Haber Detayı

Caner Karavit ile söyleşi... 'Derdimiz sanatı sokağa taşımak'
Kültür sanat aydinlik.com.tr
28/12/2025 12:00 (1 saat önce)

Caner Karavit ile söyleşi... 'Derdimiz sanatı sokağa taşımak'

Üç gün sonra devrini kapatacak 2025 yılının bu son Pazar gününe keyifle okuyacağımız bir söyleşi yakışırdı. Prof. Caner Karavit’i İstanbul’da Salt Beyoğlu’nun Konferans Salonunda dinleyince bir ohh çektik. Kaçıranlar mahrum kalmasın diye, bu söyleşiyi yaptık.

İstanbul’un ünlü “Akademi”si, günümüzün Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nin değerli öğretim üyelerinden Prof.

Caner Karavit’le beraberiz.  ‘Işık ve Gölge’, ‘Doğadaki İz: Yeryüzü Sanatı’ ve ‘Tabgaçlar – Devletleşen Göçebelik, Çinlileşen Estetik’ kitaplarının yanısıra, 64 sayfalık bir de ‘Akadeğilmi’ başlıklı çalışması var. 1980-90 dönemi koşullarında deneysel sanat çalışmalarından örnekler sunan kitapçık, geçen hafta konferans konusu oldu.

Caner Hoca ile o günleri ve geleceği konuştuk.

GRAFİKTEN RESME GEÇİŞ Akademik hayatınız nasıl başladı? 1980’de Akademi’nin Grafik Tasarım Bölümü’ne girdim, yüksek lisansla birlikte 1986’da mezun oldum. 1989’da okula araştırma görevlisi olarak girdim, o gün bugündür hocayım.

Doktora tezim ‘Plastik Sanatlarda Işık ve Gölge Etkeni” üzerineydi.

Sonra kitaplaştırdım bunu.

Akadeğilmi kitabındaki deneysel sanat hareketleriyse, öğrencilik ve asistanlık dönemime denk gelir.

Daha sonra özgün baskı ve resme ağırlık verdim. 1983-AKADEMİ PANDOMİM GRUBU Yönetmen: Oktay Anılanmert SAYFA TASARIMI, ÇİN RESMİ VE TUVAL Bölüm Başkanı olarak da uzun yıllar görev  yaptınız.

İdarecilik ve resim birlikte nasıl yürüdü?

Rahmetli Oktay Anılanmert Hocam, doktorada tez danışmanımdı.

Onunla birlikte Temel (Sanat) Eğitimi Bölümü’nün kuruluşunda bulundum.

O emekli olduktan sonra, 16 yıl (2003-2018) bölüm başkanlığı yaptım.

Üniversite hayatımda, idarecilikten ne kadar kaçtıysam da bu tür sorumluluklar  o kadar üzerime geldi; Rektör Yardımcılığı, komisyonlar, kurullar gibi pek çok idari işlerde görev yaptım… Resimde nasıl bir yol izlediniz? ‘80’li yıllar, deneysel sanat hareketlerini devam ettirmeye çalıştığımız bir dönemdir. ‘90 sonrası şartlar farklılaştı.

Artık daha çok kendi eğitim gördüğümüz alanların geleneksel yöntem ve tekniklerine yönelerek üretmeye devam ettik.

Ben 90’lardan sonra özgün baskı resmi üzerine çalıştım, pek çok sergilere katıldım, ödüller aldım.

Sonra ahşap oyma çalışmalarıma ve sonra da tuval resmine başladım.

Çin’de ustasından ders alarak geleneksel Çin resmi üzerine çalıştım.

Çok farklı yöntem ve malzemeler arasında dolaşan bir sanatsal hayatım var.

Son yıllarda tuval resmi üzerine yoğunlaştım, ama diğer dallarda sanatsal uğraşılarım tuval resimimin olgunlaşmasında ve  biçimsel-içeriksel yapısının zenginleşmesinde çok önemli desteği olmuştur. 1984 APARTMAN PERFORMANSI  (İstanbul) 12 EYLÜL’ÜN İSYANCI ÇOCUKLARI Akademi’ye 12 Eylül’ün hemen ertesinde girdiniz.

Deneysel sanat hareketlerine kalkışmanızda etkisi oldu mu?

Deneysel sanat çalışmalarımızın bütün işlerinin eleştirel bir tarafı vardı.

O dönemde, “Türkiye’de sanatın kalbinin attığı yer” Akademi’ydi.

Bu sayede, yeni tarzları, teknikleri, enstelasyon gibi yeni ifade biçimlerini Akademi’de gerçekleştirilen etkinliklerde görüyorduk.

Faydalanıyorduk, ama Akademi’nin ve galeri sınırlarının dışına çıkmaya çalışıyorduk.

Kendi yapacaklarımız konusunda da özgün olmakta ısrarcı bir kuşaktık.

Daha çok kendi coğrafyamızdan, kendi kültürümüzden nasıl faydalanabileceğimizi dert ediniyorduk.

Bu olup biteni merakla takip ediyorduk, ama biz ne yapacaktık?

VE PANDOMİM SAHNE ALIR Ne yaptınız?

Önce tiyatroya yöneldik.

Tiyatro kulübüyle iletişime geçtik.

Ancaki grubumuzdaki arkadaşlarımızın bir kısmı “deneysel tiyatro” ya da “absürd sahne” üzerine çalışmak istedi.

Bu arada, tiyatro çalışmalarına katılırken, gruptaki bir arkadaşımızdan ilk defa Bertolt Brecht adını duyuyoruz ve elimize birer Brecht’in epik tiyatrosu kitabını tutuşturuyor.

Okudukça şaşırıyoruz, Brecht başka bir sahneden bahsediyor.

İlk defa sahneye seyirciyi taşıyan metinlerle karşılaşıyoruz.

Bildiğimiz tiyatroda koltuklara otururuz, izleriz ve alkışlar gideriz… Brecht: “sahne tartışma meclisi olsun, izleyiciyi de oyuna katalım, onlarla birlikte oynayalım” diyor. 1990 YABANCI PERFORMANSI – Kırmızı Adam (ZÜRİH) Heykel, resim, grafik derken tiyatro mu eklendi?

Heykel resim yapıyoruz da her ikisi de durağan kadrajlara sahipti.

Brecht okuduktan sonra, bize tiyatro da durağan geldi.

Bunu Tiyatro Kulübünde dile getirdiğimizde sert tartışmalar oldu.

Böylece arayışımız devam etti, sonuçta pandomim, yani sessiz oyun gündeme geldi.

Bizim okula giren ama mezun olamayan karikatürist Oğuz Aral’ı duyduk!

Akademide’yken pandomimle uğraşmış, O sıralarda Gırgır mizah dergisini çıkartıyordu, kalktık bürosuna gittik.

Bizi çok sıcak karşıladı, sessiz oyuna ilişkin bazı şeyler gösterdi, bilgi verdi.

Ama “vaktim yok, kusura bakmayın, bu kadar” dedi.

Bunun üzerine Müjdat Gezen’i duyduk, ona da gittik.

Yaklaşık 30 kişiydik!

Gezen’in Cihangir’deki ofisine zor sığdık.

Bize pandomim yaparak sandalyesiz nasıl oturulup kalkılacağını gösterdi.

Ama o da “ben çok yoğunum, size zaman ayıramam, kusura bakmayın” dedi.

Okula döndük kös kös… Kendi kendinize öğrenmediniz herhalde?

Bölük pörçük öğrendiklerimizi Akademi’nin amfilerinde çıkıp oynamaya çalıştık.

Derken o sıralarda Akademi’nin fotoğraf atölyesinde görevli Nazmi ağabey gördü bizi, “bu okulda pandomimi başlatan bir hoca var” dedi.

Biz doktorumuzu dışarda arıyoruz, meğer o içerideymiş!

Bir de öğrendik ki bu pandomimci, ileride Temel Eğitimi Bölümü’nü birlikte kuracağımız Oktay Hocaymış (Anılanmert).

Bir sevindik, sormayın.

Sonunda Oktay Hoca bizi haftanın belirli günleri ders çalıştırır gibi çalıştırmaya başladı.

Proje çocuk oyun alanlarındaki tahterevallinin işleyişi üzerine oluşturuldu.

Tahterevallinin bir ucunda sanatçı duruyor, diğer tarafında ise etkinliğe gelen izleyiciler ve sanatseverler bulunuyordu.

Tahterevallinin diğer ucundaki sanatçı her defasında elindeki fırçayı boyaya batırıp duvardaki kağıda resim yapmaya çalışıyor.

Diğer uçtaki izleyici ise onu  yönlendirmeye, başka bir resim yaptırmaya çalışıyordu.

İzleyiciler bu etkinliğe bir oyunmuş gibi katıldılar.

Ancak, ne izleyicinin ne de sanatçıların istediği resimler gibi olmadı… (Caner Karavit, Asaf Zeki Yüksel, Kemal Can, Yılmaz Arslatürk, Zehra Aydın) Deneysel girişimler resimde ya da sanatta bir yaratıcılığa hizmet ediyor mu?

Etti mi?

Elbette.

Ufkumuzu çok açan etkinliklerdi.

Kendi eğitim aldığımız alanlarımıza döndüğümüzde, biçim ve içeriksel açıdan dağarcığımızın çok zenginleştiğini fark ettim.

Sanatta bakış açınızın sürekli olarak tazelenmeye ihtiyacı vardır.

Böyle bir deneyimim olmasa, belki de Çin'e gidip tarzımı değiştirme riskine girmezdim?

Sanatta biçimsel ve içeriksel kalıplarınızı kolay kolay terk edemezsiniz.

Bu kalıpların sınırlarını akışkan hale getirebilmeniz için daha geniş bakış açılarına ve uygulama dinamiklerine sahip olmanızı gerektirir.

Bu nedenle, deneysel çalışmaların kazandırdığı geniş açılı bakışa dair özgüveni göz ardı edemeyiz.

Bu sayede, sanat yaşamınızın hangi döneminde olursa olun, başka arayışlar için yeni enerjiler yaratabilirsiniz.

Projenin gerçekleştirildiği Tünel’deki Yüksek Kaldırım’a paralel olan Şahkulu sokağı, genelev kadınlarının da oturduğu marjinal bir sokaktı.

Eski İstanbul sokaklarında pencereden pencereye ip gerilerek çamaşır asılırdı.

Biz sokak sakinlerine bunların yerine resim yapıp asmayı diye teklif ettik.

Çok hoşlarına gitti.

Tünel’deki atölyede yapılan koca koca resimleri sokaktaki çamaşır iplerine asıldı ve daha sonra bu resimler katlanarak çamaşır sepetinde sergilendi. (Ömer Güney, Aziz Öz, Tuncay Akgün, Ramize Erer, Caner Karavit) İSVİÇRE’DE YABANCI OLMAK  Yine 90 öncesinde  yaşanan çok ilginç İsviçre etkinlikleri var.

Neler yaptınız?

Nasıl gittiniz?

Perfomanslar yapan EKG adında İsviçreli bir grup, bizim çalışmalarımızı duymuş, birlikte çalışmak istediler.

Bir İsviçre bankasından da destek alarak çeşitli sanat etkinlikleri gerçekleştiriyordu.

Yanlış hatırlamıyorsam Avrupalı ve özellikle gelişmekte olan üçüncü dünya ülkelerinin sanatçı gruplarıyla çalışmalar yapmak için bankadan iyi para alıyorlarmış.

Bunları sonradan öğrendik.

Önce İstanbul’da sonra da Zürih’te çeşitli performanslar, enstelasyonlar yaptık.

Bu etkinliklerden bizim hiçbir maddi kazancımız olmadı.

Zaten; sanatın alınabilir, satılabilir olması ve fonlanması bizim ilkesel olarak karşı olduğumuz ve çok tartıştığımız şeylerdi.

Ancak yol paramızı karşılamışlardırdı, o da o dönem en ucuz hava yolları olan Romanya Havayollarıyla olmuştu.

Bu gruplar arası çalışmanın bize önemli katkısı, deneysel sanat çalışmalarımızı farklı bir kültürde, İsviçre’de uygulamak oldu.

Kırmızı Adam projesi var mesela, neye kızıyor?

Neyi protesto ediyor?

Kırmızı adam isminden zaten hemen anlaşılacak.

Yabancı.

Gruptaki daha önce birlikte pandomim yaptığımız arkadaşlarımızdan Yılmaz Aslantürk gerçekleştirdi.

İsviçre'de yabancı olmak, kırmızıya boyanmış adam olmaktı.

İsviçreliler bu adamla (yabancıyla) pek ilgilenmediler.

Kırmızıya boyanmış ve dolaşıyorsunuz, ama kimse size bakmıyor, kimse yanınıza yaklaşmıyordu.

Cüzzamlı gibiydiniz, performans bunu vurguladı.

Poşet içindeki adamınız var bir de… Amaç neydi?

Neden paketlediniz arkadaşınızı?

O zamanlar büyük marketler İsviçre’de yeniydi, Türkiye’de henüz yoktu.

Bu alışveriş yerlerinde herşey poşetlenmiş ve bandrollüydü!

Her şeyin poşetlendiğini görmek tuhafımıza gitti: Her şey mi poşetleniyordu, her şey mi fişleniyordu?

Gruptaki arkadaşım Asaf Zeki Yüksel’le oturduk proje yaptık ve ikimiz oynadık.

O çırılçıplak, bir tavuk eti gibi süreç filmle poşetlenecek, bir market arabasına oturacak ve ben de market arabasını sokaklarda, marketlerde dolaştıracaktım ve sonunda marketin kasasından geçecektik… Hiç kimse dönüp bakmadı mı yine?

İsviçreliler yine kayıtsız kaldılar.

Sadece birkaç Hintli veya Pakistanlı olduğunu düşündüğümüz insan ve bir de hamile bir kadın ısrarla yanımıza gelerek sorular sordular.

Sanıyorum, market arabasının içindeki arkadaş cenin gibi oturuyor olması merakını cezbetmişti.

KASADA TAKILIP KALDIK Kasada olanlar oldu herhalde… Nasıl geçtiniz?

Poşetteki arkadaşın önüne de bir barkotu fotokopiyle büyüterek koymuştuk.

Kasaya geldik, poşetlenmiş kocaman çıplak bir adam, Migros arabasında!

Kasiyer kadın şaşırdı tabii!

Kasadaki kadın, ‘Böyle bir mal yok’ diyor ve bizi bir türlü geçirmiyordu: ‘Peki ben buradan nasıl çıkacağım?’ diyorum, “Çıkamazsın” diyor.

Kasaya girmişsin ve bir şey ödemeden çıkamıyorsun.

Sonra sembolik bir şey ödemeyi teklif ettim ve cebimdeki en küçük para birimini verdim.

O da kasaya yazdı, fişini de verdi ve böylece biz oradan çıkabildik.

Macera böylece bitti mi?

Yine soran eden kimse yok mu?

Vardı, peşimizden de Migros bekçisi geldi.

Araba bizim, deyip çekiştiriyor.

Market arabasının içindeki çıplak adamla ilgilenmiyor, umurunda değil, sadece arabanın peşinde.

Asaf da (arabadaki çıplak arkadaş) poşetin içinden adama bakıyor, ‘bırak artık beni’ der gibi.

Bekçi bir tarafa, ben bir tarafa, ikimiz çekiştirdik durduk arabayı.

Sonunda araba benim elimde kaldı, kurtardım Asaf’ı… Sanatın Arka Sokakları Ulusal Kanal’da bu yıl yayın programında yer alan program her Cumartesi günü saat 1600’da izleyiciyle buluşuyor.

Caner Hoca’nın hazırlayıp sunduğu programı kendi ağzından dinledik... “Programın amacı; adından da anlaşılacağı üzere, ana caddedeki parıltılı, çok gezilen ve çok bilinen galerilerdeki, müzelerdeki popüler, dünyaca tanınmış eserler ve yapıtları tanıtmak değil.

Adı duyulmamış, sanatın arka sokaklardaki, küçük tozlu vitrinlerde kalmış yapıtlara, ve bunu üreten sanatçılara göz atmak.

Amaçımız yeniden bir sanat tarihi yazmak delil elbette.

Ancak, arka sokaklardaki sanat yapıtlarının da çok derin hikayelerinin ve dikkate değer estetik anlayışlarının olabileceğini hatırlatmak.

Bunlar sadece Batı sanatıyla ilgili arka sokaklar değil.

Aynı zamanda Afrika, Asya ve Orta Doğu ülkelerinden başyapıtlarını da ele  alarak, bunların farkındalığını sağlamak.

Mesela, Marzan Şharav'ın ‘Moğolistan'da Bir Gün’ resmi Moğol sanatının başyapıtıdır, ancak Moğolistan'dakilerin dışında kimse bilmez.

Batı odaklı sanatın öyküsünde, sanatın tarihinde vs. bunların bahsi bile geçmez.

Amacımız bunların hikayesini anlatabilmek.

Sizin programın örneği var mı?

Nereden esinlendiniz?

Örneğini görmedim, ama tarz olarak buna “video article”, yani görüntülü makale deniyor.

Aslında popüler bir yayın türü olmadığı kesin.

Gönül ister ki, çok sayıda izleyiciye ulaşsın, herkes izlesin.

Ama popüler beğeninin dışında kaldığı için büyük kitleye ulaşmak oldukça zor.

Herhalde, Ulusal Kanal dışında da başka kanal bu tür yayınlara programında yer vermez.

İlgili Sitenin Haberleri