Haber Detayı

Rossiyskaya İdeya: Avrasyacılık Türkiye’ye sanal rakip mi gerçek düşman mı?
Doç. dr. girayalp karakuş aydinlik.com.tr
04/10/2025 09:59 (2 ay önce)

Rossiyskaya İdeya: Avrasyacılık Türkiye’ye sanal rakip mi gerçek düşman mı?

Rossiyskaya İdeya: Avrasyacılık Türkiye’ye sanal rakip mi gerçek düşman mı?

Makalenin konusu Rusya’da özellikle 19. yüzyıldan itibaren popülerlik kazanan Avrasyacılık düşüncesinin Türk ve Müslüman dünyası açısından hangi savlar ileri sürdüğünü ortaya koyabilmek ve Türk dünyasının pivot stratejisinin hangi yöne evrilmesi gerektiğini okuyucuya sunabilmektir.

Türkiye’nin yakın zamanda bölgede çekirdek devlet olabilmesiyle başlayan süreç sadece Ortadoğu’yu değil, Avrasya coğrafyasını da etkilemektedir.

Çalışmanın amacı Türkiye’nin Navarin baskınından itibaren şekillenen jeopolitiğinin Doğu-Batı dikotomisinde tarafının hangi paktta yer almasını merkez-çevre konumlanmasında çözümleyebilmektir.

Bu çözümlemenin gerekliliği Azerbaycan-Ermenistan arasındaki Karabağ Savaşı’nda yaşanmıştır.

Türkiye’nin Doğu veyahut Batı arasındaki tercihi tarihsel bir zorunluluktur.

Ancak küreselleşmenin etkisiyle tarihsel düşmanlıkların yerini siyasi-ekonomik ve kültürel işbirlikleri aldığı için Türkiye tarafını iyi belirlemek zorundadır.

Avrasyacılık Türkiye için mantıklı bir tercih midir?

Türk jeopolitiği Türk birliği üzerinde mi kurulmalıdır?, Avrasya jeopolitiğinin şifreleri nelerdir?

Türk-Rus-İran işbirliği hangi sonuçları doğurabilir?

Bu sujelerin cevabına makalede cevaplar aranmıştır.

Jeopolitik konum bir toprağın ya da coğrafyanın dünya siyasetindeki konumu olarak tanımlanabilir.

Bir diğer ifadeyle jeopolitik konum; bölgenin siyasi coğrafyasına göre, yerinin belirlenmesidir.

Jeopolitik, siyasi coğrafyanın alt bilim dalıdır.

Yer politikası olarak da adlandırılabilir.

Jeopolitiğin diğer bilim dallarıyla da ilişkisinden söz edilebilir.

Jeopolitik ekonomi, coğrafya, strateji ve siyaset bilimi ile neden-sonuç ilişkisi vardır.

Jeopolitiğin strateji ile ilişkisi önemlidir.

Çünkü her ülke ulusal çıkarları gereği strateji oluşturur.

Devletler belli bir amaç için kendilerine yol haritası çizerler.

Bu strateji için de jeopolitiğe ihtiyaç vardır.

Jeopolitiğin tarih ile de ilişkisi vardır.

Geçmişte yaşanılan olaylar ve ülkeler arası münasebetler tarih biliminin alanına girmektedir.

Jeopolitikçi anlayış strateji geliştirirken tarih biliminden yararlanır. (1) Örneğin; jeopolitiğin önemini anlatması bakımından Çin ve Hindistan örnek verilebilir.

Bu iki ülke uzun bir kara sınırı paylaşmaktadır.

Bu iki ülke, tarih boyunca pek çok defa savaşmışlardır.

Ancak 1962’den itibaren bir aylık çarpışma hariç, asla savaşmamışlardır.

Çünkü aralarında dünyanın en yüksek sıradağları olan Himalayalar var ve büyük askeri birlikleri bu dağların arkasından yürütmek son derece zordur.

Teknoloji geliştikçe, bu dağları aşmak kolaylaşıyor ancak fiziksel bariyer caydırcılığını korumaktadır.

İki ülke birbiri ile savaşmak yerine dış politikada dikkatlerini dışarıya yöneltmektedirler. (2) Rusya’nın sınırları ise dört bin kilometre uzunluğundadır.

Moskova’yla ötesine kadar düz bir arazidir.

Büyük bir ordu ile Rusya’ya girilse bile alan hâkimiyeti yapmak son derece zordur.

Bununla birlikte, Rusya bu özelliğinden dolayı hiçbir zaman fethedilemedi.

Hitler ve Napolyon Rusya’yı fethetmek istemişler ancak başarılı olamamışlardır. (3) Bazı stratejistler Rusya’nın hiçbir zaman Batı’dan tehdit almadığını söyleseler de Ruslar açısından bu bakış açısı doğru değildir.

Çünkü geçmiş beş yüz yıl içinde, Batı yönünden birçok defa saldırıya uğramışlardır. 1605’te Polonyalılar, 1708’de XII.

Karl önderliğinde İsveç, 1812’de Napolyon ve 1941’de Almanya bu topraklara saldırmıştır. (4) Jeopolitikçiler tarafından kabul gören jeopolitik teoriler şunlardır: “1-Kara hakimiyeti teorisi,2-Kenar kuşak hakimiyeti teorisi, 3-Deniz hakimiyeti teorisi, 4- Hava hakimiyeti teorisi.” (5) Çarlık ve Sovyet deneyiminden yola çıkılırsa Rusya her zaman bir kara devleti olmuştur.

Bundan dolayı kara hakimiyeti teorisini incelemek gerekir.

Kara hakimiyetinin önemli olduğunu ileri süren jeopolitikçi Halford Mackinder’dir.

Mackinder Doğu Avrupa ile merkezi Sibirya’yı elinde bulunduran devletin dünyaya hâkim olacağını ileri sürmüştür.

Bu çözümlemeye “Kara Hakimiyeti” ya da “Heatland” adını vermiştir.

Ona göre; denizlere değil, karaya hâkim olan dünyaya hâkim olacaktır ve en önemli coğrafya “Avrasya”dır.

Doğu Avrupa ve Sibirya dünyanın “Kalp Sahası”dır.

Mackinder’ın teorisini coğrafi determinizm olarak değerlendirmemek gerekir. (6) Rusya’da ilk Avrasyacıların dayandıkları jeopolitikçi kaynak da aslında Mackinder idi.

Sovyetler Birliği’nin jeopolitik kuramı da  “Kara Hakimiyeti” ne dayalı idi.

Sovyetler Birliği’nin dağılması deniz hakimiyetinin kara hakimiyetine üstün gelmesi de denilebilir.

Sovyetler Birliği, ideolojinin yanında jeopolitiği önemsemek zorundaydı.

Ancak jeopolitiği ihmal ettiler ve sistem dağıldı.(7) Türk jeopolitikçiler ise Ruslar’dan farklı bir yol izlemişlerdir.

Ramazan Özey tarafından, 1994 yılında ileri sürülen, Büyük Türkiye Hâkimiyet teorisi şu şekildedir: “Asya, Afrika ve Avrupa eski kara kütlelerinin bitişme noktasında yer alan Anadolu yarımadası, dünya kalesini, aynı zamanda dünyanın kalbini (Heartland) oluşturmaktadır.

Çünkü Anadolu yarımadası, üç tarafı denizlerle çevrilidir.

Yükselti bakımından hayli yüksektir.

Anadolu yarımadasının Asya ve Afrika’ya bitişik olduğu kesimlerde aşılması zor sıradağlar yer almaktadır.

Bütün bu genel özellikleriyle, Anadolu tam bir kaleyi andırmaktadır.

Anadolu yarımadasında iç kale görevini Ankara ile bölge içindeki Konya, Sivas ve Kayseri şehirleri üstlenmiştir.

Ankara eteklerinde, tarihin büyük düğümleri çözülüp bağlanmıştır.

Tarih seyri içinde Ankara ve çevresi, Etilerin, Frikyalıların, Lidyalıların, Romalıların, Bizansların, Selçukluların ve Osmanlıların sığınma yeri ve çevreye yayılma bölgesi olmuştur.

En son olarak, Yüce Osmanlı Devletinin yıkılışı ile birlikte Müslüman Türk’ün yeniden şahlanışı bu üç kaleden olmuştur.”(8) Avrasya terimi dünya literatüründe ilk olarak, Prusyalı doğabilimci Alexander von Humbolt tarafından 1849 yılında yayımladığı “Kosmos” adlı eserde kullanılmıştır.

Bu terim daha sonra 1900’lü yılların başlarında Mackinder’ın geliştirmiş olduğu “Kalpgah Kuramı” ile uluslararası ilişkiler disiplinine girmiştir. (9) Klasik Avrasyacıların başat gayeleri Rus kimliğini tanımlama ve Batılılaşma karşısında yeni alternatifler kurabilmektir. 1920’lerin başında Rusların Batılılar karşısında ayrı bir medeniyet olduğunu savunan Avrasyacılar, Rusları örnek ulus olarak tasvir etmişlerdir.

Klasik Avrasyacılar bu dönemde sosyalizmi bir araç olarak görmüşlerdir.

Slav milliyetçiliğine yakın bir politik duruş sergilemişlerdir.

Ancak Klasik Avrasyacılar Slav milliyetçiliği yapsa da Turani unsurlara da yakın bir çizgide durmuşlardır.  (10) Neo- Avrasyacılar ise coğrafya unsurunu geride bırakarak jeopolitikçi anlayışı önemsemektedirler.

Bu tip Avrasyacılık ise Rus ideasının rasyonalitesi halini almıştır.

Ruslar bakımından ise Avrasyacılık bir dış politika seçeneğinden ziyade medeniyet oluşturma stratejisi şeklinde yorumlanmaktadır.

Yazıda klasik formundan Neo- Avrasyacılığa evrilen bu düşünce ekolünün Doğu’yu (Türk ve Müslüman) ve Avrasya’yı algılayış tarzı, tarihsel ve kültürel açıdan dış politikaya yansıyış tarzı ele alındı.(11) Ayrıca Türk Avrasyacılığı ve Türk politika yapıcılarının olayları ve olguları nasıl yorumlaması gerektiği yönünde çözümlemeler yapıldı.

Rus Avrasyacılığı- Oryantalist Bakış ve Longue Duree Avrasyacılar olarak nitelendirilen düşünce çevresi, Bolşevik Devrimi’nin ardından Avrupa’ya göç edenler tarafından kurulan bir düşünce okulu olarak ortaya çıkmıştır.

Avrasyacı hareketin önderleri şu şekilde sayılabilir: “Prens Nikolay S.

Trubetskoy, Roman O.

Yakobson, Petr N.

Savitski, Petr P.

Suvçinski, George V.

Vernadski, Erjen Hara- Davan, N.

N.

Alekseyev, V.N.

İlyin ve L.

P.

Karsavin, Konstantin A.

Çkeidze ve Georgi V.

Florovski.” (12) Bu düşünürlerin Rus entelektüel ikliminde, Rus kimliği üzerine yaptıkları çalışmaların en az iki yüz yıllık bir tarihi vardır.

Bu tartışmalarda Slavofiller ve Batıcılar arasında tartışmalar yaşanmıştır.

Avrasyacılık Rus muhafazakâr-milliyetçi hareketlerden kopuk değildir.

Avrasya idealinin kökleri 19. yüzyıla dayanmaktadır.

Bu konteskte Avrasyacılık düşüncesinin oluşumunda Türklerin’de önemli payları olmuştur.

Özellikle İsmail Gaspıralı yaptığı çalışmalar ile Avrasyacılığı temellendirmeye çalışmıştır.

Avrasyacılık etnik temele dayalı bir ulus oluşturmaktan ziyade coğrafi temelde bir ulus ikame etme arayışıdır.

Avrasyacılık, Rusya’da yukarıdan aşağıya gerçekleştirilen Batılılaşma çabalarına karşı reaksiyoner bir hareket olarak gelişmiştir.

Rusya’nın Batılılıaşma çabalarına bir tepki olarak yerliciliği savunan Slavofil ve Panslavistler Batıcıların karşısında yer almışlardır.(13) Rusya’nın Doğulu mu yoksa Batılı mı olduğu tartışmasının Avrasyacılık düşüncesinin ortaya çıkmasına sebep olduğu söylenebilir.

Örneğin; Batılılar açısından Sovyetler Birliği hem Batılı hem de Doğulu idi.

Batılılar’a göre Stalinizm, “Batılılaşmış bir Doğu Despotluğu” veya “Doğululaşmış bir Batı Totalitarizmi” olarak tanımlanıyordu.

Dolayısıyla Rusların hangi eksende olduğu tartışma konusu olmuştur.

Soğuk Savaş döneminde yaşanan “Demir Perde” olgusu da tarihsel Katoliklik-Ortodoksluk uzlaşmaz zıtlığına bağlayanlar oldu. 500 yıldır Batı’nın Rusya’ya üstün olmasından dolayı bazı analizciler Rusya’ya “Asyatik barbarlık” veya “Oriental despotizmi” yaymaya çalışan emperyalist ülke sıfatını yakıştırmıştır.(14) Doğu- Batı tartışmaları arasında, Rusya’dan Bulgaristan’ın başkenti Sofya’ya göç eden bir grup Avrasyacılık düşüncesini ortaya atmıştır.

Böylelikle Avrasyacılık düşüncesi üçüncü bir alternatif akım olarak literatüre girmiştir.

Avrasyacılar, Doğu Avrupalı ve Asyalı halkları Rus dünyasının kültürel çekim merkezinde almışlardır.

Onlara göre; bu halkların kültürünü anlamadan Rus kültürünü anlamak olanaksızdır.(15) Avrasyacılığı araştıran “Yerasov, D.

İshakov, A.

Ferraki, Y.

Minnibayev, O.

Süleymanov” gibi siyaset ve ilim adamları ciddi araştırmalar yapmıştır.

Bu araştırmalara göre üç çeşit Avrasyacılıktan bahsedilebilir.

Birincisi, Osmanlı ve Rusya İmparatorluğu’nda yaygın olan Avrasyacılık fikridir.

Burada Doğu-Batı birlikteliğinin yanında Türk-Slav kardeşliği vardır.

Bu proseste öne çıkan düşünce Turan’dır.

İkinci Avrasyacılık, felsefi bir akımdır. 1920-1930’lu yıllarda Trubetskoy, Savitskin, Alekseyev, Blomberg gibi düşünce adamlarının görüşlerine dayanmaktadır.

Şu düşünceleri savunmaktadırlar: “1- Rusya ne Doğu ne de Batı ülkesidir.

Rusya Avrasya ülkesidir, 2- Rusya, kültürel açıdan Doğu ve Batı karışımından faydalanmıştır, 3- Doğu-Batı değerler sisteminin oluşturduğu form, Avrasya’ya özgüdür, 4- Avrasya’nın çok etnikli yapısı Türkiye ve Rusya’da meydana gelmiştir.” (16)Üçüncü Avrasyacılık akımı ise 1980’li yıllarda ortaya çıkmıştır. “Neo-Avrasyacılık” olarak nitelendirilmektedir. (17) 1980’li yıllarda ortaya çıkan bu akım, Aleksandr Dügin tarafından teorize edilmiş ve 2000’li yılların başlarında Vladimir Putin’in iktidara gelmesiyle bazı farklılıklara rağmen devlet politikası olarak uygulanmıştır.

Neo- Avrasyacılığın dayandığı jeopolitikçi anlayış deniz kara hâkimiyetine dayalı bir anlayışı temsil etmektedir.

Bu anlayışın başlıca amacı Atlantikçi bloğun pasivize edilmesidir.

Dugin’e göre; bu amacın gerçekleştirilebilmesi için Rusya İmparatorluğunun çekirdek devlet olduğu bir sistemin inşa edilmesi gereklidir.(18) Avrasyacılık ideolojisinde “biz” anlayışının Rus (Doğu Slavları) ve Türkleri (Turan unsurları) kapsadığını belirtmek gerekir.

Ancak, din söz konusu olduğunda Ortodoksluk vurgusu belirleyici olmuştur.

Onlara göre; Rusya Kafkaslar ve Orta Asya’daki Müslümanların desteğini kazanmalıdır.

Türk ve Müslümanlar ile anlaşılmalıdır.

Panarin, Pantürkçü düşünceye önem verir.

Ancak başat güç Rusya olmalıdır.

Bu çelişkili yaklaşım Müslüman unsurlar içinde geçerlidir.

Partikülarist yaklaşım Rus evrenselliğini ortaya çıkarmaktadır.

Bu bakımdan Avrasyacılar, Rusya’ya Türk ve Müslümanlara medenileştirici misyon yüklemektedir.(19) Neo-Avrasyacılar Pan-Türkçülük düşüncesini zararlı bir ideoloji olarak görmektedirler.

Neo-Avrasyacılar, İslâm’ın günümüzde dağınık olduğunu iddia etmektedirler. “1-İran Köktenciliği, 2-Türkiye’nin Laik Rejimi, 3- Pan-Arabizm, 4-Suudi-Vahabi Köktenciliği, 5- İslâm Sosyalizmi’nin farklı çeşitlemeleri.”(20) Neo-Avrasyacılar, İran köktenciliğini devrimci muhafazakâr değerler içerdiğini düşünmektedirler.(21) Onlara göre; hem Ermenistan hem de İran desteklenmelidir.

Azerbaycan Türk yanlısı tutumunu devam ettirirse bu ülke parçalanmalıdır.

Çeçenistan’daki huzursuzluklar İran’la işbirliği sayesinde çözümlenmelidir.

Orta Asya’da rekabet hâlinde olan dört jeopolitik eğilim vardır: “Pantürkçülük, Vahabilik, Köktencilik ve Rusçuluk” (22) Atlantikçilik ve Pan-Türkçülük birbirine benzemektedir.

Turancılık ve Pantürkçülük Ruslar için, büyük tehditlerdir.

Tatarların milli bilinçleri gelişmiş olduğundan burası Rusya için büyük tehdittir.(23) Aktaran Selim Kurt, Neo-Avrasyacı Dugin’in düşüncelerini şöyle özetlemiştir: “Kurulacak Avrasya İmparatorluğu’nun merkezi olma rolünü biçtiği ve Avrasya’nın kuzey ve doğu bölgelerinden sorumlu olduğunu belirttiği Rus İmparatorluğu toprakları üzerinde yaşayan milletlerin çok-etnisiteli bir yapıya sahip olması nedeniyle merkez topraklarda yaşayan “Rus halkı”nın hiçbir zaman mono-etnik ve tek ırklı bir devlet olmayacağını dile getirmektedir.

Böylelikle Dugin de, kendisindeki önceki Avrasyacılar gibi, pragmatik bakış açısıyla, bu coğrafyada Türklerin önemli bir yekûn teşkil etmesi nedeniyle, kurulacak bir devletin Rus-Türk etnisiteye dayanacağını kabul etmektedir.

Ancak bu noktada gerek Türk dünyasında, gerekse Türkiye’de kuvvetli temellere sahip olan Pan-Türkizm akımlarının Avrasya İmparatorluğu’nun merkezi olarak gördüğü Rus İmparatorluğu’nun yerleşik olduğu ana sahayı hedef alması dolayısıyla Dugin, yine pragmatik şekilde, Türk tehdidine de dikkat çekmektedir.”(24) Avrasya’da Oluşan Jeopolitik Türk Birliği Üzerine Kurulabilir mi?

Osmanlı İmparatorluğu, Yunanistan’ı kaybettiği Navarin baskınından sonra Asya’ya itilmiştir.

Yunan Devleti’nin kurulması ile Avrupalılar Asya’ya doğal bir set çekmiştir.

Helen uygarlığına dayalı suni bir devlet kurulmuştur.

Böylelikle Türkiye, Batı’nın açık sömürü alanına girmiştir.

Türkiye, 1800’lü yılların başından itibaren Avrupa jeopolitiğinin dışında bırakılmıştır.

Çünkü Türkler ve Müslümanlar Avrupa açısından ötekidir. (25) Türkiye’nin Avrasya ekseninde oluşturmaya çalıştığı iki kapı vardır: “İran ekseninde Ortadoğu ve Asya”.

Bu iki eksen içerisinde İran-Türkiye kapısı önemlidir.

Açılacak kapı ile Türkiye hem Ortadoğu hem de Avrasya’da etkin bir konuma gelebilir.

Avrasya için ise Moskova-Pekin kapısı önem arz etmektedir.

Avrasya’da önemli bir konum elde edebilmek için küresel ölçekte Moskova-Pekin ve bölgesel ölçekte İran ile kurulacak ittifak önkoşuldur. (26)  Türkiye yeni pivot stratejiler elde ettiğinde jeopolitik bir soluk alacaktır.

Hint Okyanusu, Basra Körfezi ve Hazar Denizi’ne ulaşma imkânı elde eden Türkiye, tarihi atılımlar gerçekleştirebilir.

Silahlı Kuvvetleri daha çok geliştirme imkânı elde edebilir.

Ekonomi canlanabilir ve teknolojik atılımlar ile katma değer yaratan ürünler oluşturulabilir.

TSK’lar daha gerçekçi ve rasyonel hareket edebilir.

NATO ve AB gibi kurumlarda etkisi artabilir.(27) Türkiye Türk dünyası ile jeopolitik ve jeostratejik etki alanlarını arttırabilir.

Türk dünyasını merkezine alan bir jeopolitik eksen oluşabilir.

Özellikle İran ile yapılan işbirliği Türk Birliği düşüncesini hayata geçirebilmek için önemli fırsatlar sağlayabilir. (28) Türk Avrasyacılığı öncelikle coğrafyanın sorunları ile ilgilenmelidir.

Fakat Türk Avrasyacılığı Rusya ile çatışarak başarıya ulaşması söz konusu değildir.

Türkiye, Rusya’nın izin verdiği ölçüde Türk dünyası ile iletişim kurabilir.

Türk Avrasyacılığını başarıya ulaşamamasının nedenleri arasında Amerika Birleşik Devletleri’nin bölgede uyguladığı siyaset vardır.

Türkiye 1990’lı yıllarda ABD’nin desteği ile bölgeye girmiştir.

Ancak bölge gerçeklerinden soyut politikalar neticesinde Türkiye, ABD politikalarının uygulayıcısı ülke konumuna gelmiştir.

ABD’nin kendine özgü Avrasyacılığı başarısız olmuştur.

Türkiye politikalarında bağımsız hareket etmelidir.

Yeni teori ve politikalar izlenmelidir. (29) Türk Avrasya misyonu ilk olarak petrol boru hatlarını organize etmeli ve teknolojik gücünü arttırarak teknolojik üs olmak konusunda stratejik adımlar atmalıdır.

Türkiye’nin sahip olduğu etkin insan gücü ve demokrasi kültürü bölge için önemlidir.

Türkiye politikalarında Azerbaycan ve Kazakistan ile işbirliği yapabilir.

Azerbaycan ve Kazakistan olmadan Türk Avrasyacılığı’nın başarılı olması mümkün değildir.

İlk olarak bu ülkeler ikna edilmelidir.

Türkiye bu politikaları uygularken Rusya ve İran’ı rahatsız edecek politikalardan uzak durmalıdır.

Türk Avrasyacılığı halka iyi anlatılırsa büyük kazanımlar elde edilebilir. (30) Aleksander Dugin Türkiye’nin yeni dönem avantajlarını şöyle açıklamaktadır: “Türkiye hem jeopolitik olarak hem de tarihten gelen Türk etnik menşei katmanlarına sahip olması başlı başına bir değerdir.

Büyük bir imparatorluğu kuran ve bu imparatorluğunun merkezinin de şu anki Türkiye olduğunu düşünürsek Türklerin tarihi yükselişinin kökünü anlamamız kolaylaşacaktır.

Çağdaş Türkiye’nin ve hatta Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluşunun kökleri saf Avrasyacılık muhitine inmektedir.”(31) Türk Avrasyacılığı genellikle milliyetçi/ulusalcı çevreler tarafından benimsenmektedir. 1999 yılında kurulan Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi (ASAM) bu konuyla ilgili önemli çalışmalar yürütmüştür. 1999-2004 yılları arasında bu merkez Ümit Özdağ tarafından idare edilmiştir.

Ümit Özdağ bu merkezde Avrasyacılık düşüncesini milliyetçi çevrelere benimsetmeye çalışmıştır.

Türk Avrasyacılığı bölgesel olarak tüm Balkanları, Türkiye’yi, Kafkasya’yı, Orta Asya’yı, İran’ı, Rusya’yı, Ukrayna’yı, Afganistan’ı, Pakistan’ı ve Moğolistan’ı içermektedir.(32) Türkiye ve dış dünyada Avrasyacılık düşüncesinin en ateşli savunucularından birisi de Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçektir.

Doğu Perinçek bölgede Türkiye-Rusya-İran iş birliğini öncelemektedir.

Perinçek, Atlantik blokuna karşı Avrasyacılık düşüncesini ön plana çıkarmıştır.

Türkiye resmi politika açısından her zaman Pan-Türkçülüğü red etmiştir.

Bu nedenden dolayı Pan-Türkçü çevrelerin düzenlediği konferans ve toplantılara devlet tarafından sahip çıkılmamıştır.

Ancak Turgut Özal, Süleyman Demirel ve Tansu Çiller gibi devlet insanları zaman zaman bu konferanslara aktif olarak katılmışlardır.

Demirel bir röportajında “Türk Dünyası” kavramının Türkçülük olmadığını ifade etmiştir.

Demirel’in politikaları ile Avrasyacılığın Avrupa Birliğine karşı alternatif bir düşünce olabileceği anlayışı yaygınlık kazanmıştır. (33) Türk Avrasyacılığı, 1990’lı yıllarda Rusya’yı dışlayıcı bir politika izleyerek hedefe ulaşmaya çalışmıştır.

Örneğin; Türkiye, Kazakistan ve Türkmenistan’dan gelen doğal gazı Rusya’sız ulaştırmak için çabalamıştır.

Ancak bu çabalar Rusya’nın devreye girmesi ile başarısız olmuştur.

Türkiye sadece Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattı inşa edebilmiştir.

Türkiye’nin Avrasyacılığı pragmatizme dayalı olsa da Rusya tarafından bu çabalar tehdit olarak algılanmıştır.(34)  Türkiye 2000’li yılların başında sağ ve sol milliyetçiler Avrasyacılığı yeniden yorumlamıştır.

Her iki hareket de Batı’ya mesafeli idi ve Atatürkçülüğü Avrasyacılıkla sentezlemeye çalışmışlardır. (35) Türkiye Cumhuriyeti, eski dünya düzeninden yeni dünya düzenine geçiş süreci içinde yeni konumlanmalara hazır olmalıdır.

Yirmibirinci yüzyılda yeni dünya düzeni Avrasya’yı ayrı bir bölge olarak dünya platformuna çıkarmıştır.

Avrasyacılık düşüncesi ciddi ölçüde teorize edildiğinde Avrasya siyasetindeki parçalı- bölünmüş ya da çok kültürlü yapıların dikkate alınması gerekmektedir.

Türkiye ve Rusya hem Avrupa hem de Asya ülkeleri olarak her iki kıtada yer almaktadır.

İstanbul-Moskova rekabeti ise tarihsel olarak her zaman var olmuştur.(36)  Her iki ülkede reel politik açıdan birbiri ile işbirliği yapmak zorundadır dolayısıyla gerçek düşmanlıktan sanal rakip olmaya geçiş tarihsel zorunluluktur denilebilir.

Sonuç Sovyetler Birliği’nin dağılması ile Türkiye Cumhuriyeti Devleti Avrasya coğrafyasında etkin olmaya çalışmıştır.1990’lı yıllardan sonra Türkiye Devleti Rusya faktörünü göz ardı ederek bölgede çekim merkezi olmaya çalışmış ancak başarılı olamamıştır.

Türkiye Devleti her ne kadar bölgeye nüfuz edemese de ticari ilişkiler, kültürel yakınlaşmalar ve enerji projeleri geliştirme yönünde önemli adımlar atmıştır.

ABD’nin Avrasyacılığı perspektifinde hareket eden Türkiye Devleti bir süre sonra bölgede ABD’nin temsilcisi olarak görülmesine neden olmuştur. 2000’li yıllarda Türkiye, güvenlik alanında köprü vazifesi olarak görülmeye başlanınca özellikle Rusya ve İran tarafından önemsenmeye başlanmıştır.

Sovyetler Birliği’nin dağılması ile ideo-politik boşluğa düşen Rusya, Putin’in iktidara gelmesiyle Avrasyacılık ideolojisini devlet politikası hâline getirmiştir.

Putin, Dugin’in aşırı milliyetçi bazı görüşlerine katılmasa da devlet ideolojisi olarak Avrasyacılığı ön plana çıkarmıştır.

Dugin’in Pan-Türkçülüğü tehdit olarak görmesi Türk-Rus Avrasyacılığı arasında birtakım uzlaşmaz çelişkilere neden olmuştur.

Ancak iki görüşün bazı ortak noktaları da vardır.

Örneğin iki görüş Batı’nın dayatmacı modernizmine bir başkaldırı vardır ve Batılılaşma serüvenine ciddi eleştiriler getirilmektedir.

Rus Avrasyacıları Türklerin Pantürkçü siyaset izleyerek etki alanlarındaki soydaşlarını Rusya’ya karşı kışkırtacağından çekinmektedir.

Türk Avrasyacıları ise Rusların bu çekincesini görmezden gelmektedirler.

Ancak son zamanlarda Türkiye’de Rusya ile işbirliği yapılması gerektiği taraftarı çok insan vardır.

Onlara göre; Türkiye, Rusya ve İran ile işbirliği yaparak dünya siyasetinde oyun kurucu ülke durumuna gelebilir.

Rusya, daha demokratik bir ülke olabilirse Türkiye’nin Rusya ile işbirliği yapmaması için hiçbir sebep yoktur.

Ancak Türkiye’nin en büyük dezavantajı Türk Avrasyacılığı fikrinin henüz sistematik bir teoriye dönüşememesidir.

Sonuç olarak Rusların Avrasyacı düşünceleri kendilerine özgü bir düşüncedir.

Rusya’nın özlemi Sovyetler Birliği gibi jeopolitik bir güç olabilmektir.

Ruslar siyaset yaparken son derece pragmatik ve realist davranmaktadır.

Türk Avrasyacıları ise kendilerine özgü Avrasyacılık düşüncesini teorize ettikten sonra Rusya ve İran ile ulusal çıkarlar doğrultusunda işbirliği yapabilir.

Kaynakça *Bu yazı daha önce ULUSLARARASI TÜRK DÜNYASINDA SOSYAL, BEŞERİ, İDARİ VE EĞİTİM BİLİMLERİ KONGRESİ’nde yayımlanmıştır.

Aydınlık Gazetesinde yayınlanması için gerekli izinler alındı. 1)Ramazan Özey, Jeopolitik Tanımlar, Teoriler ve Değişimler, Pegem Akademi, Ankara, 2017, s. 8-11. 2) Tim Marshall, Coğrafya Mahkumları(Dünyanın Kaderini Değiştiren On Harita), 4.

B., Epsilon Yayınevi, İstanbul, 2019, s. 8 3) Marshall, a.g.e, s. 19. 4) Marshall, a.g.e, s. 20. 5)Hamza Akengin, Siyasi Coğrafya (İnsan ve Mekân Yönetimi), Pegem Akademi, Ankara, 2010, s. 24. 6)Akengin, a.g.e, s. 24-25. 7) Soner Polat, Türkiye İçin Jeopolitik Rota, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2020, s. 33. 8) Özey, a.g.e, s. 170. 9) Ömer Göksel İşyar, Avrasya ve Avrasyacılık, Dora Yayınları, Bursa, 2013, s. 1. 10) Salih Yılmaz, “Yeni Avrasyacılık ve Rusya”, Sosyal ve Beşeri Bilimler Araştırmaları Dergisi, Sayı: 34, 2015, s. 112-120. 11) Sezgin Kaya-Meşdi İsmayılov, “Rus Avrasyacığı ve Jeopolitik Bir Varlık Olarak Doğu Algısı”, Rusya’nın Doğu Politikası, Ekin Basım Yayın Dağıtım, Bursa, 2013, s. 2. 12) Meşdi İsmayılov, Avrasyacılık (Mukayeseli Bir Okuma Türkiye ve Rusya Örneği), DoğuBatı Yayınları, Ankara, 2011, s. 19-20. 13) İsmayılov, a.g.e, s. 20-22. 14) J Michael C.

Paul, “Western Negative Perceptions of Russia: “The Cold War Mentality” Over Five Hundred Years”, International Social Science Review, Cilt: 76, Sayı: 3-4, 2001, s. 103-121. 15) İşyar, a.g.e, s. 22. 16) Kamil Veli Nerimanoğlu, Avrasya Meseleleri, İstanbul Aydın Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2018, s. 11-12. 17) Nerimanoğlu, a.g.e,  s. 12. 18) Selim Kurt, “Dugin’in Avrasyacılık Anlayışında Türkiye’nin Yeri”, Güvenlik Stratejileri Dergisi, Cilt: 15, Sayı: 31, 2019, s. 425-467. 19) İsmayılov, a.g.e, s. 257-259. 20) İsmayılov, a.g.e, s. 262-263. 21) İsmayılov, a.g.e, s. 263. 22) İsmayılov, a.g.e, s. 265-267. 23) İsmayılov, a.g.e, s. 267-270. 24) Kurt, a.g.m, s. 425-467. 25) Soner Polat, “Türkiye İçin Jeopolitik Rota”, Avrasya’nın Kilidi Türkiye, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2017,  s. 151. 26) Polat, a.g.b, s. 156-157. 27) Polat, a.g.b, s. 157-158. 28) Polat, a.g.b, s. 187. 29) Salih Yılmaz-Evgeniy Bahrevskiy, Rusya&Türkiye Avrasya Paktı Mümkün Mü?Rus Avrasyacılığı Mı?&Türk Avrasyacılığı Mı-Rusya-Çin-İran-Türkiye, SRT Yayınları, Ankara, 2017, s. 239. 30) Yılmaz-Bahrevskiy, a.g.e, s. 240-241. 31) Aleksandr Dugin, Rus Jeopolitiği: Avrasyacı Yaklaşım, Küre Yayınları, İstanbul, 2005, s. 13; Yılmaz-Bahrevskiy, a.g.e, s. 249. 32) Yılmaz-Bahrevskiy, a.g.e, s. 287. 33) Yılmaz-Bahrevskiy, a.g.e, s. 287-288. 34) Yılmaz-Bahrevskiy, a.g.e, s. 290. 35) Yılmaz-Bahrevskiy, a.g.e, s. 291. 36) Anıl Çeçen, Türkiye ve Avrasya, Fark Yayınları, Ankara, 2006, s. 413-519.

İlgili Sitenin Haberleri