi topraklarının ülkeler arasındaki oransal dağılımına göre bu tutarın 86,6 milyon lirasını Türkiye ödeyecekti. 1929 yılından itibaren her yıl 5,8 milyonluk taksitler halinde ödenmesi kararlaştırılan borç ödemesi 1928 yılında Uluslar Topluluğu’nun aldığı bir kararla yeni kurallara bağlandı.

Buna göre Türkiye, Osmanlı borçlarından 1912 öncesinden kalanların %62’sini 1912 sonrasında gerçekleşenlerin ise %79’unu ödemek durumunda kaldı. 1933 yılına kadar Türkiye’nin  8 milyon altın lira ödemesi kararlaştırıldı.

Türkiye tüm bu borçlarını 1954 yılında kapatacaktı. (32) Devletin kamu harcamaları ve yatırımlarını önemli ölçüde etkileyen bir durum ortaya çıkmıştır.

Lozan Barış Görüşmeleri göstermiştir ki Batı’nın özellikle İngiltere’nin hayati çıkarlarının nerede olduğunu görmüş olan Atatürk ve arkadaşları bu konularda iddialı söylemlerden kaçınmışlardır.

Bu bağlamda Genç Türkiye Cumhuriyeti Batı için bir tehdit oluşturmaması gerekiyordu.

Atatürk’ün Batılaşma çabaları aynı zamanda bir dış güvenlik sorunu olarak da görülmüştür. (33) 1929 yılı başlarında Türk Hükümeti, Merkez Bankasının kurulması amacıyla Reichs Bank Başkanı Hjalmar Schacht’ı Türkiye’ye davet etmiş ama iş yoğunluğundan dolayı yerine arkadaşı Karl Müller’i tavsiye etmiştir.

Nisan 1929’de Türkiye’ye Gelen Müller Ocak 1930’da hazırladığı raporu Maliye Bakanlığına sunmuştur. (34) K.

Müller raporunda demiryolu inşaat programının devlet bütçesinden karşılanmasının zor olduğunu, demiryolu yapımının masrafının kısılması gerektiğini belirtmişti. 1930’da Cumhuriyet Halk Fırkası’da demiryolu siyasetinin uzun vade ile ödenmesi şartıyla yabancı sermayeye bırakılmasını (35) programına alarak demiryolu inşasını  devlet bütçesini sıkıntıya sokmadan uzun vadeye taksim ederek yapılmasını istemiştir.

Demiryolu yapımının  büyük bir bütçeye ihtiyaç vardı.

Bu nedenle Türkiye’nin demiryolu yapımı 1922-1927 yılları birinci dönem, 1927-1933 arası finansman sağlamayı içeren ve yabancı müteahhite ihale edilen ikinci dönemdir.

Üçüncü dönem ise demiryolu yapımı iç borçlanmaya gidilerek yapılmıştır.

Bu dönem dışarıdan finansman sağlanmasına gerek kalmadan tamamen yerli müteahhitlerin kazandığı ihaleler dönemidir.

Türkiye Cumhuriyeti demiryolu programının uygulanması demiryolunun gelişmesini sağlamış aynı zamanda Türkiye’de büyük yerli müteahhitliğin doğuşunu da vesile olmuştur. (36) Yerli müteahhitlerin ortaya çıkışı tek işveren konumundaki devlet ve bürokrasi ilişkisi içinde gelişmiştir. 1930 yılından itibaren iç pazarını millileştirme çabaları ve Sivas-Erzurum demiryolu projesinin Türk müteahhitlerince yapılmasıyla yabancı sermayeli şirketlerin demiryolu ihalesindeki hegemonyası böylece son bulmuştu.1930’dan itibaren ise Türkiye Devleti iktisat politikasını planlı aktifleştirme yönünde değiştirmiştir.

İktisadi yönden kalkınmaya çalışan pek çok ülkenin takip ettiği yoldan ayrı bir yönelim içerisinde girilmiştir.  1930-1938 DÖNEMİ CUMHURİYETİN MUTEDİL İKTİSADİ POLİTİKALARININ UYGULANIŞ TARZI           Türkiye Devleti’nin1929-1932 yılları arasında meclisteki en önemli tartışma konusu, sanayileşme yolunda nasıl bir iktisat politikası uygulanması gerektiği üzerineydi. 1930 yılında kurulan Serbest Cumhuriyet Fırkası liberalizmi savunurken Cumhuriyet Halk Fırkası devletçilik üzerinde durmaktadır. 1931 yılında Cumhuriyet Halk Fırkası kongresinde devletçiliği yeni iktisat politikası olarak kabul etmiştir.

Bu zorunluluktan kaynaklanan bir durumdu. (37) Sanayisi gelişmemiş, teknik üretim tesislerinin ve yeterli sermaye birikiminin olmadığı bir ülkede liberal sisteme geçmenin sorunlu bir durumun yaratacağı açıktı.

Recep Peker, 1934-1935 yıllarında Ankara ve İstanbul Üniversitelerinde verdiği derslerde liberalizm ile ilgili düşüncelerini şöyle anlatır: “Liberalizm önce hürriyeti ifade eden bir mana olduğu halde bilhassa ekonomik alanda başkalarının yaşam alanlarını bozucu bir şekil almıştır.

Ticarette ve sanayi de kazanca ait kısım o kadar bozuldu ki bundan istifade etmek isteyen sermayedarlar, sanayi vücuda getirecek hammaddeyi satın alıp kullanıcı müstehliklerin hayatları ve kazançları aleyhine olarak istismarcı bir istikamet aldı.” (38) Cumhuriyetin ekonomik bağımsızlığına vurgu yapan düşüncelerini ifade ettiği cümleleri de şöyledir: “Bir devlet tam müstakil olabilmek için bu bahisle  ekonomi kollarının her biri ayrı ayrı  hatıra gelmelidir;  İstihsal yani üretimi, imarı, fabrikasyonu, bayındırlık  yani nafia ve imarı bu tarif içinde görmek gerekir.

Bir devlet tam müstakil olabilmek için, bunların hepsinde karar verebilmek hususunda serbest bulunmalı, başka devletlerin tesiri altında olmamalıdır.

Mesela Türkiye afyon ekmesin veya tütün ekimi şu kadardan fazla olmasın, pamuk üretimi şu haddi geçmesin diyen bir müdahale Türkiye’nin istiklalini ihlal eder.

Bir ulusun iç pazarına yabancı manifaktürünün ayak basmasıyla bir düşman müfrezesinin ülke topraklarına ayak basması arasında bir fark tasavvur olunmamalıdır.

Karşılıklı anlaşma üzerine kurulmuş esas dışında.” (39) Recep Peker, 1931’de CHF programını açıkladığı konferansında devletçilik sisteminin uygulamalarında aşırı devletçilikten uzak durduklarını, ticari faaliyetleri serbest tutmakla beraber serbest teşebbüsün başaramayacağı endüstrileşmedeki kalkınma hamlesini devletin üstleneceğini vurgular. (40) 1932 bütçe görüşmelerinde söz alarak cumhuriyetin takip etmesi gereken iktisat politikasının devletçilik olduğunu CHF genel sekreteri olarak ilan eder.

İktisadi kalkınmanın etkili ve hızlı gerçekleşebilmesi için devletin bizzat girişimci olarak iktisadi teşekküller yoluyla ekonomiye el atması gerekir demektedir.

Bu nedenle cumhuriyetin kurucu önderleri geri kalmış ve bağımsızlığını yeni kazanmış ülkelerin izlediği yoldan farklı bir yol izlemiştir.

Devletin sanayileşme hamlesi sorumluluğunu üzerine almış, mutedil devletçilik iktisat politikalarını uygulamaya sokmuştur.1930 yıllarında ekonomi ve siyaset merkezinde ortaya çıkan Kadro dergisi etrafındaki sosyalist aydın kesim ile cumhuriyetçi-muhafazakar kesim arasındaki polemik, liberalizm ve sosyalizm gibi modern ideolojiler karşısında cumhuriyetin takip edeceği iktisat politikalarına yoğunlaşılmıştır.

Mustafa Kemal’in yakınında olan Ahmet Ağaoğlu Fert ve Devlet adlı kitabında şunları ifade etmiştir: “Toplumların tecrübe ettikleri sosyal değişim süreçleri birbirine benzemiyor.” (41) Peyami Safa dönemin kalkınma sorununu şöyle ifade eder: “Modern siyasal, ekonomik, kültürel örgütlenme biçimlerinin toplumların kendi tarihi icapları neticesinde benzersiz biçimde gelişir ve toplumların ilerleme trenine ne aynı duraktan binerler nede yaşadıkları değişimi aynı kuramsal ve ideolojik araçlarla kontrol etme imkânına sahip değildir.” (42) Kadro dergisi yazarlarından Şevket Süreyya Aydemir cumhuriyetin kalkınma hamlesini şöyle ifade eder: “Cemiyetin ileri menfaatlerini kül halinde ifade eden kurucu işletici ve bütün fazla kıymetleri cemiyet namına benimseyici yeni bir tip bir iktisat devletinin bilvasıta ve planlı bir müdahalesi zorunludur.”(43) Bu çerçevede sosyal-ekonomik değişimin kendine özgü ilerleme ve kalkınmasını sağlayacak ideolojik ve kurumsal araçların tespitinde  fikri ve siyasi girişimlerin nitelikli olmasına dikkat edilecekti.Cumhuriyetin 1920-1930 arasında faaliyet gösteren anonim şirketlerin üçte biri yabancı sermaye ortaklığı şeklindeydi. 1930’dan sonra iktisat politikaları Türk ve Müslüman girişimciler grubu oluşturmak adına özellikle yabancı sermayeli şirketler ya satın alındı ya da kapatıldı.

Daha milli bir iktisadi görüşe uygun gelişmeler olmuştur. (44) Şükrü Kaya Türkiye’nin iktisat sistemini mutedil devletçilik olarak tarif eder. (45) Mutedil devletçilik özel teşebbüslerin altından kalkamayacağı  yatırımların devlet tarafından yapılmasıdır.

Celal Bayar’ın İş Bankası Genel Müdürlüğünden İktisat Bakanlığına geçmesiyle 1933 yılında hazırlanan ilk beş yıllık kalkınma planı hazırlandı.

Devlet Sanayi Ofisi ile Türkiye Sanayi Kredi Bankası faaliyetlerinin özel sektörü caydırıcı etkisi olduğu gerekçesiyle kapatılmış ve bu iki kuruluşun yerine 1933’te 2262 sayılı kanunla Sümerbank kurulmuş kaldırılan Gümrük muafiyetleri ise tekrar uygulamaya başlanmıştır. (46) Ayrıca madencilikten sorumlu Etibank kurulmuş, devlete ait işletmeler Sümerbank ve Etibank’ın şemsiyesi altında toplanmıştır.

Bu iki kuruluş o dönemde 1930 yılında kurulan Merkez Bankasından %1 faizle borç almak dâhil olmak üzere her tür imkana sahip olmuşlardır. (47) 1932 yılına gelindiğinde pamuklu mensucat, yünlü ve ipekli dokuma, şeker, deri ve kösele endüstrilerinde yerli imalat miktarı ithalatı aşmıştır. (48)  Kısa bir sürede ülke, temel ihtiyaçlarını kendine yeter bir duruma getirmiştir. 1939’da firma başına gayri safi üretim 1932 düzeyinin 2,4 katına ulaşmıştır.

İş Bankası kredilerini Dünya Buhranından kötü etkilenen sanayicilerin yararlanmasına izin vermiştir. (49) Diğer yandan tarımda üretimi arttırmak kapsamında 1929’da kurulan Zirai Kredi Kooperatifleri kanunu çıkarılmıştır. 1932’de Ziraat Bankası’nın tarımsal kredileri arttırmış, ayrıca bankaya hisse senedi toplamak ve satmak suretiyle fiyatları düzenleme talimatı vermiştir.

Tarımsal kredi faiz oranları düşürülmüş ve kredi işlemleri kolaylaştırılmıştır. 1923’de 8 milyon TL civarında olan tarımsal krediler 1932’de ciddi bir artışla 33,6 milyon TL’ye ulaşmıştır. (50) Bu uygulamalarla dünya ekonomik krizinin tarım fiyatlarına olumsuz etkisi azaltılmak istenmiştir.

Uygulanan milli ekonomik politikaların devletçilik yıllarındaki başarının sayısal sonuçları oldukça açıktır.

Dünya kapitalist sistemi en uzun ekonomik bunalımını yaşarken Türkiye %9’u aşan bir hızla büyümüş, sanayinin GSMH içindeki payı %15 ‘e ulaşmış ve devletçilik yılları olarak anılan 1931-1939 yılları arasında 1938 yılı hariç dış ticaret dengesi devamlı olarak fazlalık vermiştir. (51) Bu başarı dış kredilere başvurmadan eldeki mevcut yerli kaynaklarla gerçekleştirilen özverili çabaların bir sonucudur. 1925 yılında 3,5 milyon ton olan tahıl üretimi, 1939’da 8,2 milyon tona yükselmiştir.

Devlet sanayileşme alanında aktif rol alması ile endüstriyel işçi yaratma öncülüğünü de  üstlenmiş oluyordu.

Devletin düzeniyle uyumlu milliyetçi endüstriyel işçi yaratma gayesiyle işçiler ideolojik çatışmalardan uzak tutulmak istenmiştir. 1930’lardan sonra dönemim çalışma politikası milli birliğin güçlendirilmesi, milliyetçiliğin yaygınlaştırılması biçiminde şekillendirilmiş, bu ise İktisadi Devlet Teşekkülleri aracılığıyla gerçekleştirilmeye çalışılmıştır. (52)  8 Haziran 1936 tarihinde İtalya iş yasasına göre 3008 sayılı İş Kanunu çıkarılmıştır.

Dönemin ağır iş koşullarında çalışan işçiler, 1936’da İş Kanunu ile koruyucu ve düzenleyici nitelikte haklar elde etmiştir. (53) İkinci Dünya Savaşının başlamasıyla Milli Koruma Kanunu (MKK)  ile Türk ekonomisi oldukça zor bir dönem yaşamış, iş yasasının hükümleri uzun süre uygulanamamıştır.

SONUÇ Cumhuriyetin 1930-1938 dönemi iktisat sistemi Şükrü Kaya’nın tanımlamasıyla “mutedil devletçilik” idi.

Ya da Korkut Boratav’ın ifadesiyle “ulusal bir sanayileşme ve gelişme modeli” olarak tanımlanır.

Mutedil devletçilik bazı teşebbüslerin devlet tarafından yapılmasıdır.

Devletin endüstrileşme sürecinde izleyeceği yolu devlet tarafından üstlenmesidir.

Bu sürecin devlet tarafından üstlenmesinin birçok zorunlu nedenleri vardır.

Başlıca nedenler arasında sermaye kıtlığı, teknik bilgi noksanlığı, tecrübeli iş insanı eksikliği ve teknolojiyi yararlı biçimde kullanacak deneyimli uzman işgücünün yokluğu sorunların başında gelmekteydi.

Ulusal ekonominin güçlendirilmesi ilkesinden hareketle ülkenin yeraltı ve yerüstü kaynaklarının kullanılmasında daha milli bir ulusal kalkınma modeli öne çıkarılmıştır. 1930 yılından itibaren salt sermayeye dayalı sistem veya salt aşırı devletçi model dışında Türkiye’nin sanayileşmesi ve gelişmesinde mutedil devletçilik anlayışı yönünde irade gösterilmiştir.

Sosyal devlet kavramı içinde ulusal kalkınma modeli oluşturmak istenmiş.

Savunma Sanayinin gelişiminde önemli yeri olan Mühimmat Fabrikası 1929’da, Çelik Fabrikası 1931 yılında, Barut Fabrikası 1936’da kurulmuş ayrıca Tüfek Fabrikası ve Top Fabrikasının kurulması ile Keskin ilçesine bağlı nahiye görünümündeki Kırıkkale büyüyerek bir kent haline gelmişti. (54) Bölgesel ve ekonomik farklılıkları aza indirmek, endüstriyel işçi ve teknik uzmanların yetiştirilmesi amaçlanmıştır.

Aynı amaç doğrultusunda Karabük Demir Çelik Fabrikası kurulmuş, Alman, İngiliz rekabetinden faydalanan Türk Hükümeti, 1936’da İngiliz Hükümetinin finansal desteği ile “Fabrika yapan Fabrika” olarak  (55) ünlenen Türkiye’nin ilk ağır sanayi tesisini Karabük’te kurmuştur.

Genç Cumhuriyetin bu dönem zarfında ekonomik kalkınmada yeterli seviyeye gelmeyi gerçekleştirmede zorlandığı da görülmektedir.

Ancak ülkenin içinde bulunduğu olumsuzluklar ve dünya konjonktüründeki kriz göz önünde bulundurmak gerekir.

İktisadi kalkınma hamlesinin kısıtlı imkânlarla beklenen hedeflere ulaşması zordu ve sancılı bir dönemden geçmesi gerekecekti.

Türkiye’nin stratejik hedefi dışarıya borçlanmadan iç tasarruflarla yatırım yapma olanağını gerçekleştirmesi belirleyici olacaktı.

Maliye bir ülkenin sağlam gidişini ve güvenliğini sağlayacak ölçüdür.

Böyle bir gidişi sağlama alacak denk bütçe politikalarıdır. 1 Mart 1924 tarihinde yürürlüğe giren ilk resmi Cumhuriyet bütçesinden 1938 yılına kadar geçen 15 bütçenin 11’i denk (gelir-gider), 3’ü bütçe fazlası vermekteydi.

Yalnız 1924 bütçesi 11.milyon TL (Bütçe gider toplamının %8’i) tutarında açık oluşturmaktadır.1924-1934 yılları içinde elde edilebilen kesin hesap sonuçları da bu yolda gösterilen özenin (56)  bir göstergesidir.

Devlet bu durumundaki pozisyonu işveren ve yatırımcıyı finanse eden bir durumdadır.

Devlet bu durumda yatırımların nasıl, nerede ve hangi kriterlere göre yapacağına karar vermesi de gerekiyordu.

Devlet, stratejik bir kararla yatırımların kıyı kentlerden ziyade iç bölgelere ayrılmasına öncelik vermiş, bununla bölgeler arası ekonomik farklılıkları mümkün olduğunca ortadan kaldırmak istemiştir.

Kamu İktisadi Teşebbüsü’nün olmadığı ülkelerde ekonomik kalkınmanın sağlıklı gelişmesini gerçekleştirmesi mümkün gözükmemektedir.

KAYNAKÇA *Bu bildiri daha önce 2.

Uluslararası "Artemis" Sosyal ve Beşeri Bilimler Kongresi’nde “Cumhuriyet Dönemi İktisadi Düşünce Tarzının Kurumsal-Yasal Uygulamaları (1923-1938)” başlığı altında yayımlandı.

Aydınlık gazetesinde yayımlanması için gerekli izinler alındı. 1)Cemal Kutay, Celal Bayar Hayatı, Kenan Basımevi, İstanbul,1939, s. 500.  2)Korkut Boratay, Türkiye de Devletçilik, İmge kitap Evi, Ankara, 2006,  s.15. 3)Boratay, a.g.e. s.30 4)Şevket Süreyya Aydemir, “İnkılabımızın İdeolojisi”, Cumhuriyet, 09.02. 1976 5)Atatürk’ün Ekonomik Görüşü, Kara Kuvvetleri Komutanlığı Yayınları, Ankara, 1982,s.11   6)Haldun Derin, Türkiye’de Devletçilik, Çituri Biraderler Basımevi,  İstanbul, 1940, s.50-52 7)İlhan Tekeli-Selim İlkin,1929 Dünya Buhranında Türkiye’nin İktisadi Politika Arayışları-Türkiye Belgesel İktisat Tarihi, ODTÜ, Ankara, 1977, s.57 8)Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Cilt:I-II, TTK Basım Evi, Ankara,1989,s.238 9)Yaşar Baytal, “Atatürk Döneminde Nüfus Artırma Çalışmaları ve Gürbüz Türk Çocukları Projesi”, CTAD, 5(10), Güz 2009, s.117-13710)Yaşar Baytal, a.g.e, s.119; Bkz.

Memduh Yaşa, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ekonomisi (1923-1978), Akbank Yayınları, İstanbul, 1980, s.3. 11)İlhan Tekeli-Selim İlkin,  Cumhuriyet Harcı, 2.Kitap, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2010, s.135.  12)Tekeli- İlkin, a.g.e, s.135 13)Tekeli-İlkin, a.g.e, s.139. 14)Baytal, a.g.e, s.119. 15)Veysi Akın, Bir Devrin Cemiyet Adamı Dr.

Fuat Umay (1885-1963), Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Araştırma Merkezi, Ankara, 2000, s.101 16)Pınar Öztamur, ‘’Büyük Buhran ve Cumhuriyet Gazetesinde Yoksulluk Üzerine Söylemler-1929-1931”, Toplum ve Bilim, 94, 2002,  s.175-188  17)İsmet İnönü, Söylev ve Demeçleri (1919-1946), Türk Devrim Tarihi Enstitüsü Yayınları, İstanbul, 1946, s.157  18)Donald  Quataert, ‘’Tanzimat Döneminde Ekonominin Temel Problemleri ‘’, Tanzimat Değişim Sürecinde Osmanlı İmparatorluğu, Çev: F.Acun-H.İnalcık,M.

Seyidanlıoğlu,(Ed) Phoenix Yayın Evi, Ankara, 2006, s.449 19)Şevket Pamuk, ‘’Bağımlılık, Büyüme: Küreselleşme çağında Osmanlı Ekonomisi’’, Doğu-Batı,4 (17), Nisan 2006, s. 35-42. 20)A.

Gündüz Ökçün, ‘’XX Yüzyıl Başlarında Osmanlı Maden Üzerinde Türk, Azınlık ve Yabancı Payları’’, Abada’a Armağan, A.Ü.S.B.F, Ankara, 1969, s.809 21)Özgür Öztürk, Türkiye de Büyük Sermaye Gurupları: Finans Kapitalin Oluşumu ve Gelişimi, Sosyal Araştırmalar Vakfı, İstanbul, Ocak 2011,s.36  22)Şevket Pamuk, Osmanlı-Türkiye İktisat Tarihi: 1500-1914,  İletişim Yayınları, İstanbul, 2007, s.201-20223)Korkut Barotav, ‘’Kemalist İktisat Politikaları ve Devletçilik,’’ Emperyalizm, Sosyalizm ve Türkiye, Yordam Kitap Kitap, İstanbul, 2010, s.356 24)Bkz.

Gündüz Ökçün, “1920-1930 Yılları Arasında Kurulan Türk Anonim Şirketlerinde Yabancı Sermaye”, Bütün Eseri, Sermaye Piyasası Kurulu Yayınları, Ankara, 1997.  25)Erol Katırcıoğlu, ‘’ Erken Cumhuriyet Döneminde Türkiye’nin Kenetlenmiş Şirketler Dünyası ve Özellikleri’’ Cumhuriyet Tarihinin Tartışmalı Konuları, Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul, 2013,s.243-244 26)Tekeli- İlkin, Cumhuriyetin Harcı, s.46 27)Tekeli-İlkin, a.g.e. s.46 28)Çağlar Keyder, Dünya Ekonomisi İçinde Türkiye (1923-1929), Yurt Yayınları, Ankara, 1982, s.36.  29)Yüksel Akkaya, “Cumhuriyetin Kuruluş Yıllarında Düzen ve Kalkınma Kıskacında Emek”, Cumhuriyet Tarihinin Tartışmalı Konuları, Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul,  2013, s.246 30)Melek Çolak, “Atatürk Dönemi Türkiye’sin de Bir Macar Meterolog: ‘’Ak Sakallı Hava Bakan’’ Antal Reéthly 1879-1975”,  CTAD, 5(9),  Bahar 2009, s.113-136. 31)Keyder,  Dünya Ekonomisi İçinde Türkiye (1923-1929), s.14.32)Yakup Kepenek, Türkiye Ekonomisi, 5.

B, Verso Yayıncılık, Ankara, 1990, s. 35.33)Ömer Kürkçüoğlu, Türk-İngiliz İlişkileri (1919-1926), ASBF Yayınları, 1978, s.292.34)Tekeli-İlkin, 1929 Buhranında Türkiye’de İktisadi Politika Arayışları, s.110-111. 35)M.

Arslan Abisel, Bir Karış Fazla Şimendifer, TCDD, Ankara, 1948,  s.92.36)Tekeli-İlkin, Cumhuriyet Harcı,  s.287.37)Haldun Gülalp, Gelişme Stratejileri ve Gelişme İdeolojileri, Yurt Yayınları, Ankara, 1983, s.28 38)Recep Peker, İnkılap dersleri1934-1935, İletişim Yayınları, İstanbul, 1984, s.27   39)A.g.e. s.102-103 40)Recep Peker, CHF Programının İzahı,1931. 41)Bkz.

Ahmet Ağaoğlu, Devlet ve Fert, Sanayii Nefise Matbası, İstanbul,1933. .42)Peyami Safa ‘’ Türk Düşüncesi ve Batı Medeniyeti’’, Türk Düşüncesi,  1 Aralık 1953,s.1-5 43)Şevket Süreyya Aydemir, İnkılap ve Kadro, Muallim Halit Kitaphanesi,1932,s.46-53 44)Erol Katırcıoğlu, a.g.e. s.244 45)Bkz.Ahmed Hamdi Başar, Atatürk’le Üç Ay, Tan Matbaası, İstanbul, 1945, s.15 46)Aytekin Altıparmak,’’Türkiye’de Devletçilik Döneminde Özel Sektör Sanayi’nin Gelişimi’’ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 13,2002, s.43  47)Eric jan Zürcher, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, Çev: Yasemin Soner, İletişim Yayınları, İstanbul, 2012, s.292 48)Mete Tuncay, Türkiye Cumhuriyetinde Tek Parti Yönetiminin Kurulması 1923-1931, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 2005, s. 196-197. 49)Çağlar Keyder, Türkiye’de Devlet ve Sınıflar, İletişim Yayınları, İstanbul,2005, s.141-I45  50)Aslı Odman, ‘’Serbest Mıntıkadan Amerikan Pazarına Tophane Rıhtımı: Ford Motor Compaany Exports inc.

İstanbul Otomativ Montaj Fabrikası 1925-1944’’, Tarih ve Toplum Yeni Yaklaşımlar, 12, Bahar 2011, s. 84-92.  51)Korkut Boratav, Büyük Dünya Bunalımı içinde Türkiye’nin Sanayileşme ve Gelişme Sorunları 1929-1939, Makine Mühendisleri Odası, Ankara, 1976, s.22-23.  52)Tankut Centel, ‘’ Atatürk Döneminin Çalışma Politikası’’ İstanbul Hukuk Fakültesi Mecmuası, 1 (4), (Doğumunun Yüzüncü yılında Atatürk’e Armağan) 1981-1982, s.141 53)Mesut Gülmez, Meclislerde işçi Sorunu ve Sendikal Haklar (1909-1961), Öteki Yayınevi, Ankara, 1995, s. 197-199 54)https://www.aa.com.tr/tr/turkiye/anadolunun-yukselen-savunma-sanayi-ussu-kirikkale/1825358 Son Erişim Tarihi: 20.11.2022 55) Nurgün Koç, ‘’Türk İngiliz Dostluğunun Tezahürü ve Karabük Demir Çelik Fabrikasının Kuruluşu’’, Türk İslam Medeniyeti Akademik Araştırma Dergisi, 6(11), 2011, s.27-50 56) Yüksel Ülken, Atatürk ve İktisat, İktisadi Kalkınmada Etkinlik Sorunu ve ‘’Eklektik Model’’, Türkiye İş Bankası Yayınları, Ankara,1981, s.41.  

İlgili Sitenin Haberleri