Haber Detayı
BSW’li siyasetçi Aydınlık’a konuştu: Silahlanma yerine kaynaklar fırsat eşitliğine aktarılmalı
Pazar günü yapılacak Kuzey Ren-Vestfalya yerel seçimleri öncesi partiler, seçmene siyasetlerini duyurmak için adeta yarış içinde. Ancak Federal Hükümetin yanlış siyasetleri hemen hemen hiçbir partinin gündeminde değil. Bu söylemlere yönelik itiraz, Sahra Wagenknecht İttifakı’ndan (BSW) geldi
Almanya’nın en kalabalık nüfuslu eyaleti Kuzey Ren-Vestfalya’da yerel seçimler öncesi kritik süreç başladı.
Partiler, siyasetlerini seçmenlere ulaştırmak için son dakikaya kadar çalışmalarını yürütyor.
Ancak hemen hemen bütün söylemler, yerel konularla ilgili; genel siyasetin yerellere olan etkisi hiçbir partinin gündeminde değil.
Buna itiraz, Sahra Wagenknecht İttifakı (BSW) Kuzey Ren-Vestfalya Başkan Yardımcısı Eyüp Yıldız’dan geldi.
Özellikle yoğun göçmen nüfusunun yaşadığı semtlerdeki sorunlara dikkat çeken Yıldız, silahlanma yerine bu semtlere yatırım yapılması ve toplumsal kaynaşmanın artırılması gerektiğine dikkat çekti.
BSW, yerel seçimler çerçevesinde 43 yerel yönetimi için yarışıyor.
Seçimlerin arifesinde Aydınlık’ın sorularını yanıtlayan Yıldız ile röportajımızı okurlarımızla paylaşıyoruz… BSW, sol temelli bir parti olmasına karşın özellikle göç konusunda farklı söylemlerle dikkat çekiyor.
Şehirlerin özellikle göçmenlerin yoğun yaşadığı semtlerde farklı sorunlara işaret ediyorsunuz.
Göçmen kökenli bir siyasetçi olarak sorunu nerede görüyorsunuz?
Nerede hata yapıldı?
Kuzey Ren-Vestfalya’da dezavantajlı semtlerden söz edenler, genellikle şu klişe ifadelerle karşılaşır: bıçaklı kavgalar, sosyal yardımların kötüye kullanımı, “entegrasyona isteksizlik”.
Bu kavramlar dikkat çekiyor ama çok az şey açıklıyor; asıl sorunun bireysel hatalardan çok yapısal meseleler olduğunu örtbas ediyor: boş kasalar, kalıcı hale gelmiş yoksulluk, konut sıkıntısı, kreş ve okullarda yeterli toplumsal kaynaşmanın olmayışı ve özellikle desteğe en çok ihtiyaç duyulan yerlerde zayıf kalan bir iş piyasası.
Evet: Yerleşik partiler bu konuda onlarca yıldır sağlam kaynaklar olmadan eğitimle kendiliğinden yükseleceğimiz, sözde her şeyi değiştirecek “örnek projeler” ve “bizim kontrolümüz altında” söylemleri gibi hep aynı masalları anlatıyorlar.
Ancak bu mahallelerde yaşayan insanların sırtından yükselerek başarısız oldular.
Bize somut örnekler verebilir misiniz?
Gelsenkirchen-Ückendorf, Duisburg-Marxloh, Essen-Altendorf, Dortmund Nordstadt ve Köln-Chorweiler verilen sözlerin nasıl havada kaldığını açıkça gösteriyor.
Bazı sokaklarda en az her üç çocuktan biri, kimi yerlerde ise her iki çocuktan biri göreli yoksulluk içinde büyüyor.
Göçmen kökenli çocukların oranının %80’i aştığı kreşler ve ilkokulların bulunması bir ayrıntı değil; mekânsal ayrışmanın ve yükleri hep aynı mahallelere yıkan bir konut politikasının doğrudan sonucu.
Peki, çocuklar, öğrenme ortamları sosyal, dilsel ve kültürel açıdan neredeyse hiç çeşitlilik taşımıyorsa, neye entegre olacaklar?
Entegrasyon, çeşitliliğin kendiliğinden doğal olduğu yerlerde başarılı olur, yani dil seviyelerinin karıştığı, ebeveyn ağlarının destek verdiği, derneklerin kapılarını açtığı, spor sahalarının güvenli olduğu ve okul kütüphanesinin öğleden sonra üçten daha uzun süre açık kaldığı yerlerde.
Ama yoksulluk, darlık, gürültü ve eksik boş zaman imkânları bir araya geldiğinde, her çocuk için –ister yerleşik ister yeni göç etmiş olsun– engeller büyür.
BSW’nin bu sorunlara karşı çözümü nedir?
Yerel siyaset bu bağlamda neden önemli?
Anayasa bunun için açık bir ölçüt koyuyor. 3. madde, kanun önünde eşitliği garanti altına alıyor ve dil, köken ya da kavram olarak sorunlu olan “ırk” kategorisi dâhil olmak üzere, ayrımcılığı yasaklıyor.
Bu ölçüden hareketle, fırsat eşitliği hakkı ortaya çıkıyor.
Biz BSW olarak diyoruz ki: Sadece mahkeme salonlarında değil, belediyelerin günlük yaşamında da bu hak doğru uygulanmalı.
Yani daha somut olarak: kaliteli erken çocukluk eğitimine eşit erişim, kreşten itibaren güvenilir dil desteği, daha küçük sınıflar, daha fazla okul sosyal hizmeti, güvenli yollar, uygun fiyatlı konutlar, dernek ve kültür hayatına gerçek katılım.
Fırsat eşitliği bir slogan değil, devletin yükümlülüğüdür – ve bu yükümlülük yerelde başlar.
Tam da bu nedenle belediyeler merkeze oturtulmalı: Şimdi acilen ve kalıcı şekilde daha fazla personel, planlama güvenliği ve para gerekiyor.
Bunlar geçici proje ödenekleri olarak değil, temel donanımın parçası olmalı.
Güçlü şehirler ve belediyeler olmadan tüm çağrılar boş kalır.
Birçok bölgede girişken öğretmenlerin rol model oluşturmalarına tanık oluyoruz.
Ancak buna rağmen fırsat eşitsizliği sorununun çözülemediğini, tersine, özellikle büyük şehirlerde artarak genişlediğini görüyoruz… Sözde dezavantajlı bölgelerdeki öğretmenler olağanüstü işler başarıyor, ancak aşırı kalabalık sınıflar, çok disiplinli ekiplerin yetersizliği, derslerin sıkça iptal edilmesi, kasadaki paraya göre değişen dil desteği gibi yapısal sorunlarla mücadele ediyorlar.
Ortaokula geçişte, varlıklı semtlerdeki çocuklara çok daha sık lise (Gymnasium) tavsiyesi verilirken, dezavantajlı bölgelerde yönlendirme oranları düşük kalıyor.
Bunun nedeni yetenek eksikliği değil, başarı gelişiminin çevreye bağlı olması.
Böylece posta kodları bile eğitim yaşam öykülerine yön veriyor ve çok sayıda hayat hikâyesi kırılgan hale geliyor: gecikmiş meslek eğitimine geçiş, eğitim terkleri, doğrudan giriş yerine sonradan tamamlama.
Birçok çocuk bu kısır döngüden tam da bu nedenle kurtulamıyor.
Eksik olan emek ya da irade değil, her yıl eşitsiz başlangıç koşullarının yolları tıkaması.
Bunun yanı sıra yerel iş piyasaları da aynı şekilde zayıflamış durumda.
Ruhr bölgesindeki birçok mahallede işsizlik oranı ısrarla eyalet ortalamasının üzerinde seyrediyor.
İstikrarlı istihdamın nadir olduğu bir ailede büyüyen çocukların rol modelleri eksik oluyor; işletmeler de kamuoyunda “sorunlu bölge” olarak damgalanan semtlerden personel almayı pek tercih etmiyor.
Peki bu sorunlar nasıl, hangi çalışmalarla çözülebilir?
Bu kısır döngü kampanyalarla kırılamaz, ancak güvenilirlikle aşılabilir ve bu güvenilirlik sadece belediyelerin hareket alanı olduğunda gelişir.
Biz BSW olarak, kaynakların sosyal duruma göre tutarlı bir biçimde dağıtılmasını savunuyoruz: Zorlukların en yoğun olduğu yerlere daha fazla kaynak ayrılmalı.
Nasıl?
Sonuçta geriye temel bir öncelik meselesi kalıyor.
Almanya, 2029’a kadar her yıl 150 milyar avrodan fazla parayı silahlanmaya yatırmak istiyor.
Bu, dış güvenliğe hizmet ediyor.
Peki ya iç güvenlik?
Ya dışa yönelik silahlanma ile toplumsal barış arasında tehlikeli bir dengesizlik oluşursa – özellikle de çoğu kez savaştan kaçıp gelmiş mültecilerin zaten yükü ağır olan semtlere yerleştirildiği mahallelerde?
Bu baskı Berlin ya da Düsseldorf’taki parlamento salonlarında değil, bu sokaklarda, okul bahçelerinde ve apartman koridorlarında patlak verecek.
Seçmenlere yönelik çağrınız nedir?
Biz BSW olarak bu yüzden şunu talep ediyoruz: Silahlanmayı durdurun ve milyarları, Anayasa’nın 3. maddesi uyarınca gerçek fırsat eşitliği için, güçlü kreşler ve okullar için, uygun fiyatlı konut için ve toplumsal barış için bunun yerine belediyelere yatırın.
Ancak bu şekilde “sorunlu bölge” çocukların yeniden geleceği soluyabildiği, ebeveynlerin yarın için kaygı duymadığı bir yer, bir yuva olur. 14.09.2025’te BSW’ye oy verin.
Biz masal anlatmıyoruz.
Biz; akıl ve adalet için varız.