Haber Detayı
Macron’un Çin ziyareti Atlantik cephesindeki yarılma mı?
Ziyaretin en sembolik anı, Çin Lideri Xi Jinping’in Macron’a söylediği şu cümle oldu: ‘Çok kutuplu düzen içinde tarihin doğru safında yer almalıyız.’ Bu ifade, Çin’in uzun süredir Avrupa’ya verdiği stratejik mesajın yoğunlaştırılmış hâliydi.
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un son Çin ziyareti, Çin-Japon gerginliğinin tırmandığı, Pekin-Washington ilişkilerinin ise Busan görüşmelerinden sonra görünen kısa süreli bir ateşkes dönemine denk geldiği sırada gerçekleşti.
Ziyaret, hem Pekin’in Avrupa’ya yönelik “esnek diplomasi” stratejisinin hem de Avrupa’nın Washington ile Pekin arasında sıkışan konumunun yeniden görünür olduğu bir atmosfer içinde de yapıldı diyebiliriz.
Ziyareti Çin medyası “Avrupa’nın stratejik özerklik arayışına destek” başlığıyla yorumladı.
Batı medyası ise daha temkinliydi: Macron’un hem küreselleşmeye bağlı kalıp hem de Çin ile ekonomik ilişkileri derinleştirme çabasını “çelişkilerle dolu bir diplomatik yürüyüş” olarak nitelendirdi.
Aslında küreselleşmeye bakış açısında Pekin ve Paris arasında asimetrik bir durum bulunmuyor.
Pekin, AB-Atlantik ittifakının neoliberal “küreselleşme” söylemini kendi ekseninde yeniden dünyaya sunuyor.
Bu açıdan esas çelişki, Macron ve AB liderliğinin bunu sürdürme ısrarında yattığını söylemek lazım.
Macron’un 3 günlük ziyaretinde Pekin’in öne çıkardığı söylemsel hat açıktı: Atlantik blokunu yekpare görmek zorunda değiliz; Avrupa ile ABD arasındaki çatlaklar siyaseten genişletilebilir.
Bu nedenle Çin diplomasisi Macron’u, Trump yönetimine karşı bir karşı-denge olarak konumlandırma eğiliminde.
Ziyaretin en sembolik anı ise Çin Lideri Xi Jinping’in Macron’a söylediği şu cümle oldu: “Çok kutuplu düzen içinde tarihin doğru safında yer almalıyız.” Bu ifade, Çin’in uzun süredir Avrupa’ya verdiği stratejik mesajın yoğunlaştırılmış hâlidir: ABD’nin Soğuk Savaş mantığından ayrılın, çok kutuplu düzende kendi yolunuzu çizme cesaretini gösterin, yeni güç dağılımında pozisyon alın.
Xi’nin bu söylemi bir nevi hem uyarıdır hem de davet: Ukrayna konusu başta olmak üzere AB’nin Çin’i şeytanlaştırma çizgisine son verin ve ekonomik entegrasyon alanlarını siyasi gerilime kurban etmeyin.
MACRON’UN ÇİN İKİLEMİ Macron’un durumu bu noktada oldukça karmaşıktır: Bir yanda ABD (en azından küreselleşmeci cepheyle) ve NATO ittifakı içinde konumlanmış, güvenlik bağımlılığı yüksek bir Avrupa; diğer yanda ise Fransa’nın tarihsel “Avrupa’nın bağımsızlığı” projesi.
Macron’un söylem düzeyindeki “stratejik özerklik” savunusu, pratikte küreselleşme yanlılarının Ukrayna savaşı sonrası konsolide ettiği Atlantik çizgisiyle çelişmektedir.
Bu nedenle Macron’un Pekin’e gelişi, Çin tarafından Avrupa’yı Washington’dan koparma fırsatı olarak algılanırken, Fransa’nın iç siyasetinde “ABD’den uzaklaşıyor” eleştirilerini de tetikledi.
Ancak ekonomik çıkarlar belirleyici: Fransa’nın Çin pazarına ihtiyacı büyük; Airbus’tan lüks tüketim markalarına kadar geniş bir yelpazede devasa Çin talebi hayati önem taşıyor.
Macron’un çelişkisini artıran esas durum ise son açıklanan ABD Ulusal Güvenlik Stratejisi’nde, ABD’nin kolektif emperyalizme yönelik karşıt stratejisi ve Avrupa’nın jandarmalığından ayrılma beyanında yatıyor.
ABD’nin dünyada “her yerde aynı anda hegemon” rolünü terk edip, iç güvenlik+bölgesel hegemonya+caydırıcılık üçgeninde şekillenen, daralan ama pragmatik bir dış politika ile savunma doktrinine yönelme çabası burada temel unsur.
GRAMSCİ HAKLI MIYDI?
Macron’un ziyareti boyunca dikkat çeken bir diğer sahne ise Çin toplumunun, özellikle gençlerin Macron’a gösterdiği yoğun ilgi oldu.
Halkın Macron’u gördüğü her noktada adeta bir Hollywood yıldızı gibi karşılaması, yalnızca diplomatik bir mesele değil; Çin’de uzun süredir biriken kültürel olarak liberal bir dönüşümün göstergesi. 2018’den beri Çin’de yaşayan biri olarak gözlemim şu: Genç kuşaklar arasında Batı’ya yönelik neredeyse romantik bir hayranlık, demokrasi ve özgürlük gibi liberalleştirilen kavramlara yönelik gittikçe artan bir bağlılık var.
Netflix, Instagram, Twitter gibi platformlar yasaklansa da “liberal virüs” toplumun içine nüfuz etmiş durumda.
Çünkü Gramsci’nin söylediği gibi, hegemonya sadece dışarıdan dayatılan bir fikirler sistemi değildir; toplumun kendi içinden ve sürekli olarak yeniden üreyebilir.
Kültürel hegemonya, ekonomik veya siyasi engelleri (varsa) aşarak kendine alan açmayı başarır.
Aslında Mao bunu “Neden bazı insanlar sosyalist toplumdaki çelişkileri göremez hâle geldi?
Eski burjuvazi hâlâ var değil mi?
Bu kadar büyük bir küçük burjuva kitlesi herkesin gözleri önünde değil mi?
Dönüşümü tamamlanmamış büyük sayıda aydın hâlâ mevcut değil mi?
Küçük üretimin etkileri, yolsuzluk, rüşvet, karaborsa her yerde yok mu?” diye özetlemişti.
Bugün Çin Komünist Partisi’nin bir yandan ideolojik sıkılaştırma çabalarına rağmen gençlerde Batı-merkezci özlemlerin güçlenmesi tam da bu nedenle dikkat çekicidir.
Toplumun kendi öz saygısında (özellikle Batı karşısında) belirgin bir aşınma görülüyor.
Devrimci değerlerin kültürel hiyerarşide geri plana itilmesi, sahnede Macron gibi bir figüre peygambervari bir ilgiyle yaklaşılmasını mümkün kılıyor.
Bu durum, Çin’deki kültürel mücadelede liberal hegemonyanın aşama aşama çekim merkezi haline geldiğini gösteriyor.
Yani Gramsci gerçekten de haklı olabilir: Bir ideoloji, egemen sınıfın zor araçlarından çok daha güçlü olan “rıza üretimi” yoluyla toplumu belirler.
Liberalizmin Çin’deki varlığı tam da böyle bir rıza üretiminin sonucudur.
EKONOMİ, DİPLOMASİ, UKRAYNA MESELESİ Sonuç olarak Macron’un ziyareti Pekin’in Avrupa’yı, Atlantik blokundan kısmen ayırma stratejisinin bir parçası olarak önem taşıyor.
Ancak kültürel düzeyde ortaya çıkan sahneler, başka bir gerilime işaret ediyor: Çin’in Batı’ya karşı siyasi-ideolojik iddiası güçlenirken, genç nüfusun gözünde Batı hâlâ cazibe merkezi.
Bu nedenle Macron’un Çin ziyareti yalnızca jeopolitik bir olay değil; Çin’deki kültürel hegemonya mücadelesini de görünür kılan bir test niteliği taşıyor.
Son olarak, Macron Pekin’e Ukrayna meselesiyle ilgili bir dayatma yapmaya elbette gelmedi.
Esas olarak ABD’siz Avrupa’nın başsız bir horoz gibi ne yapacağını bilememesi.
Bunu şuradan net olarak anlarız: Fransa, Çin ile ticari ilişkilerinde 2024 yılında 54 milyar dolar açık verdi.
Gittikçe artan bu açığa karşı üretimden kopan, neoliberal politikalarla hesaplaşmayan Macron veya bir başka Avrupa lideri, Çin ile simetrik ticari ilişkiler kurma ajandasına yönelme temelinden yoksun olmaya devam edecektir.