Haber Detayı

Goethe’de sanat ve gerçekliğin yapısı
Cemil gözel aydinlik.com.tr
21/12/2025 15:21 (4 gün önce)

Goethe’de sanat ve gerçekliğin yapısı

Goethe’de sanat ve gerçekliğin yapısı

Goethe’nin Eckermann’la sohbetlerinde ve Diderot’yla girdiği tartışmalarda ortaya koyduğu estetik görüşler, evrensel bir düşünsel omurga üzerine oturan güçlü bir sanat anlayışını gösteriyor.

Bu anlayışın merkezinde, sanat ile gerçeklik arasındaki ilişkinin ne taklitçi ne de keyfî olduğu yönündeki ısrar yer alıyor.

FIRSATLARIN DOĞURDUĞU ŞİİR Goethe’ye göre dünya konu bakımından yoksul değildir; tersine, fazlasıyla zengin ve büyüktür; yaşam da alabildiğine değişik görünüşlüdür.

Bu yüzden şiirin malzemesi hiç tükenmeyecektir.

Ama zaten Goethe tartışmayı, şiirin malzemesinin tükenip tükenmemesi üzerinden değil şairin gerçeklikle kurduğu ilişkinin niteliği üzerinden yürütür.“Fırsatların doğurduğu şiirler” olmalı diyor Goethe, “benim bütün şiirlerim fırsatların doğurduğu şiirlerdir” diye ekliyor; “havadan kapma şiirler” ile kendi şiiri arasında bir ayrımı yapmak için… Önemsiyor bu ayrımı.

Çünkü bu ayrım, Goethe’nin estetik dünyasında, gerçeklik ile sanat arasında kurulacak ilişkiyi açıklıyor.Şiir, nedensiz doğmaz, öyleyse.

Fırsatlar, onu doğuran bir karşılaşma, bir olay, bir an-dır.

Şiirin nedeni, konusu ve itkisi gerçekliktendir.

Goethe’nin, “havadan kapma” şiirlere mesafesi, hayal gücüne duyulan bir güvensizlikten değildir, elbette, hayalin gerçeklikle bağını kopardığında estetik ağırlığını yitirdiği düşüncesindendir.

GOETHE’DE SANAT VE DOĞA İLİŞKİSİ Sanat, Goethe’ye göre, doğayla enine boyuna bir yarışa girmez.

Doğanın bütün zenginliğini, karmaşıklığını ve sürekliliğini yeniden üretmeye kalkışmak, sanatı baştan yenilgiye mahkûm eder.

Sanatın alanı başka bir yerdedir.

O, doğal görünümlerin yüzeyinde seyreder.

Ancak bu yüzey, sığlık anlamına gelmez.

Tam tersine, sanatın kendi derinliği ve kendi gücü, burada, doğal görünümlerin yüzeyinde çıkar açığa.

Çünkü Goethe için derinlik, görünümlerin ardında gizli bir metafizikte değil,beliren gerçekliğin kendi iç düzeninde, kendi yasallığında yatar.

Bu nedenle sanat, görünümlerin en seçkin yanlarını yakalar: orantıların rasyonel mükemmelliği, güzelliğin dorukları, anlamlılığın ve soylu tutkuların erdemliliği… Bunlar doğada dağınık hâlde bulunan, her zaman belirginleşmeyen ama düzenli olarak var olan ilkelerdir.

Sanat, bu ilkeleri seçer ve ayıklar.Burada bir seçicilik ilkesinden bahsetmek mümkündür ve belirleyici olan da odur, Goethe için: Sanat, olan her şeyi eşit biçimde temsil etmek zorunda değildir.

Sanatsal biçim, bir eleme ve yoğunlaştırma sürecidir.

Öyleyse “fırsat”, anlamlı bir kesittir, rastlantı değil.

Sanatçı, doğanın herhangi bir anından çok iç düzenini en berrak biçimde açığa vuran anı yakalar.

Bu an, gerçekliğin kendi yasasının kısa bir süreliğine görünmesidir.

Yani doğada dağınık, örtük ya da gündelik akış içinde silik kalan düzen, belirli bir görünüm içinde yoğunlaşıp seçilebilmelidir.

GOETHE’NİN ESTETİK ETİĞİ Goethe’nin edebi yapıtları bu düşüncenin salt estetik tez olarak kalmadığını gösterir.

Faust’ta, bilgi, eylem, aşk ve iktidar gibi insanî tutkular metafizik bir boşluğun aksine yaşantının içinden gelen gerilimler olarak kurulur.

Werther’de duygu, soyut bir iç taşkınlık değildir, belirli karşılaşmaların, manzaraların, konuşmaların içinden doğar.

Roma Ağıtları’nda tarihsel mekân ve gündelik hayat şiirin doğrudan kaynağı hâline gelir.Goethe’nin estetik düşüncesi, yapıtlarına bakınca, bilinçli bir açıklıktır.

Onun yapıtlarında, insanî olana hangi estetik kurallar dizgesiyle ulaşılabileceğine dair kapalı ve düzgüsel bir sistem bulmak zordur.

Bu bir belirsizlikten midir yoksa yönteme dair bir tercihten midir?

Ben ikincisinin olduğunu düşünüyorum.

Çünkü Goethe için sanat, uygulanacak reçetelerden çok izlenecek bir bakışla kurulur.

Düşünce, sanatsal sürecin çıkış noktasıdır; ancak hiçbir zaman gerçekliğin yerine geçen egemen bir ilkeye dönüşmez.

Sanat gerçeklikle temas ederek ilerler.Bu temas somutta sınanır: Karşılaşmalar, manzaralar, tarihsel mekânlar, insanî tutkular sanatsal biçimin hammaddesini oluşturur.

Fakat Goethe’de süreç burada tamamlanmaz.

Somut olan, biçim kazandıkça yeniden yükselir; ancak bu yükseliş, kavramsal bir soyutlamaya değil, biçimsel bir yoğunlaşmaya dayanır.

Tekil olan, genelleşir; fakat düşünceye tercüme edilerek değil, tipikleşerek.

Faust ya da Werther, bireysel karakterlerdir ama yalnızca kendileri değildirler; insanî olanın belirli bir yasasını taşıyan yoğunlaştırılmış biçimlerdir.Bu nedenle Goethe’de somuta ulaşıldıktan sonra yeniden soyuta doğru bir hareketten söz etmek mümkündür; ancak bu soyutluk, gerçeklikten kopan bir kuramsal düzlem değil, gerçekliğin kendi yasasını içinde barındıran biçimsel bir düzlemdir.

Sanatçı, yasayı icat etmez; onu beliren görünümlerin içinden seçer.

Goethe’nin estetik etiği gerçekliğe teslim olmadan ona sadık kalmak ve onu, kendi iç düzeniyle görünür kılmaktır.Geçen yazıda da belirttiğim gibi,Goethe’nin ilksel bitki tezi, bu estetik anlayışın arka planını daha da netleştiriyor.

Doğa, burada parçalanarak değil izlenerek, dönüşümleri takip edilerek kavranıyor.

Biçimler rastgele değişmiyor; içsel bir zorunluluğa göre dönüşüyor.

Goethe’nin sanatta yaptığı da budur: Yeni biçimler icat etmekten çok, oluşun yasasını görünür kılıyor.

DÜNYAYA BAKMAK Bütün bu çerçeve bir arada düşünüldüğünde, Goethe’nin sanat anlayışının iki uçtan da bilinçli biçimde uzak durduğu görülür.

Ne salt taklitçi bir gerçekçilik ne de başıboş bir öznelcilik söz konusudur onda.

Sanat, gerçekliğin yüzeyinde kalır ama bu yüzey, doğru seçildiğinde derinliğin kendisine dönüşür.

Bu nedenle Goethe’nin sözleri bugün de rahatsız edici bir içerik taşıyor.

Sanatı hem romantik iç dökümcülüğün hem de mekanik gerçekçiliğin kolaycılığından kurtarmaya çağırıyor.

Sanatçıdan beklenen, dünyaya bakmasıdır ama her şeye değil.

Doğru şeye, doğru anda ve doğru biçimle bakmak…Goethe için estetik derinlik görünüşün doğru kurulmasındadır.

İlgili Sitenin Haberleri