Haber Detayı
Altın Portakal’da gençleşme sürüyor
Altın Portakal’da gençleşme sürüyor
Türkiye’nin en köklü film festivali, bu yıl 62. yaşını kutlayan Uluslararası Antalya Film Festivali, kentin Büyükşehir Belediye Başkanı Muhittin Böcek’in tutuklu olarak cezaevinde bulunması nedeniyle, bir ara “acaba yapılacak mı yapılmayacak mı” söylentilerine konu olsa da 24 Ekim’den bu yana tüm hızıyla sürüyor.
Bu yazıyı yazdığım gün itibariyle yarısını geride bıraktığımız festival, ulusal ve uluslararası yarışma filmleri, belgesel ve kısa filmler, öğrenci filmleri derken sinemamızın 2025 yılı ürünlerini seyirci ve jürilerle buluşturuyor.
Bir not: Altın Portakal özellikle son iki yıldır ulusal yarışma seçkisinde yüzde 90 oranında genç kuşak yönetmelere, ilk ya da ikinci filmini çeken isimlerin eserlerine yer veriyor.
Bu yıl yarışmadaki 12 filmin yönetmenlerinin büyük çoğunluğu ilk filmleriyle karşımızda.
Ulusal yarışmadaki en deneyimli isim, 1975 doğumlu, aslında bir orta kuşak yönetmeni olan Özcan Alper.
Bu durum hem genç yönetmenleri teşvik ediyor hem de sinemamızın bugününe ve geleceğine dair bize genel bir fikir veriyor.
Asıl takip ettiğim bölüm ulusal yarışma, yani yerli filmler ama zaman yaratıp uluslararası yarışmadan da Avusturya-İsviçre-Almanya ortak yapımı “Mother’s Baby” ve İngiltere yapımı “Serseri”yi izledim.
İkisinin de çok sıkı filmler olduğunu söyleyebilirim.
Ticari gösterime girdiklerinde de ilgi göreceklerine eminim.
RAHMET VE OTOGAR Dünyaya düşen bir meteorun parçaları, Anadolu’nun yoksul bir köyünde tüm yaşamı derinden etkiler.
Taşların en büyüğünü bulan İrfan, Amerika’dan, Fransa’dan gelen teklifleri, fiyatın daha da artacağı beklentisiyle geri çevirir fakat işler yolunda gitmez.
Emre Sert-Gözde Yetişkin ikilisinin imza attığı “Sahibinden Rahmet”, bildik, daha önce de benzerlerini gördüğümüz bir öyküyü çok da yenilik katmadan işleyen bir filmdi. “Sahibinden Rahmet”in en büyük artısı ise başrollerdeki Cem Yiğit Üzümoğlu ve Aslı İnandık’ın harika oyunculuk gösterileriydi.
Antalya seyircisi küfürlü diyaloglar konusunda hassastır ve tepki verir.
Erdem Yener’in “Barselo”su (Filmin adının nereden kaynaklandığını anlayamadım ya da kaçırdım) bol küfürlü diyaloglarına rağmen hayret ki seyirciden beğeni topladı.
İstanbul Esenler Otogarı’nda dönen kirli işleri, fuhuşa sürüklenen kaçak göçmen kadınları ve bir gecede işlenen birkaç cinayeti öyküleyen film, en azından sıradışı bir şeyler anlatıyor ve yenilikçi bir çaba olarak dikkat çekiyordu.
FONDA ORMAN YANGINLARI Sunay Terzioğlu’nun “Bağlar, Kökler ve Tutkular”ı, Suriyeli bir genç kız, Afgan bir çoban ve cezaevinden yeni çıkmış bir siyasinin “sıkışmışlıktan” kurtulma çabalarını paralel biçimde anlatırken kasvetli bir atmosfer kuruyor ve karamsar bir dil tutturuyordu.
Filmin zorlu kurgu çalışmasının başarılı bir sonuç verdiği de gözlerden kaçmadı.
Şeyhmus Altun’un yönettiği “Aldığımız Nefes”, hepimizin canını yakan orman yangınlarını fon olarak kullanarak, 10 yaşındaki “annesiz” Esma’nın, babasının ve kardeşlerinin yoksul yaşamlarına odaklanırken, Esma’nın portresi üzerinden, çocukluğu yaşayamama gerçeğine ayna tuttu.
Seyrettiklerim içinde en evrensel boyutlu film, “Kırık Midyeler”den (2011) hatırladığımız Seyfettin Tokmak’ın “Tavşan İmparatorluğu”ydu.
Gene taşrada, gene küçük ve “annesiz” bir çocuk aracılığıyla insanoğlunun içindeki kötülük ve vahşetle yüzleşmemizi sağlayan filmde Erkan Oğur’un özgün müzik çalışması da öyküyle tam uyum içindeydi.
Özetlersem, genç Türk sineması, taşra öyküleri, göçmenlik-mültecilik meseleleri ve çocuk karakterlerin ağırlığıyla yoluna devam ediyor Antalya’da.