Haber Detayı
Eğitimde 4+4+4 yerine 6+4+2 formasyonu önerisi
Eğitimde 4+4+4 yerine 6+4+2 formasyonu önerisi
Devir değişti.
Gelin okul sistemimizde bir reform yapalım.
Hatta elimizi korkak alıştırmayalım, büyük bir reform, bir devrim yapalım.
Hızla değişen dünyaya ayak uydurabilecek, geleceğe uyumlu bir eğitim modeli tasarlayalım.
Yeni Model ile gelecek değişiklikler:1) İlkokullarımıza sıfırıncı seneyi ekleyelim.
Yani birinci sınıf öncesi anaokulu sınıfı koyalım.2) İlkokullarımızı altı seneye çıkartalım.3) Zorunlu eğitimi 10 seneye indirelim; yani altı senelik ilkokul sonrasına dört sene ortaokul koyalım.4) Ortaokul sonunda, yani zorunlu eğitim dönemi sonunda çocuklara seçtikleri derslerin her birinden sınav yapalım ve mezuniyet diplomalarını verelim.5) Ortaokul sonrasında iki sene tercihe bağlı yüksekokul koyalım.
Bu yüksekokul, üniversiteye hazırlık ayarında uzmanlaşma sağlayan, az ders seçilen bir okul olsun ve sonunda her dersten sınav yapalım ve mezun edelim.
Üniversite istemeyip mesleki uzmanlık isteyenler ise yine iki senelik meslek yüksekokuluna gitsinler.6) Üniversiteleri üç seneye düşürelim.
Üniversite girişi için yüksekokul sonundaki sınavların ve ortaokul sonundaki sınavların notlarının ortalamasını esas alalım.Nasıl geliyor bu değişiklikler kulağa?
Gelin biraz detaylara girelim. 1) İLKOKULA SIFIRINCI SENEYİ EKLEMEK Bunun sebebi açık.
Aileleri anaokulu masrafından kurtarmak ve özellikle annelerin iş hayatına dönmesini hızlandırmak.
Ayrıca çocuk gelişimi için faydalı olduğu genel kabul görmüş olan anaokulu sistemini ülkemizin tamamına yaymak.
Bu maddeye herhalde kimse itiraz etmez.
Evet, devlet babaya bu işin biraz masrafı olacak ama o bütçeyi üniversiteden kısacağımız seneden fazlasıyla sağlayacağız.
Bu sıfırıncı seneye “hoş geldin senesi” diyelim. “Sıfırıncı sene” demekten daha sevimli. 2) İLKOKULLARI ALTI SENEYE ÇIKARTALIM Bunun gerekçesi ilk okuyuşta bariz olmayabilir, biraz açıklamaya muhtaç bir konu.
İlkokula çocuk 6 yaşında başlarsa, 6 sene okursa 12 yaşında ilkokul bitecek.
Bu yaş dönemi ergenlik dönemi sayılır, yani çocukların biyolojik değişiklik döneminde onları bir üst okul grubuna çıkartıyoruz.Ayrıca ilkokullar malum ülke sathına en yaygın ve en küçük okullardır.
Her mahallede olurlar ve okula çocuklar velileri ile yürüyerek veya kısa bir araba sürüşüyle kolayca ulaşabilirler.
Bu lojistik konforu 6 sene sürdürebilmek ailelere zaman ve para tasarrufu sağlar.
Çocuklar da yolda az zaman harcarlar.
Uzayan ilkokul ile mahalle arkadaşları ve dolayısıyla mahalle içi sosyal dayanışma gelişir.Yani mümkün olduğunca çok sene, çocuğu evine yakın olan okulu civarında tutuyoruz. 13 yaşında ilkokul sonrasında ise çocuk nispeten tanımlı ve güvenli yolları kendi başına veya arkadaş grubuyla belirli saatlerde yürüyebilir hale geliyor ve daha uzakta olan, daha büyük olan ortaokula erişimini kendi başına, belki servisle yapabilir hale gelecek.
Bu durum ise devlete daha merkezi yerlerde, daha büyük, daha çok spor, akademik ve mesleki imkânlar sunabilen donanımlı ortaokullar yapma imkânı verecek. 3) ZORUNLU EĞİTİMİ 10 SENEYE İNDİRMEK Bunun gerekçesi hayli barizdir.
Eğitim denen olay günümüzde hayat boyu eğitim hâline gelmiştir. 12 senelik eğitim de zaten yeterli değildir.
Bu bağlamda bu işin zorunlu tutulması makul olan kısmı 10 sene, yani 16 yaş seviyesidir.Ülkemiz ayrıca nüfus krizi ile karşı karşıyadır.
Zorunlu eğitimi 10 seneye düşürerek evlilikleri öne çekmek ve nüfus artışına izin vermek makuldür.
Evlilikten, çocuktan ve bir dönem iş hayatından sonra da pekâlâ yüksek eğitim kapıları kadın ve erkeklere açıktır.
Sistemi böyle kurunca zaten ortaokulu, yani ortaöğretimi 4 sene yapmış oluyoruz; bu da müfredat açısından gayet makuldür ve çok güzel yönetilebilir. 4) ORTAOKUL SONUNDA HER DERSTEN SINAV YAPALIM VE MEZUN EDELİM Bu durum da önerilen yeni sistemin doğal sonucudur.
Çocukları 16 yaşında zorunlu eğitimden mezun ederken elbette seçtikleri derslerden seviye sınavları yapılması gerekir.
Sonucunda diplomaları verilir ve mezun edilirler.
Bu sınav sonuçları da ileride üniversite giriş sisteminde değerlendirmeye alınmalıdır. 5) ARAYA 2 SENELİK YÜKSEKOKUL Çocukları 16 yaşında mezun ettik.
Üniversite ise tüm dünyada olduğu gibi 18’de başlayacak.
Arada iki sene kalıyor.
Gelin bu iki sene yüksekokul koyalım.
Tercihe bağlı olsun, isteyen devam etsin, istemeyen etmesin.İki tip yüksekokul olsun: Mesleki ve Akademik.
Mesleki olanlar elektrik, mekanik, denizcilik, marangozluk, turizm işletmesi, bilgi işlem uzmanı, yazılımcı, kaynakçı vs.Akademik olanlar ise üniversiteye açılan kapı olsunlar.
Bu yüksekokullarda çocuklar az sayıda uzmanlaşacakları dersleri derinlemesine öğrensinler ve iki senenin sonunda yine her dersten sınavlara girsinler.Mesela çocuk mühendis olmak istiyor.
Ortaokulda da matematik ve fizik derslerini tercih etmişti.
Yüksekokulda ileri matematik, ileri fizik ve bilgisayar bilimleri derslerini seçti.
Sadece bu üç dersin dibine kadar indi, küçük Albert Einstein oldu.
İki sene sonunda ileri matematik dersinden geçmek için ikişer saatten iki ayrı sınava girdi.
İleri fizik için aynı şekilde ikişer saatten iki sınava girdi ve bir not ortalaması oluştu.
Böylece artık üniversite başvuruları için hazır.
Üniversite tercihlerinde mühendislik bölümlerini sıraladı.
Ortaokul ve yüksekokul ortalamalarına göre oluşan puana göre ilgili mühendislik bölümüne girdi. 6) ÜNİVERSİTEYİ ÜÇ SENEYE DÜŞÜRELİM Önceki örnekten devam edersek elimizde iki sene ileri matematik, fizik okumuş, bilgisayar öğrenmiş küçük Einstein var.
Artık bu çocuğu üniversite diploması için 4 sene okutmak biraz ayıp olur.
Zaten temel mühendislik gereksinimi olan matematik ve fizik derslerini almış.
Artık biraz daha bu konuları ilerletip ne mühendisi olacaksa onun derslerini alması gerekli.
Bu iş 3 senede biter.Sadece mühendislik için değil, tüm alanlarda bu sistem çalışır.
Elbette tıp konusunu ayırıyorum.
Tıp için yine 3 senede bir temel tıp diploması verilir, üzerine kaç seneyse uzmanlığa devam eder.
Yani bugün 4 senede verilen tüm diplomalar 3 senede temel lisans diploması olarak verilir hale getirilebilir.Ne kazanacağız?Kabaca önerdiğimiz model budur.
Bu sistem ile hızla değişen dünyanın gerektirdiği uzmanlıkları daha hızlı üretebilecek bir okul sistemi kuruyoruz.
Elimizde 16 yaşında iyi matematik, fizik, Türkçe bilen gençler var. 2 sene de yüksekokul okuyacaklar.
İşte bu iki sene, aslında gelişen dünyanın gerektirdiği, hızla değişen, uzmanlaşmış yetkinlikleri yetiştirmek için uygun olan dönemdir.Yüksekokullar bir ortaöğretim okul kampüsünde yer alan ayrı bir bina da olabilir, şehrin başka yerinde belirli alanda uzmanlaşma sağlayan bambaşka bir kampüs de olabilir.Misal yapay zekâ ile ilgili yeni bir teknoloji oluştu ve çok sayıda uzmanın hızla yetiştirilmesi lazım.
İşte bu iki senelik kurumlar bu ihtiyacı da karşılayacak.
Bugün bu ihtiyacı mevcut lise sistemi içinde çözemeyiz. 4 senelik üniversite ile bu işin yapılması da en az iki sene kaybettirir.
O iki senede kim bilir daha ne teknolojiler çıkacak.Yüksekokul modelinde hızla yetiştirebileceğimiz uzmanlıklar 18 yaşında hazır olacak.
Üniversitede ise 22 yaşında hazır olacak.
Bu da önemli farktır.
BAŞKA HANGİ PROBLEMLERİ ÇÖZMÜŞ OLDUK?
Lise son sınıfta bizim öğrenciler dershane olayına başlarlar.
Bu problemi de çözdük çünkü üniversite girişi için 2 tane değil artık 15’ten fazla derinlemesine sınav var ve çoğu da ortaokul sonunda.
Yani sistem düzenli çalışmayı destekliyor, test sorusu odaklı dershaneciliği değil.Son olarak çözdüğümüz konu ise millî eğitimimizin yabancı eğitim sistemlerinin müfredat olarak önüne geçmesi olabilir.
En azından geride kalmayız.
Misal bugün bizde liseyi bitiren çok parlak bir genç yurt dışına üniversiteye gitse, birçok ülkede sene kaybı yaşayacak; çünkü birçok ülkede ortaokuldan sonraki iki sene verilen yetkinlikler Türkiye’deki yetkinliklerin ilerisinde oluyor.Ayrıca test sistemine göre yetişmiş gençler, karmaşık problemleri çözme konusunda yetersiz kalabiliyor.
Önerilen modelde bu sorun da aşılacak.
SERTİFİKA EĞİTİMİNE TALEP ARTIYOR Vurgulamamız gereken diğer konu şudur: Gelişmekte olan ülkelerde profesyonel ihtiyaçlar daha çok sertifika eğitimlerine kayıyor.
Kurumsal şirketler artık ihtiyaçları olan uzmanlığın sertifika ile tasdikini talep ediyorlar.
Üniversite eğitimi yeterli uzmanlığı birçok kadro için sağlamıyor; çünkü üniversite sistemleri ve müfredatları arkadan geliyor, yavaş geliyor, hızlı değişime ayak uyduramıyor ve uzman eğitmen kadroları da istihdam etmede yetersiz kalıyor.Önerdiğimiz bu model, politika yapıcıların eğitim sisteminde daha hızlı değişiklik yapmasına olanak sağlayan, daha modüler bir yapı gibi.
MESLEK OKULLARINI MODEL DESTEKLİYOR Modelin getirmesi gereken diğer yenilik ise meslek okulları konusunda.
Meslek okulu mezunu ihtiyacının bir kısmını ortaokul mezunuyla karşılayacağız, bir kısmını ise yüksekokullar ile karşılayacağız.Yani devlet ortaokullarımız, konumları ve bölgenin sosyo-ekonomik kalkınma planları doğrultusunda farklı meslek derslerini sunabilecekler.Okulların bir kısmında şu atölyeler olabilecek: Yemek yapma atölyesi, dikiş ve tekstil atölyesi, marangozluk atölyesi, bilgisayar atölyesi vs.Misal Aksaray’da Mercedes’in fabrikası var.
Buraya yakın ortaokul ve yüksekokulun bu ihtiyaçları dikkate alması gerekli.
Belki mekanik atölye ilgili ortaokula kurulmalı.
Karabük Demir Çelik tesisi yanındaki okul ve yüksekokul da bu bölge ve endüstrinin ihtiyaçları için uzmanlıklar sunabilir.
Çukurova’da tarım teknolojileri uzmanlıkları sunulabilir.
Ankara’daki savunma sanayi ihtiyaçları için elektronik ve malzeme bilimi uzmanlıkları sunan ortaokullar oluşturulabilir.
EİNSTEİN, PHELPS VE İLHAN’I YETİŞTİRMEK Gelin şu Albert Einstein yetiştirme konusuna geri dönelim.
Aynı devlet ortaokulu sistemi hem el işi gelişmiş marangoz, hem akademik Einstein nasıl üretebilir?Burada ortaokulların kendi iç yönetim sistemlerinin çocukların yeteneklerine ve öğrenme hızlarına göre ders sunabiliyor olması lazım.Yani bir ortaokula bir senede 30 kişiden 120 kişi alınıyor olsun, 4 sınıf oluşturalım.
Bu sınıflardaki tüm öğrencilere aynı matematik dersi verilmemeli.
Öğrencilerin ilkokul notlarına bakılmalı ve matematik sınıfı, Türkçe sınıfı, fen sınıfı ona göre kurulmalı.Matematikte hızlı öğrenen öğrenci grubuna sunulan matematik müfredatı daha hızlı ilerletilmeli.
Sekiz, dokuz ve onuncu sınıflarda ise bu grup artık ileri matematik dersi almalı.Tüm öğrencilere ileri matematik ile işkence etmenin hiçbir gerekçesi olamaz.
Ortaokul sonundaki sınavlarda 10. sınıf matematik sınavı ayrı olmalı, 10. sınıf ileri matematik sınavı ayrı olmalı.
Akademik yüksekokul ve üniversite girişlerinde de elbette teknik bölümler buna göre öğrenci almalı.Önerdiğimiz modelde ortaokulumuzda Albert Einstein yetiştirebildik.
Peki aynı okuldan, Albert Einstein’ın sınıf arkadaşı olarak yüzme olimpiyat madalyası alacak Michael Phelps’ler yetiştirebilir miyiz?Yani hem akademik mükemmellik hem sportif mükemmelliği bir devlet ortaokulu destekleyebilir mi?Yüzme madalyası alacak genç yetiştirmek için üniversite sisteminin bu sportif başarıyı takdir etmesi lazım.
Yani belirli bir branşta profesyonel olmuş bir sporcu, azimli ve çalışkan olduğunu ispat etmiştir ve bu durum üniversite girişinde veya arzu edilen yüksekokul girişinde bir miktar avantaj sağlayabilmelidir.Her okula havuz yapamayız ama olimpik havuza yakın olan okullarda yüzme dersi verebiliriz, takımları kurabiliriz.
Ortaokul birinci sınıfta çocuk spor ve akademi seçimlerini yapmalıdır ve yüzme seçen çocuğa ortaokul sonuna kadar hangi seviyeye çıkması gerektiği belirtilmelidir ve buna göre yüzme seviyesi okul dönemi sonunda sertifikalandırılmalıdır.Yüzme yerine basketbol, okçuluk, kano, kürek, futbol vs. koyabilirsiniz.
Her okul seçeceği spor branşlarında en üst seviye profesyonelleri yetiştirmek için gerekli spor antrenörlerine sahip olmalıdır.
Spor işinde sihirli kelime sürekliliktir.
Hem okul hem öğrenci ortaokul seneleri boyunca ilgili sporda gerekli sürekliliği sağlayabilmelidir.
İlgili spor federasyonları da kendi branşlarındaki gençlerin okul performanslarını yakından takip edip desteklemelidir ve ilgili okullara aktırabilecek bütçeye sahip olmalıdır.Albert Einstein ve Michael Phelps olayını hallettik.
Peki bir de aynı sınıftan Attilâ İlhan’ı yetiştirelim.
Aynı devlet ortaokulu hem fizikçi, hem sporcu, hem edebiyatçı yetiştirebilir mi?Belki bilirsiniz, Attilâ İlhan 1941’de, İnönü döneminde, İzmir Atatürk Lisesi’nin birinci sınıfındayken mektuplaştığı bir kıza Nâzım Hikmet dizeleri yazmış.
Kız da mektubu kaptırınca Attilâ İlhan’ı komünist diye tutuklamışlar, hapse atmışlar ve eğitim hakkını elinden almışlar filan…Attilâ İlhan sonraları hukuk okumuş ve yazar-çizer çevrelerine girmiş.
Attilâ İlhan’lar sadece okulla yetişmez ama yine de iyi edebiyatçı yetiştirmek için altyapıyı hazırlayabiliriz.
Elbette bunun akademik gereklilikleri de üst seviyede Türkçe, edebiyat ve sosyal bilim eğitimi konularında öğrencilerin önünü açabilmek ve ilgili öğrencilerin beslenebileceği edebiyat çevreleriyle okulun ilintisini kurabilmekten geçer. 'İSPANYOLCA İSTİYORUM AMA OKULUM VERMİYOR' Misal çocuk İspanyolca öğrenmek istiyor ve ortaokul sonundaki İspanyolca seviye sınavına girmek istiyor ama okulunda İspanyolca seçmeli ders yok.
Diğer bazı okullarda ise İspanyolca seçmeli ders olarak var ve ortaokul sonunda sınavı açılıyor.
Ne olacak?Bu durumda çocuk İspanyolcayı dışarıdan öğrenebilir ve ortaokul sonu sınavlarına girerek bu yetkinliğini sertifikalandırabilir ve üniversite başvurularında kullanabilir olmalı.Aynı durum spor ve sanat dalları için de geçerli olmalı.
Çocuk ortaokul boyunca piyano veya gitar konusunda kendini geliştirdi ve sınavlara dışarıdan girdi ise yine ortaokul sonunda öğretmen gözetiminde bunu ispat etmeli ve sertifikasını alabilmeli.Yani ortaokul sonundaki sınavlar sistemi ile biz sadece bir-iki düzine temel ve seçmeli dersi değil, okullarda sunulan ve sunulmayan çok sayıda yetkinliği ölçebilir ve sertifikalandırabilir olmalıyız.Bu yetkinlikler çocuğun ileriki akademik ve iş hayatında, yurt içinde ve dışında önemli sertifikalar olarak değer göreceklerdir; bu yüzden sistem bunu sağlamalı.
SINAVLARIN GÜVENLİĞİNİ SAĞLAMAK Sınav sistemi için de bir parantez açalım.
Bizde üniversite sınavlarının hazırlanması ve yürütülmesi işi YÖK’te.
Bazı seneler suistimaller oluyor.
Misal FETÖ’cüler soruları çalıyorlar, örgüt içinde paylaşıp diğer gençlerin hakkını yiyorlar.
Veya bir kişi kendi yerine başkasını sınava sokuyor.
Önerdiğimiz sistemde ise üniversite girişi için 10. sene sonunda ve 12. sene sonunda (yüksekokul sonunda) çok sayıda sınav olacak.
Belki çocuk toplam 20 sınavda 40 saat soru çözecek.
Bu sınavların bir kısmı çocuğu tanıyan kendi okulunda yapılacak.
Yani tek tük soru çalma durumları olsa dahi üniversite girişine büyük etki edemeyecektir.
Diğer ilintili konu ise sınavları düzenleyen kurumlar.
Bizde YÖK bu konuda tek yetkili.
Diğer bazı ülkelerde ise kâr amacı olmayan özerk kurumların soru hazırlama, sınav yapma ve sonuçları değerlendirme konularını devlet otoritesinin koyduğu kurallar dâhilinde yapabildiğini görüyoruz.
Misal ortaokul sonundaki matematik sınavını bir kurum düzenliyor, fen bilimleri sınavını başka kurum düzenliyor gibi.
Bu gibi durumlar da ilave güvenlik yaratıyor çünkü bütün kurumlardan bütün sınavları çalmak çok zor iş.
Bazı ülkelerde, sınav günleri bazı web siteleri para karşılığı soruları sattıklarını iddia ediyorlar.
Bunların çoğu sahte çıkıyor.
Sahte dahi olsa bir öğrenci bu kurumlarla iletişime girerse suç sayılıyor, ceza alıyor ve diskalifiye ediliyor.
BU MODEL DÜNYADA YAYGIN BİR MODEL Bu yazıda bahsettiğim 6 yıllık ilkokul modeli dünyada belki de en yaygın olan model.
Aklın yolu bir.
Çin, Rusya, İngiltere, ABD’deki bazı eyaletler, Japonya, Almanya, Fransa ve daha birçok ülkede durum bu.
İlkokul 6 sene olunca, üniversiteye kalan 6 seneyi de çoğu ülke bizim de önerdiğimiz gibi bölmüş.
Çin gibi bazı ülkeler 3+3 olarak bölmüşler, Singapur, Malezya, İngiltere 4+2 olarak bölmüşler.
Rusya’da da üniversite öncesi ortaokulu takip eden 2 senelik yüksekokul var.Mevcut hatalı sistem nereden bize dolandı?Peki biz bu hatalı 4+4+4 sistemini neden, ne zaman devreye aldık?
Maalesef 2012’de FETÖ’nün hükümette güçlü olduğu dönemde devreye alınan bir uygulama oldu ve nedendir bilinmez hâlâ devam ediyor.
Artık bu hataları düzeltme ve çok daha iyi sistemleri devreye alma zamanı geldi de geçiyor.
YENİ MODELE GEÇİŞ Önerdiğimiz sistem nasıl devreye alınabilir?
Tahmin ediyorum en az 3, ideal olarak 4 senede kademeli olarak devreye alınabilir ve devamında her sene iyileştirmeler yapılarak sistemin üzerine inşa edilir.Malum ülkemizde din eğitimi olayı da sosyal ve politik olarak önemli bir konu.
Avrupa’da da kaliteli eğitim veren bazı Katolik ve Protestan okullar var.
Bu okulların çoğu kamu parası ile fonlanıyor ve bu sebeple Katolik/Protestan harici dine mensup öğrenciler de bu okullara girebiliyorlar.
Bu durumda Müslüman öğrenciler, dinî içerikli derslere katılmama dilekçesi veriyorlar ve katılmıyorlar.
Bu okullarda da pozitif bilimler güçlü öğretiliyor; yanında Hristiyan kültürü de veriliyor.
Kamunun okulu fonlamadığı, bazı dinî grupların fonladığı Katolik/Protestan okullarında ise sadece ilgili mezhep öğrencileri okula kabul edilebiliyor.
Bunların sayıları çok az.
Tüm dünyada gözlemlediğimiz trend, dindar nesillerden sonraki gelen nesillerin daha az dindar olduğu ve dinlerin daha çok kültürel aidiyet hâline dönüşmesi.
Suudi Arabistan ve İran gibi ülkelerde de benzer gelişmeler gözlemleniyor.
Türkiye’de de Avrupa’ya benzer şekilde bu trend büyük şehirlerde başladı ve kırsala doğru yayılıyor.
Türkiye’de aileler, çocuklarının temel bir din eğitimi almasını, belirli duaları bilmesini, dinin emirlerini bilmesini arzuluyorlar.
Bunlar makul talepler ve ortaokul sistemi hem din kültürü dersi ile tüm dinler ile ilgili bilgi verebilir hem de İslâm’ı daha derinlemesine öğrenmek isteyen öğrenciler için seçmeli İslâm Teolojisi dersleri sunabilir.
Çocuk ortaokulda Türkçe, Matematik ve Fen gibi ana dersleri alır, yanına arzu ediyorsa seçmeli bu dersi de alır.
Daha sonra din âlimi olmak istiyorsa, iki yıllık yüksekokulunu İslâm Teolojisi alanında yapar, Arapça öğrenir, Kur’an’ı ezberler vs.
Bu yol ile Diyanet’in ve camilerin ihtiyacı olan din âlimleri yetiştirilebilir.
Yani 6+4+2’lik sistem ile din âlimleri yetiştirmekte de sorun olmayacaktır.
Burada kritik konu ülkemizin anayasal olarak laik bir yapıda olması ve belirli bir din felsefesinin zorunlu ders olarak dayatılmamasıdır.
Elbette daha dindar olan bazı şehir ve ilçe okullarındaki seçmeli dersler bölge halkının manevî ihtiyaçlarına cevap verebilmelidir.
Adıyaman’daki ortaokulda talep görecek seçmeli din dersinin içeriği ile Kadıköy’de bir okuldaki talep deseninin farklı olması beklenmelidir.
SONUÇ Gelişen teknoloji ve istihdam piyasaları daha erken uzmanlaşma ve daha derin uzmanlaşma istiyor.
Bırakın 4 senelik üniversite diplomasını, üniversitelerin gerekliliği bile sorgulanmaya başlandı çünkü gençler internetten en ileri seviye uzmanlık eğitimlerine artık ulaşabiliyorlar.
Daha geçende Elon Musk bir tweet paylaştı, yapay zekâ uzmanlıklarının oluşturulması ile ilgili.
Doktora gerekli mi? şeklinde sorulan soruya ise şöyle cevap veriyor: “Lise diploması bile şart değil, yeter ki yapay zekâyı derinlemesine anlayabilsin ve faydalı şekilde programlara uygulayabilsin.” Hızla değişen bu koşullarda bizim de üniversiteyi 3 seneye çekerek gençleri daha erken iş dünyasına ve ileri akademiye hazırlamamız uygundur.
Üniversiteyi 3 seneye çekmek mevcut üniversitelerimizin kapasitesini de %25 artıracaktır; bu da büyük bir bütçe tasarrufu yaratır.
Gençler daha erken hayata atılacaklar.
Beklenen evlenme yaşı düşecek ve nüfus artışı desteklenecek (azalışı yavaşlayacak).İlave (ve daha az önemli) öneriler:Başöğretmen sistemini geri getirmeliyiz.
Okulların başında sadece idari iş yapan müdür değil, bilfiil eğitimci olan başöğretmen olmalıdır.
Okulun idari iş yükünü akıllı sistemler ve yapay zekâ uygulamaları ile azaltmalıyız ve merkezi kadrolara (misal il eğitim müdürlüğü) yıkmalıyız.
Hem ilkokul hem ortaöğretim için bu geçerli.Özellikle ilkokul 3’ten itibaren her sene sınıflarda merkezî seviye tespit sınavları yapılmalı.
Bu faydalı uygulama çok sayıda ülkede yapılıyor.
Bu durumu biz fazla duymadık çünkü pek ilan edilmiyor, hatta çoğu velinin haberi bile olmuyor.
Bu konuyu açalım.
Misal ilkokul dördüncü sınıf müfredatına göre çocukların dört işlem, okuma vs. gibi kritik becerilerde üst seviyeye gelmiş olmaları lâzım; bu okul ve öğretmenlerden temel beklentidir.
Peki gerçekten bu başarılıyor mu?
Devletin bunu ölçmesi lâzım.
İşte bu amaç ile her sene, her okulda farklı günlerde, merkezî eğitim denetim otoritesi tarafından sınav yapılıyor.
Sınavın amacı çocuğun performansını ölçmekten ziyade sınıfın, öğretmenin ve okulun performansını ölçmek.
Bu yüzden okullar için önemli ve okullar buna göre puanlanıyorlar.
Sınıfta kendi öğretmenleri çocukları bu sınavları yapıyorlar ve sınav kâğıtları merkezî otoriteye gönderilip orada notlanması ve değerlendirmesi yapılıyor.
Buna göre eğitim kalitesi konusunda bölgesel istatistikler üretiliyor, politikalar revize ediliyor.
Bu sistem bizde yok ise getirilmeli.
Üniversite sınavında sıfır çeken öğrencilerin olması normal değil; bu durumu çok önceden okul sisteminin çözmesi lâzım.Diğer önemli konu İngilizcede ev (houses) denen sınıf içi klüp sistemi.
Hani Harry Potter filminden bu klüpleri ve aralarındaki yarışmaları biliriz.
Bu olay hem ilkokulda hem ortaokulda var.
Misal çocuk ilkokula 28 kişilik sınıfta başlıyor.
Bu sınıfta 7’şer kişiden 4 klüp yapıyorlar.
İsimler herhangi tema olabilir.
Ağaç ismi, hayvan ismi veya kabile ismi olabilir.
Misal Söğüt, Çınar, Akasya ve Ladin klüpleri olsun.
Aynı isimli klüpler daha üst ve alt sınıflarda da var.
Bu klüpler birbirleri arasında yarışıyorlar, başkanları oluyor vs.
Hem sportif hem akademik yarışmalar var.
Öğretmenin verdiği ödevler klüp bazında puanlanıyor.
Yani çocuk ödevini yapmadığında klübüne puan kaybettiriyor ve arkadaşları arasında mahalle baskısı oluşuyor.
Öğretmen sınıfta bir soru soruyor, bilen öğrenci klübüne puan kazandırıyor.
Belli dönem arasında çok puanı olan klüp ödül kazanıyor.
Bu olay hem küçük ve büyük çocukların tanışmasını kolaylaştırıyor hem performansı artırıyor.
Okul yönetimi için de çocukları yönetmeyi kolaylaştırıyor; Çınar grubu şu tarafa, Akasyalar bu tarafa dendiğinde çocuklar düzenli şekilde derhâl bölünüyorlar vs.
Bu yapıyı da uygun şekilde kendi okul sistemimize almamız faydalı olur.
Bazı durumlarda tahmin ediyorum bu klüpler rastgele değil, çocukların bazı özelliklerine göre, belirli bazı akademik veya sosyal araştırmalar amacına yönelik kuruluyor ancak çocuklara ve velilere söylenmiyor.Okul finansmanı konusuna da değinelim.
Özellikle devlet okulları sistemindeki yöneticiler, dünyanın hemen her yerinde maddi sorunları yönetmeye çalışmaktalar ve ilave para kaynağı bulmaya çalışmaktalar.
Genelde Batılı ülkelerde okullar yerel yönetim bütçesinden ve merkezî yönetim bütçesinden fon alırlar.
Ayrıca çeşitli sosyal ve sportif faaliyetler için ilgili federasyon bütçelerinden de ödeme yapılabilir.
Bunlar haricinde okulların fon kaynağı için düzenledikleri etkinlikler de oluyor.
Misal aile buluşma günleri düzenleniyor, kullanılmış oyuncak satış günleri oluyor, yarışma etkinlikleri oluyor ve tüm bu işlerden okul para kazanıyor.
Bu ilave gelirler genelde belirli bir proje için oluyor, öğretmen maaşını ödemek için olmuyor.
Misal sınıflara bilgisayar almak veya okul bahçesine yeni bir spor alanı yapılması vs.
Bizim de okullarımızın ilave fon kaynağı yaratabilmeleri için fazla mevzuatı sıkmamamız gerekli ve başöğretmenin elini rahatlatmamız gerekli.
Burada kritik konu, durumu müsait olan velilerin okula destek olmasının yolunu uygun şekilde açmak yoksa zorla tüm velilerden para toplamak değil.Diğer ilginç konu ise, ilkokullar kendi kadro eksiklerini veliler ile takviye ediyorlar.
Haftada birkaç saat gönüllülük esasına göre öğrenci velileri okulda çeşitli akademik veya destek işlerini yapıyorlar.
Yani mahalle sakinleri ve mahalle ilkokulları arasında yüksek seviye bir dayanışma olmalı.
Eğer ilkokulun başarısı artar ve ilgili denetimler sonucu 'mükemmel' kategorisine alınırsa ilgili bölgede ev fiyatları artıyor ve mahalle sakinleri de dolaylı olarak kârlı çıkıyor.