Haber Detayı
Öcal Uluç hayat hikayesini Odatv'ye anlattı: 'Öcal' ve 'Hıncal' isimleri nereden geliyor
Türkeş ailesine çok yakın büyüyen Öcal Uluç’un ismi, siyasi görüşünün de etkisi ile en az gazeteciliği kadar gündemde oldu. Hele kardeşinin ismi de Hıncal olunca…
Bugün 90. yaşını kutlayan, gazetecilik ile geçen 70 yılda 39 hükümet, 2 darbe, 3 darbe girişimi, 3 muhtıra, post modern darbe gören Öcal Uluç, emekli asker, siyasetçi, 13.
Dönem Milletvekili Fuat Uluç’un ilk çocuğu olarak dünyaya geldi.
Fuat Uluç, 27 Mayıs Darbesi’nde aktif rol oynayan, askerlikten sonra siyasete atılan MHP’nin kurucu başkanı Alpaslan Türkeş’in en yakın dostlarından biriydi.Türkeş ailesine çok yakın büyüyen Öcal Uluç’un ismi, siyasi görüşünün de etkisi ile en az gazeteciliği kadar gündemde oldu.
Hele kardeşinin ismi de Hıncal olunca…Pek çok insanın aklına ilk gelen, bir babanın çocuklarına bu isimleri birilerine olan hıncından, intikam alma isteğinden koymuş olacağıydı.
Halbuki bu ismin ardında romantik bir hikaye vardı.Öğretmen olmak isterken bir yaz tatilinde gazeteciliğin tadını alıp mürekkebin kokusuna kapılarak 70 yıldır gazetecilik yapan Öcal Uluç ile kardeşi Hıncal Uluç ve kendisinin isimlerinin hikayesini, “Aslan Amca”larını, gazeteciliğin dünü ve bugününü konuştuk.-İsimlerinizin Hıncal, Öcal olması babanızın birilerine öfkesini mi simgeliyor?Aslında benim adım bir aşk hikayesidir.
Babam o sırada genç bir subay.
Birliğine giderken yolda okula giden Suat Hanım'ı görüyor.
Yani platonik bir aşk.
Suat Hanımın babası, Kilis Müftüsü Muharrem Efendi.
Öyle bir müftü ki Şam'dan, Halep'ten bile yani Arap ülkelerinden Müslümanlıkla ilgili, Kur'an'la ilgili bir sorun, tartışma çıktığı zaman ona görüşünü almak için geliyorlar.Genç kızın annesi, “Ben kızımı askerlere vermem, kızımı uzaklara götürür.
Harp de çıkacak.
Onlar savaşta ölebilirler.
Böyle bir şey hiç akıllarından geçmesin” diyor.Babamın şehir lokalinden tanıdığı öğretmen Hakkı Öcal araya girip ailenin gönlünü yapıyor, babam ile Suat Hanım yani annem evleniyor.
İlk çocuk benim.
Adım öğretmenin soyadından geliyor.-Neden ismi değil de soy ismi?Doğduğumuz yıllarda hep Osmanlı'dan, Araplardan gelen isimler var.
Atatürk devrimlerinin yanı sıra Türkçe isimler konmasını da istiyor.
O yüzden soyadını alıyor.Babam çok iyi şiir yazardı.
Aruzun son şairlerindendi.
Hıncal'ın adını da kafiyeli olsun diye koyuyor.
Ama eleştiriler başlayınca, kız kardeşimin adı Serpil, en küçük kardeşimizin adı da Kemal oluyor.-Türkeş ile de çok yakın arkadaş olmasının da etkisi var eleştirilerde galiba… Yakınlıkları nereden geliyor?Türkeş'le yani bizim Aslan amcamızla Bandırma'dan arkadaşlar.
Bandırma'da babam yüzbaşı, Türkeş teğmen.
Türkeş, üniforma ile Türkçülük yürüyüşlerine katılınca, ceza alıyor, hapse giriyor.
Herkes korkup ilgilenmeyince, babam ailenin abisi, amcası oluyor.
Türkeş’in annesi Fatma Nine bize, benim yaşımdaki büyük kızı Ayzıt’a masallar anlatırdı.
İkinci kızı Umay, Hıncal ile yaşıttı.
Birlikte büyüdük.
Aslan Amcamın kız kardeşi Dervişe Abla, tütün işletmesinde çalışırdı.Sonra 14'ler Grubuna karşı operasyon yapıldı yönetim içinde.
Türkeş Hindistan’a sürülmüştü.
Bir süre sonra döndüler, emekliye sevk edildiler.
Babamla yakın birliktelik o zaman da devam etti.
Ölene kadar devam etti zaten.-Türkeş’in siyasete atılmasında da babanızın etkisi olmuş…Babam, Osman Bölükbaşı’nın kurduğu Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi'nde genel sekreterdi.
Türkeş yurda dönüp emekli olunca, bu partiye parti müfettişi olarak girdi.
O sırada Osman Bölükbaşı istifa etmişti.
Partinin genel başkanı yoktu.
Genel kurulu topladılar, Türkeş Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi'nin genel başkanı seçildi.
Seçimlerde milletvekili oldu.14’lerden emekli edilen Dündar Taşer gençleri organize etmeye başlamış, Türkeş'i de ülkü ocaklarının kurulması için ikna etmişti.
Ülkü Ocakları kuruldu.
Babamla Türkeş'in ters düşmesi bu adımdan sonradır.
Babam, “Gençler sokağa çıkarsa karşı taraf da sokakta, çatışma başlar, yapmayalım” dedi.
Yapıldı.
Babam da partiden istifa etti.
Milletvekiliydi.
Ondan sonra da vefat etti zaten.
Onların arasına giren soğukluk, bizimle hiç yaşanmadı.-Sizin deyişinizle “Aslan Amca” nasıl biriydi?Faşist olarak tanıtıldı.
Hiç öyle bir adam değildi, hiç.
Faşizm bambaşka bir yerdir.
Türkeş, demokrasiye inanan bir milliyetçiydi.
Fevkalade okuyan, kültürlü.
Dünyayı bilen.
NATO'da, Belçika'da, Amerika'da, dünyayı gören, tanıyan, aydın bir Türk subayıydı.-70 yıllık gazetecilik nasıl başladı?Liseyi bitirdiğim yaz İstanbul’a gittim.
Dayım Necati Bilgiç Fenerbahçe Dergisi’nde çalışıyordu.
Edebiyata ve spora meraklı olduğumu bildiği için maçtan sonra beni soyunma odalarına gönderirdi, hasta Galatasaraylı olduğum halde ben Fenerbahçe soyunma odalarını yazardım.
Baba tarafından akrabamız Doğan Şener de o sırada Türkiye’nin ilk müzik dergisi Hey’i çıkarıyordu.
Maçlara onunla beraber gidiyorduk.Yaz tatili bitince Ankara’ya döndüm.
Ben öğretmen olmayı hayal ederdim aslında ama gazeteciliği tadınca, her şey değişti.
Kudret Gazetesi’ni çıkaranlar babamın arkadaşıydı.
Babam, meraklı gazeteciliğe diye oraya gönderdi beni.
Orada başladım.
O sırada annemizin dayısının oğlu Mehmet Ali Kışlalı, Zafer Gazetesi’nde spor gazeteciliğine başlamış, sonra Yenigün Gazetesi’ne spor müdürü olarak transfer edilmişti. “Sen bu işe başladın.
Devam etmek ister misin?” dedi. “Tabii isterim” dedim, 1955 yılında 20 lira haftalıkla profesyonel olarak burada spor muhabiri olarak başladım.
Sonra gazetede bir kadro değişikliği olup Mehmet Ali Abi (Kışlalı) genel yayın müdürü olunca, ben spor şefi oldum.
Ben spor şefi olunca muhabir kalmadı, benim kardeşim Hıncal Uluç ile Ahmet Taner Kışlalı, spor muhabiri olarak gazeteciliğe başladı.
Sonra Mehmet Ali Agabey “Yankı Dersi’ni çıkarınca, Hıncal, Ahmet ve Ben Yankı’ya geçtik.
Spordan “siyaset ve sosyal hayat, tiyatro – sinema – sanat – kültür” yazarlığına…-Türkiye’nin en fazla gazeteci çıkaran ailesisiniz galiba…Evet, çok gazeteci çıktı ailede.
Babamızın edebiyat merakı bize de geçmiş biraz.
Kız kardeşim Serpil Gogen de Ankara’da uzun yıllar gazetecilik yaptı.
Kültür sanat yazıları yazıyordu.
Bir dönem Tansu Çiller’in basın danışmanlığını da yaptı.
Murat Kışlalı da halen gazetecilik yapıyor.
Ahmet Taner Kışlalı’nın kızı Dolunay Kışlalı da gazeteci, diğer kızı Nilhan Nur Kışlalı da Gözlem Gazetesine ABD’den yazı yazıyor.
Biz dışarıdan kimseyi almadan bir gazete çıkarabilecek durumdaydık.-Türkeş’in gazetesi...27 Mayıs İhtilalinin ardından, Türkeş’in destek verdiği Öncü Gazetesi çıktı.
Mehmet Ali Abi nedense “genel yayın müdürlüğünü” kabul etmedi, Altan Öymen ile anlaştılar.
Gazeteyi çıkarmak için “Yeni Işık” şirketi kurulacaktı.
Şirkete babamın adına ben, Türkeş'in hanımı Muzaffer Teyze, bir de Türkeş’in yanında Yüzbaşı olarak çalışmış bir emekli albay ve İKA Ajansı sahibi Ziya Tansu ortaktı.
Gazetenin adı da “Yeni Işık” olacaktı, ama Falih Rıfkı Akay ile Bedii Faik’in sahibi olduğu Dünya Gazetesinde “Türkeş demokrasiye geçişin geciktirilmesini ve daha sonra ‘tek olarak’ partileşilmesini istiyor.
Bunun için hazırlıklara başladı, bir gazete çıkaracak” diye yazılınca, ordu içinde bile tepkiler başlıyor.
Cemal Gürsel ve Milli Birlik Komitesi de baskı yapınca, şirket feshedildi.
İKA Ajansı sahibi, Türkeş’in birliğinde yedek subaylık yapmış olan Ziya Tansu gazeteyi çıkardı.
Gazetenin Genel Yayın Yönetmeni Altan Öymen oldu.Oktay Kurtböke, Aydın Yalçın, Nilüfer Yalçın, Mete Akyol, Mustafa Ekmekçi, Mahmut Bakal, Sermet Çağan, Fakir Baykurt, Kurthan Fişek kadrodaydı.
Ünlü şair Ahmet Arif baş müsahhih (Düzeltmen) idi.
Yani Aydın Yalçın, Nilüfer Yalçın ve Ben hariç sol görüşlü birçok ünlü Türkeş’in gazetesinde bir araya gelmişti.Öncü Gazetesinde, çalışanlarla “sonradan 212 Sayılı Basın Yasası’nın temeli olacak” bir sözleşme yapılmıştı.
Bayram yevmiyeleri, fazla mesai, hanımlara hamilelik izni, hiç öyle hakları yoktu, çalışanların...
Öncü’deki sözleşmeyle başladı, bu adımlar…Türkeşler sürülünce, gazete bir pazar günü gazeteye noter çağrılarak Aydın ve Nilüfer Yalçın ikilisine devredildi.Bizlerin de işlerine son verildi.
Ben YANKI Dergisi’ne gittim.
Oradan Tasvir’e, ardından da Son Baskı’ya… Bu arada Rüzgarlı Sokak’ta iki gazete çıkarma girişimim oldu, ikisinde de battım.Tercüman gazetesinin Ankara Bürosu'nun Spor Servisi'nde çalıştım, temsilci oldum, 1975 yılında da İzmir’e geldim.
Önce spor yazarı, ardından temsilci oldum.
Hiç istemediğim halde Güneş Gazetesi çıktığında spor servisi boşaldığı için İstanbul’a gittim. 4-5 ay sonra İzmir’e döndüm.
Tercüman’dan 80’li yılların sonunda emekli olarak ayrıldım.
Bir süre Erkekçe Dergisi’ne yazdım.
Sonra Erkekçe kapandı.
Tercüman’dan ayrılanların birçoğu Türkiye Gazetesi’nde toplanmıştı.
Beni de çağırdılar.
O günden beri Türkiye’de yazıyorum.
Gazete’nin Sahibi Enver Ören’e sözüm vardı; gazetesinden ayrılmayacaktım.
Hala yazmaya devam ediyorum ve edeceğim…Aynı yıllarda İzmir merkezli ilk ulusal gazete olan Gözlem’in kuruluşunda çalıştım.
Orada da yazmaya devam ediyorum.-Türkeş’in kendi gazetesine, gazetedeki haberlere müdahalesi var mıydı?
Milli Birlik Komitesi Doğu’daki ağaları topladı.
Sürgün edeceklerdi, Muğla, Denizli taraflarına… Gazete olarak karşı çıktık.Daha sonra, 213 profesör ve doçenti sürme, bazılarının görevlerine son verme adımları başladı.
Karşı çıktık…Milli Birlik Komitesi'nde çok ağır eleştirdiler Türkeş’i; "Senin gazeten filan" diye.
Babam, gazeteye bir açıklama ve haber ile geldi.
Haber manşet, açıklama başyazı olacaktı.Anlattık durumu. “Haklısınız” dedi babam rahmetli.
Haber “birinci sayfadan tek sütun” verildi, açıklama da ikinci sayfada “babamın imzası ile okuyucu mektubu olarak” yayınlandı.Halbuki noter çağırıp “noter tasdikli” olarak gönderseler, “haberi manşetten verildiği için manşetten, açıklamayı da başyazı sütunundan vermek” zorundaydık, ama bu yolu düşünmemişlerdi.-Bugün olsa yapabilir miydiniz?Şimdi “öyle günlerdeki gibi” basın mı var?
Nasıl yapalım?
Bu kadar cemiyet var, sendikamız da var.
Hep beraber çıkalım, “basın özgürlüğü için” ülke çapında yürüyüşler yapalım.
Korku dağları bekliyor; herkes istiyor ki ateşteki kestaneleri başkası kaldırsın.- 70 yıllık basın hayatınızın en kötü dönemi hangisi?
Ben darbelerden sonra sıkı yönetimlerin ilan edildiği, asker vesayetinin olduğu yılları yaşadım.
O zaman akşam baskısı çıkardı.
Gelir alırlar, giderlerdi.
Merkez Komutanı izin verince asıl gazete dönerdi.
Bazen “şu haberi çıkarın” derlerdi.
O haber çıkardı.Hatta gece saat 11'de 12'de makine dönerken gelirlerdi, “Şu haberi çıkarın” derlerdi.
O zamanın teknolojisiyle değişiklik yapmaya kalksak, bütün hatların kamyonetleri kaçacak.
Bunun üzerine kurşunlu kalıptan o haberi kazırdık.
Orası beyaz çıkardı.-O dönem miydi en kötüsü?Hayır, hayır.
En kötüsü bu dönem.
Neden?
Çünkü orada adam “kırmızı çizgiyi” çizerdi. “Bunu geçersen” ayvayı yerdin.
Şimdi öyle bir şey yok ki.
Gazetecileri, suçunun ne olduğunu tam olarak bilmeden, sabaha karşı evlerinden topluyorlar çoluğunun çocuğunun yanında.
Bu olacak şey değil.
İnsan haklarına aykırı.
Ben 1954'te başladım gazeteciliğe.
O günden bugüne hemen hemen her devirde “öyle ya da böyle” baskı vardı.
Bazı süreçlerde Asker düzenleme yapıyordu.
Son dönemlerde onun yerini iktidarlar aldı.-Bugün karar verecek olsanız yine gazeteci olur muydunuz?Tamam, meşakkatli iş ama bundan daha keyifli bir şey olamaz.
Bir daha dünyaya gelsem, bir daha gelsem yine gazeteci olurum.Berrin Tuncel BirerOdatv.com