Haber Detayı

Osman Hamdi Bey’in arkeoloji devrimi: Âsâr-ı Atîka Nizamnamesi
Bahri doğukan şahin aydinlik.com.tr
25/09/2025 00:00 (3 ay önce)

Osman Hamdi Bey’in arkeoloji devrimi: Âsâr-ı Atîka Nizamnamesi

Osman Hamdi Bey’in arkeoloji devrimi: Âsâr-ı Atîka Nizamnamesi

Osman Hamdi Bey, yalnızca ressam ve müzeci kimliğiyle değil, aynı zamanda Anadolu’nun binlerce yıllık mirasını koruma altına alan bir kültür öncüsü olarak da tarihe geçti. Âsâr-ı Atîka Nizamnamesi ile eserlerin yağmalanmasına ‘dur’ dedi, Türk müzeciliği ve arkeolojisinin temelini attı Farklı kimliklerle tanıdığımız Osman Hamdi Bey, 20. yüzyıl Türk sanatına ve arkeolojisine önemli katkıları olan bir isimdir.

Ressam, arkeolog ve müzeci unvanlarıyla anmamıza ek olarak kendisi aynı zamanda bir bürokrattır.

Paha biçilemeyen resimleriyle sanat dünyasında iz bırakan Osman Hamdi Bey, Türk müzeciliği ve arkeolojisine de çok önemli katkılarda bulunmuştur.

Günümüzdeki çağdaş müzecilik anlayışının temellerini atan Osman Hamdi, Anadolu’daki arkeolojik zenginliği görmüş ve bu yolda öncü olmuştur.

Bu durum eser yağmasının da önüne geçmiştir.

Bugün, yalnızca Türkiye sınırları içinde değil, dünyanın en görkemli müzelerinden biri olan İstanbul Arkeoloji Müzeleri onun vizyonu ve ileri görüşlülüğüyle ortaya çıkmıştır.

Çağdaş müzeciliğin öncüsü olmasının yanı sıra, arkeolojik kazıların organizasyonlarını yapmış ve kazılardan çıkarılan eserlerin muhafazasına dair de önemli çalışmalara imza atmıştır. “Âsâr-ı Atîka Nizamnamesi” (Eski Eserler Kanunu) adı verilen kanunda da Osman Hamdi Bey’in imzası vardır.

İSTANBUL ARKEOLOJİ MÜZELERİ’NE ETKİSİ 1881’de Müze-i Hümâyûn Müdürü Anton Dethier’in ölümünün ardından Osman Hamdi Bey, müze müdürlüğüne atanır.

Bu karar Türk müzeciliği ve Türk arkeolojisi için dönüm noktası olur.

Vizyoner kişiliğiyle devraldığı Müze-i Hümâyûn’u kısa sürede Avrupa’daki dev müzelerle yarışabilecek bir duruma getirir.

Dostları sayesinde, dönemin Osmanlı ekonomisi de düşünülerek oldukça düşük maliyetle yeni bir bina ve ona ek kuzey ve güney kanatları yapılır.

Günümüzde görkemli halini gördüğümüz binanın mimarı ise Fransız asıllı Alexandre Vallaury’dir.

Müzeyi yaparken Vallaury’nin ücret almadığı da söylenir.

Osman Hamdi, 1881’den ölümüne dek geçen 29 yıllık süre boyunca İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nin yöneticiliğini yapmaya devam eder.

Osmanlı topraklarının birçok yerinden tarihi eserleri bu müzede toplayarak müzenin koleksiyonunu büyütür.

OSMAN HAMDİ BEY’İN KAZILARI Osmanlı toprakları içinde kalan pek çok yerde kazılar yapan Osman Hamdi Bey, buralardan çıkan eserleri yoğun uğraşlarla imparatorluğun başkenti İstanbul’a getirir. 1883’te Adıyaman Nemrut’taki kazılar, 1887’de Lübnan Sayda’daki (Sidon) kazılar ve 1891-1892’de Muğla Lagina kazılarını yapar.

Çıkan eserleri sergilemek için bir müze gereklidir.

İstanbul Arkeoloji Müzeleri de bu şekilde oluşur.

Özellikle Lübnan’ın Sayda kentindeki kazılar dünyada geniş yankı uyandırır.

Lahitlerin İstanbul’a getirilmesini sağlar.

Arkeolojinin Osmanlı’da bir bilim olarak kabul edilmesi de yine Osman Hamdi Bey’in emekleriyle gerçekleşir.

Peki tüm bunlar başarı mıdır?

Türk Arkeolojisi emekleme ve gelişme çağını Osman Hamdi Bey’e mi borçludur?

Bu konuyu masaya yatıracağız ve Osman Hamdi Bey’in yürürlüğe girmesini sağladığı Âsâr-ı Atîka Nizamnamesi’ne yakından bakacağız.

ARKEOLOJİNİN ANAVATANI: ANADOLU Anadolu, arkeolojinin anavatanlarından biridir.

Buna rağmen arkeoloji biliminin gelişmesi çok geç olmuştur.

Bunun sebepleri arasında Osmanlı İmparatorluğu’nun gerileyiş döneminde olması ve eski gücünü yitirmesi gösterilebilir.

Avrupalı gezginler ve bilim insanları akın akın Anadolu’ya gelip burada yatan binlerce yıllık tarihi ortaya çıkarmaya çalışırken Osmanlı, içişlerindeki karışıklıklar ve bir yandan da dışarıdaki düşmanlarla uğraşmaktaydı.

Dünyada yeni bir bilim doğarken Osmanlı devleti bu bilimin en zengin olduğu coğrafyaya hâkim olduğundan bihaberdi.

Kadim uygarlıkların beşiği Akdeniz coğrafyası, Osmanlı’nın hükümdarlığı altındaydı.

Nice medeniyet burada yeşermiş ve gelişmişti.

Likya, Pisidya, Pamfilya, Lidya, Karya, Frigya, Kilikya, Misya ve diğer pek çok bölgedeki antik kentlerimizin yağmalanması da yine bu dönemde gerçekleşecektir.

Efes, Troya, Pergamon, Ksanthos, Knidos, Halikarnassos, Patara, Myra, Termessos, Sagalassos, Afrodisias ve daha birçok antik kent onları koruyan herhangi bir yasa ve devlet gücü olmadığından, soyulmuş ve binlerce eser anavatanından uzaklara götürülmüştür.

Avrupa ve Amerika’daki pek çok müzede sergilenen bu eserlerin talanına dur diyecek bir isim gerekiyordu ve şüphesiz ki o isim Osman Hamdi Bey olacaktı.

ASAR-I ATİKA NİZAMNAMESİ Osman Hamdi Bey, Osmanlı’da mevcut olan Âsâr-ı Atîka Nizamnamesi’ne ek maddeler ekleyerek 1894 yılındaki son halini almasını sağlamış ve Osmanlı sınırları içinde bulunan arkeolojik eserlerin yurt dışına çıkarılmasının önüne geçmiştir.

Osmanlı’ya araştırma ve kazı için gelen Batılıların buldukları kültür varlıklarını kendi ülkelerine götürmelerine izin vermeyen yasa tartışmaları da beraberinde getirmiştir.

Yabancılar tarafından eleştirilse de yasayı yürürlükte tutmak Osman Hamdi Bey’in birinci önceliği olmuştur.

Türk arkeolojisine koruma ilkelerini getiren bu vizyon daha sonra Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk tarafından da devam ettirilir.

Toprak altından çıkan eserlerin “taş” olarak görüldüğü ve birer kopyalarının yabancılara verildiği dönemden, tüm eserlerin Osmanlı sınırları içinde kalması koşulunun olduğu döneme geçmemizi sağlayan Osman Hamdi Bey bu yasayla birlikte Anadolu’daki zengin tarihi geçmişi idrak etmekle kalmıyor aynı zamanda o geçmişi olduğu yerde muhafaza etmenin de hesaplarını yapıyordu.

Geçmişin evrensel olduğunu ifade eden Osman Hamdi, eserlerin nerede çıkarıldıysa o ülkeye ait olduğunu ve sorumluluğun da yine o devlete düştüğünün altını çiziyordu.

Asar-ı Atika Nizamnamesi, 1973 yılına kadar geçerliliğini korumuştur.

ARKEOLOGLARIN GÖRÜŞÜ Günümüzde kimi kesimlerin tartışmaya açtığı, eleştiri oklarının hedefi olan Osman Hamdi Bey hakkında arkeologlar ne diyor? “11 Eylül 1881’de Müze-i Hümayun müdürlüğüne atanan Osman Hamdi Bey, Sanayi-i Nefise Mektebi’nin de müdürlüğünü üstlenerek döneminin kültür yaşamına damgasını vuran pek çok öncü çalışmaları gerçekleştirebilmiş; Çinili Köşk onarılmış, yanına Sanayi-i Nefise Mektebi olarak, bugün Eski Şark Eserleri Müzesi olan bina inşa ettirilmiş, 1884’te eski eserleri devlet malı sayan ve bunların yurt dışına çıkarılmasını yasaklayan “Asarı Atika Nizamnamesi” çıkarılmıştır.

Özellikle 1887’de Sayda (Sidon) Kral Nekropolü’nde bulduğu lahitler tüm dünyada geniş yankılar yapmış ve İstanbul’da dünyanın sayılı müzelerinden birinin oluşmasına vesile olmuştur.

Onun döneminde yapılan yabancı kazılarda çıkan arkeolojik eserlerin taksiminde, o dönemde uygulanan yasadan kaynaklı sorunlar bulunmaktadır.

Osmanlı İmparatorluğu’nda eski eserlerle ilgili ilk yasal düzenleme 13 Kasım 1869 tarihli Asar-ı Atika Nizamnamesi’dir.

Beş yıl sonra yayınlanan 7 Nisan 1874 tarihli İkinci Asar-ı Atika Nizamnamesi’nde ise ilk defa, “asar-ı atika” teriminin tanımı yapılmaya çalışıldığı görülmektedir. 22 Şubat 1884 tarihli üçüncü Asar-ı Atika Nizamnamesi ise Osman Hamdi Bey’in çabalarıyla hazırlanmıştır.

Bu kanun o yılların şartları açısından önemli bir düzenlemedir.

Onun döneminde hazırlanan 10 Nisan 1906 tarihli nizamname ise Cumhuriyet döneminde de Eski Eserler Nizamnamesi olarak dili değiştirilip içeriği korunarak, 1973 yılına kadar kullanılmıştır.

Onun dönemindeki üst politik (Yıldız Sarayı ve Bab-ı Ali) iradenin verdiği bazı imtiyazlar ve hakların (Örneğin Bağdat Demiryolu anlaşması) bu konudaki sorunların ana kaynağı olduğu görünmektedir.

Sonuç olarak, 1881’de Çinili Köşk’te sınırlı sayıda eserden oluşan bir koleksiyon olarak devraldığı müzeyi, 25 yılda görkemli özgün binaları, eşsiz koleksiyonları, kütüphanesi, kazıları, yayınları, rehberleriyle dünya çapında tanınan saygın bir imparatorluk müzesi hâline getiren, Osman Hamdi Bey’e yöneltilen suçlamalar ele alınırken, önyargılı olmadan dönemin geçerli yasaları ve belgelerinin çok yönlü irdelenmesi gerektiğini belirtmek isterim.” “Son zamanlarda sosyal medyanın da etkisiyle bir sansasyon yaratmak modası kapsamında Osman Hamdi Bey için oldukça yakışıksız söylentiler dolaşıyor.

Osman Hamdi Bey Türk arkeolojisinin gerçek anlamda kurucusudur.

O yıllarda İngiltere Amerika ve Fransa’da bulunan ansiklopedik müzeler (ki bu müzeleri dolduran eserlerin çoğu Osmanlı topraklarından çalınmıştır) dünyanın ilgisini çekerken Anadolu gibi dünyanın en zengin açık hava müzesi olmak özelliğine sahip topraklarımızdaki arkeolojik zenginlikleri Osman Hamdi Bey çoğunlukla yabancıların elinden kurtarmıştır.

Osmanlı devleti ve Türkler için bir ilk sayılabilecek imparatorluk müzesi kurmuş ve dünyadaki örnekleri ile yarışabilecek muhteşem bir müzeye dönüştürmüştür.”

İlgili Sitenin Haberleri