Haber Detayı
Emeklinin ‘yükünü’ değil gençlerin istihdamını konuşalım
Emeklinin ‘yükünü’ değil gençlerin istihdamını konuşalım
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Işıkhan, geçen hafta Ensonhaber’e konuk oldu.
Oldukça “talihsiz” ve itiraf niteliğindeki cümlelerini aynen aktarıyoruz: - “Asgari ücrette diğer ülkelerle karşılaştırdığımızda aslında çok iyi bir noktadayız.
Avrupa ülkeleriyle karşılaştırdığınız da öyle, Afrika ya da Asya ülkeleriyle de öyle.
Örneğin Mısır’da 100-110 dolar düzeyinde.” - “25 yıl prim ödeyen bir vatandaşımıza 30 yıl ve daha fazla emekli aylığı ödüyoruz.
Kişinin ölümünden sonra eşine ve kalan çocuklarına da destek veriyoruz.
Bu da sosyal güvenliğin sürdürülebilirliği açısından ülkemize önemli bir mali yük getiriyor.” - Sayın Bakan, moderatörün Almanya’da emeklilerin barınma ve gıda sorunu yaşaması örneğini veriyor, ardından özetle Avrupa’daki sosyal güvenlik anlayışının değişiminden bahsediyor.
Diyor ki “Avrupa’da sosyal güvenlik sistemlerinin sürdürülebilirliği bir tartışma konusu.
Örneğin birçok ülkede artık ilgili bakanlıklar vatandaşın cebine yöneliyor.
Vatandaşın ödeme yapması sürecine geldik.
Bu çok tehlikeli bir süreç.
Çünkü sosyal güvenlik sisteminin amacı vatandaşa cebinden ödeme yaptırmak değildir.
Bu en son çare.
Çünkü sosyal güvenlik sisteminin sürdürülebilirliğini sağlamak için finansal koşulların sağlanması çok önemli.” *** Sayın Bakan, bu cümlelerin ardından aktif istihdam politikalarının artırılması gerektiğine ilişkin ifadeler kullanıyor ve Türkiye’de sosyal devlet anlayışının bu gibi düzenlemelere izin vermeyeceğini belirtiyor (!).
Ama maalesef getirilen çözümler de vatandaşa tam zamanlı ve kayıtlı bir istihdam sunacak düzeyde sosyal politikalar arasında yer almıyor.
Aksine açıklaması adeta itiraf niteliğinde.
Çünkü haftalarca Sayın Bakan’ın “en son çare” dediği uygulamalardan birini konuştuk.
Nedir o?
Tamamlayıcı emeklilik sigortası altında vatandaşın cebinden yüzde 3 zorunlu kesinti yapılması.
Üstelik bu kimi çevrelerde “ikinci emekli aylığı geliyor” denilerek de köpürtüldü.
Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu. *** Zor zamanlarda sosyal güvenliği yeniden düşünmek gerek.
Bu çok doğru.
Dünyada ilk reform dalgalarını 1990’lardan itibaren yaşadık.
Birçok ülke Dünya Bankası’nın önerileriyle özel emeklilik sistemlerine yöneldi.
Amaç; kamunun yükünü azaltmak, finansal piyasaları canlandırmak ve bireysel sorumluluğu artırmaktı. *** Ancak bu özel emeklilik sistemleri, kriz dönemlerinde düşük getiriler, yüksek yönetim maliyetleri ve gelir eşitsizliği gibi ciddi sorunlar doğurdu.
Yoksullar ve kayıt dışı çalışanlar büyük ölçüde dışarıda kaldı. 2000’lerden itibaren özellikle Latin Amerika ve Doğu Avrupa’da yeniden reform dönemlerine şahit olduk.
Bu sistemler geri çekildi ya da kamu emeklilik sistemleri güçlendirildi.
Devlet yeniden daha merkezi bir rol üstlendi. *** Türkiye’de de bireysel emeklilik (BES) ve otomatik katılım gibi özel fon bazlı adımlar atıldı.
Ancak geçen on yıllar bize özel fonlara dayalı bireysel çözümlerin tek başına güvenli ve yeterli olmadığını gösterdi.
Kriz dönemlerinde kamu temelli, kapsayıcı ve sürdürülebilir emeklilik sistemini güçlendirmenin önemini her pazara gittiğimizde milletçe yaşıyoruz. *** Magazin niteliğinde sloganlarla konuya yaklaşmak istemiyorum.
İfadeler de yaşananlar da ortada.
Ancak, tam da bu nedenle şunu hatırlamak gerekiyor: Yaşlanma toplumsal bir gerçek ve bu risk ancak toplumsal dayanışma mekanizmalarının geliştirilmesiyle yönetilebilir.
Yani, yaşlıların refahı eşittir o toplumdaki gençlerin refahı.
Bugünün çalışan genç kuşağına ne kadar düzgün iş olanağı, kurumsallaşmış çalışma ilişkileri ve sosyal diyalog bırakırsanız, refahın yeniden dağılımını da o denli güçlü yapabilirsiniz.