Haber Detayı

Ortadoğu'daki savaşın perde arkası: ABD ve İngiltere karşı karşıya
Kayahan uygur odatv.com
21/12/2025 07:00 (5 gün önce)

Ortadoğu'daki savaşın perde arkası: ABD ve İngiltere karşı karşıya

Kayahan Uygur yazdı...

Günümüzün gündemini, örneğin Gazze konusunu, ABD’nin İsrail’le ilişkilerini ve diğer Batılı devletlerin, özellikle İngiltere’nin ve İngiliz yanlısı ülke ve sivil güçlerin (Avustralya ve Global İntifada hareketi gibi) Trump yönetimiyle ayrışan tutumlarını daha iyi anlayabilmek için Batı politikalarının arka planı hakkında bilgi sahibi olmalıyız.Hatta geçmişi iyi bilirsek Trump’ın Putin’e karşı olumlu yaklaşımını da daha iyi kavrarız.ABD ile onun müttefiki sayılan diğer Batı ülkeleri tek ve sıkı bir şekilde birleşmiş bir blok değiller.

Kimilerine göre İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki dönemde böyle bir sağlam ittifak mevcut olmuş ancak son aylarda Trump’ın “aşırılıkçı ve sürpriz” girişimleriyle çatırdamalar başlamıştır.

Bence bu yaklaşım gerçeği hiç yansıtmadığı gibi insanların dünyayı doğru okumalarını da engelliyor.

ABD ve müttefikleri arasındaki çelişkiler Soğuk Savaş’ın en şiddetli günlerinde bile süregelmişti.

Ve dönemin iki süper devleti arasındaki zıtlık kimilerinin sandığı şekilde o kadar da uzlaşmaz değildi.

Bunları bilirsek insanlara karanlık gelen birçok nokta aydınlanır.İNGİLTERE ORTADOĞU’DAN NASIL KOVULDUABD ve Avrupalılar arasında Savaş sonrası dönemde yaşanan en önemli gerilim ilginç biçimde yine Ortadoğu’yla ilgiliydi.Süveyş Krizi, aynı zamanda Süveyş Savaşı olarak da bilinen olay, 1956 yılında Mısır ile Birleşik Krallık, Fransa ve İsrail'in oluşturduğu gizli koalisyonu karşı karşıya getirmişti.

Çatışmanın odak noktası, Akdeniz ile Kızıldeniz'i birbirine bağlayan stratejik bir deniz yolu olan Süveyş Kanalı idi.1869 yılında Fransız yönetimi altında inşa edilen ve İngiliz-Fransız bir şirket tarafından işletilen kanal, dünya ticareti (özellikle Avrupa’nın petrol ihtiyacı) için hayati öneme sahipti. 26 Temmuz 1956'da Mısır Cumhurbaşkanı Cemal Abdülnasır, Amerika ve İngiltere'nin mali desteği reddetmelerinin ardından Assuan Barajı'nı finanse etmek için Süveyş Kanalı Şirketi'ni kamulaştırdı.

Bu, İngiltere’nin ve Fransa'nın öfkesini çekti.İngiltere, Fransa ve İsrail arasında gizli bir anlaşma imzalandı. 29 Ekim 1956'da İsrail, Mısır'ın Sina Yarımadası'nı işgal etti. 31 Ekim'de Birleşik Krallık ve Fransa Abdülnasır’a bir ültimatom verdiler.

Kanalın her iki tarafındaki kuvvetlerin geri çekilmesini istediler.

Ardından “savaşan tarafları ayırmak” ve kanalın kontrolünü geri almak için bombardımana giriştiler ve asker çıkardılar.

Avrupa koalisyonu askerî açıdan hızlı bir başarı elde etti.Ancak Eisenhower başkanlığındaki Amerika Birleşik Devletleri, İngiliz ve Fransız müttefiklerinin bu müdahalesine şiddetle karşı çıktı.

O sırada medya bunu ABD’nin Soğuk Savaş'ın tırmanmasından korktuğu şeklinde açıkladı.

Çünkü Sovyetler Birliği Mısır’ı destekliyor ve kendisi de asker yollamaktan söz ediyordu.

Oysa asıl mesele ABD’nin Avrupalı dostlarını Ortadoğu’dan uzaklaştırmak, jeopolitik ve petrol pastasını sadece kendisine ayırmak isteğiydi.ABD buna ek olarak sömürgelikten kurtulma sürecinde olan Arap ve Üçüncü Dünya ülkeleri nezdinde sempati elde etmek peşindeydi.Bu nedenlerle ABD, İngiltere’yi piyasaya Sterlin satarak ülkesinde kriz çıkarmakla tehdit etti, arkasından hem de Sovyetler Birliği ile beraber Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne başvurarak İngiltere ve Fransa’nın çekilmesini talep etti. 6 Kasım 1956’de ateşkes ilan edildi.

İngiliz-Fransız birlikleri aralık ayında, 69 yıl önce bugünlerde Mısır’dan ve Ortadoğu’dan çekilmiş oldular.

Bir daha da o coğrafyaya ABD’nin izni olmadan asker yollayamadılar, bu bir dönüm noktasıydı.

Bir süre daha Süveyş kenarında kalan İsrail birlikleri de 3 ay sonra Mart’ta geri döndüler.

Bölgeye Mavi Berelilerin öncüleri olan Barış Gücü yerleşti.Bu sonuç İngiltere ve Fransa için aşağılama oldu.

Olay bu ikisinin büyük imparatorluklar statülerinin sonu olarak tarihe geçti.

İngiltere Başbakanı Anthony Eden istifa etti.

Gelişmeler Mısır ve Abdülnasır için siyasi bir zaferdi.

Arap milliyetçiliği güçlendi.Orta Doğu'da ABD'nin rolü pekişti, BM önem kazandı.

Dünyada sömürgecilikten kurtulma süreci hızlandı ve İsrail-Arap gerilimi devam etti.

Bu kriz, bölgede Avrupa'nın etkisinin azaldığını gösterdi ve dünya siyasetinde süper güçlerin (ABD ve Sovyetler Birliği) ortaya çıkışını perçinledi.ABD’NİN İNGİLTERE’YE MUSADDIK KAZIĞIİngiltere açısından bu Ortadoğu’da ABD’den 50’li yıllarda yediği ikinci darbeydi. 1951'de İran'da ulusalcı Başbakan Musaddık’ın petrolü millileştirmesi sonrasında Londra İran’ı işgal etmek istedi.

Askeri müdahale planları yaptı.

Özellikle Abadan rafinerisini (dünyanın en büyüklerinden biri) ele geçirmek için donanmasını Pers Körfezi'nde güçlendirdi ve rafineriye müdahaleye hazırlandı.Ancak ABD, Harry Truman yönetimi altında, İngiltere'nin askeri müdahalesini engelledi.

Truman ve Dışişleri Bakanı Dean Acheson, İngiltere'ye açıkça askerî harekâtı onaylamadıklarını bildirdiler; bunu "çılgınlık" olarak nitelendirdiler ve İngiltere'den önceden Washington'a danışmadan adım atmamasını istediler.ABD, Kore Savaşı'nda İngiltere'nin desteğine ihtiyaç duyduğu halde, İran'da askeri müdahaleyi istemedi, Soğuk Savaş bağlamında riskli olduğu gerekçesiyle diplomatik çözüm ile petrol anlaşması önerdi.

Truman dönemi boyunca darbe fikrine de sıcak bakmadı.

Ama 1951-52 krizi döneminde ABD, İngiltere'nin doğrudan askeri müdahalesini önleyen taraf iken daha sonra kendisi “Ajax operasyonu” adı verilen darbeyle Musaddık’ı devirdi.ABD’nin İran’da İngiltere’ye karşı bu taktiği sonucunda İran petrolleri daha sonra British Petroleum (BP) adını alacak olan Anglo-Iranian Oil Company (AIOC) ‘nin elinden uçup gitti.

İran petrolüne Amerika çöktü.

Tabii, her ne kadar belli etmeseler de Birleşik Krallık elitleri bu “kazığı” unutmadılar ve daha sonra her olayda eğer ellerinden geliyorsa yumuşak güç (sivil toplum, medya ve propaganda) ya da istihbarat yoluyla “sevgili dostlarının” ayağının altına muz kabuğu koymayı ihmal etmediler.Zaman zaman çeşitli ülkelerde ABD ve Birleşik Krallık ortaklaşa “iyi polis-kötü polis” rolü oynasalar da Londra asla sadece bir yardımcı rolüyle yetinmedi.

Hep bir şeyler çevirerek kendisi de etkin olmaya çalıştı.

Bu amaçla da hep o meşhur istihbarat şebekesini ve Ortadoğu’da eskiden beri istihdam ettiği kişileri kullandı.İRAN İSLAM DEVRİMİNDE İNGİLİZ ROLÜBunun bir örneği de İran İslam devrimi denilen olaylar sırasında olup bitenlerdir.

Kasım 1978'e kadar Londra Şah yanlısıydı.

Dışişleri Bakanı David Owen, Kabine'ye, kusurlarına rağmen Şah'ı iktidarda tutmanın, askeri bir hükümetin veya Ayetullah Humeyni'nin iktidara gelmesinden daha iyi olduğunu söylüyordu.

İngiltere İran’a protestoları bastırmak için silah (göz yaşartıcı gaz, zırhlı araçlar) sevkiyatı yapıyordu.

Ama hemen arkasından Başbakan Callaghan ve Owen “Şahın artık kalamayacağı” mazereti ile ABD’nin o dönemdeki politikasına sırt çevirdiler.

Bu gelişme aslında ABD’nin bir çeyrek yüzyıl önce İngiliz çıkarlarını zedeleyen tavrının intikamıydı.“Garantili” dedikleri bir politika benimsediler: rejimin muhtemel düşüşünden sonra İngiliz çıkarlarını korumak için muhalefetle temas kurmaya giriştiler.

İngiltere, ulusal çıkarları (yeni rejimi kendinden uzaklaştırmamak) göz önünde bulundurarak, Şah'a aktif desteğini kademeli olarak bıraktı ve özellikle sürgünden sonra (Ocak 1979) ona siyasi sığınma hakkı vermeyi bile reddetti.

Tabii Londra’nın asıl amacı petrole tekrar çökmekti.İngilizler, Şubat 1979'da Mehdi Bazargan'ın yeni geçici rejimini ve ardından Humeyni'nin gelişini (1 Şubat 1979) hızla tanıdılar.

Geleneksel olarak İngiliz elitleriyle yakın ilişki içinde olan İran Komünist Partisi Tudeh’in Humeyni’ye verdiği destekte Londra’nın da etkisi bulunuyordu.İran İslam Devrimi’nde BBC radyosunun (Farsça) eylemci ve adeta terörist bir çizgisi vardı.

İran halkını İslamcı eylemlere teşvik etti.

Dakika, dakika olup bitenleri haberleştirdi.

Miting ve eylem çağrılarında bulundu, İslam devriminin sesi olarak yayın yaptı.

Humeyni’nin tüm konuşmaları naklen ve eksiksiz olarak İslamcı tabana ulaştırıldı.

İran İslam devrimine bu açıdan bir İngiliz devrimi denilebilir.Gizliliği kaldırılmış belgeler, Dışişleri Bakanlığı'nda hizmetin kapatılmasına ilişkin iç tartışmaları ortaya koymaktadır, İngilizler ne yaptıklarını biliyorlardı ve İslam devrimini bile bile desteklediler.

Bunu ABD ile (kendilerine göre) boy ölçüşebileceklerini sandıkları ve muhtemel gördükleri petrol çıkarları için yaptılar.AVRUPA İNSAN HAKLARINI MI SAVUNUYORDU?Tüm Soğuk Savaş döneminde ve sonrasında İngiliz ve başta Fransa diğer Avrupa devletlerinin politikası gibi en az ABD’ninki kadar oportünist, fakat onun genel çizgisinden çok daha fazla insan hakları, özgürlükler ve demokrasi maskelerine sığınmış bir haldeydi.

ABD sağ cuntayı desteklerse İngiltere elitleri sol olanın yanında yer aldılar, siyasal İslamcılığın yuvası, Batı’daki kalesi olmaktan vaz geçmediler, destekledikleri İslamcı partiler kapanma tehlikesiyle karşı karşıya kaldıklarında İngiltere Kraliçesi hemen o ülkeye geliyordu.Yakın tarih hakkındaki bu saptamalardan sonra günümüze döndüğümüzde ABD ile Avrupa arasındaki çelişkilerin sadece Trump’a olan tepkiden kaynaklanmadığını görürüz.

En açık örnek Ukrayna konusudur.

Biden döneminde Rusya’nın fazla üzerine gidilmemesi, barış olanakları aranmasını öneren Avrupalı liderler Trump döneminde barış umudu doğunca bu kez barışı torpillemek için ellerinden geleni yapıyorlar.

Amaç üzüm yemek değil, Trump’ı ya da bağcıyı dövmek ve bunu ABD çıkarlarına darbe vurmak için yapmak.Tabii Avrupalıların da böyle davranmalarında kendi açılarından çok haklı nedenler var.

ABD’nin müttefiklerini kendi çıkarları için gereğinde çok rahatlıkla feda ettiğini iyi biliyorlar.

Rusya ile anlaşacak bir ABD’nin Avrupa’nın güvenliği konusunda kılını bile kıpırdatmayacağının da farkındalar.İşte devletler arası, en azından emperyalist ülkeler arasındaki ilişkiler bu derece acımasız, katı ve salt çıkar odaklı.

Hiçbiri hayır derneği değil ve bu konularda ahlaki, vicdani tartışmalar yapmanın anlamı bulunmuyor.

Bu arada, ABD ile Rusya’nın 1918 yılında ABD’nin Sibirya’ya ufak bir müdahalesi dışında hiç savaşmadıklarını anımsatırım.

Ki o da resmi bir sıcak savaş sayılmıyor.Bu çerçevede ABD’nin Ortadoğu’daki son dönem politikalarını etkisiz kılmak için gösterilen tüm yumuşak güç ve sivil toplum içerikli çabaların arkasında da bazı Avrupalı çevreler bulunuyor.

Mesele Gazze ya da Filistin devleti değil İsrail üzerinden ABD’ye çelme takmak.

Çok da masum değiller yani.

Netanyahu hakkında tutuklama kararı çıkaran Uluslararası Ceza Mahkemesi’ndeki İngiliz ağırlığı ve bu kararı çıkaranlara ABD’nin yaptırım uygulaması iki taraf arasındaki çelişkinin derinliğini göstermektedir.

Avrupa’da (Macaristan hariç) el üstünde tutulan Soros dernekleri ABD’de hükümetin hedefidir.

Merkezi İngiltere’de bulunan Muslim Brotherhood (İhvan) hakkında ABD’de terör listesine alınma işlemleri başlatılmıştır.

Tüm bunlar kritik günlerde olduğumuzun işaretleri.Bugün İngiltere’de iktidarda bulunan İşçi Partisi 5 Kasım 2024 seçimlerinden önce İngiltere’ye elemanlar gönderip Trump’a karşı kampanyaya katılmıştı.

Trump ve Elon Musk gibi yakın çevresi ise şimdi var güçleriyle bu partiyi ve Başbakan Starmer’i hedef almaktadırlar.

Geçen hafta ABD Yetkililer İngiltere ile 40 milyar dolarlık teknoloji anlaşmasının askıya alındığını açıkladılar.

Muhtemelen ticaret anlaşması da iptal edilecek.Tüm bu gelişmeler Trump’ın, yardımcısı D.J.Vance’in, Dışişleri Bakanı Rubio’nun Avrupa ülkelerinin göçmenlik, siyasal İslamcılık ve Batı değerlerinin korunması konusunda yaptıkları eleştirilerle beraber ele alınıyor.

Ancak tüm bu gelişmeler sırasında ABD’nin kendi üniversiteleri de dahil birçok Batı ülkesinde yapılan İsrail karşıtı, Hamas yanlısı ve militanları küresel intifadaya çağıran eylemlerde başta İngiltere bazı Avrupa devlet kurumlarının payları olmadığına inanmak saflık olur.Burada asıl mesele Ortadoğu’da kritik konumlara kimlerin sahip olacağı ve hangi ülkelerin dışlanacaklarıdır.

Zamanında ellerinde cetvelle Ortadoğu’yu parselleyen İngiltere ve Fransa’nın şimdi orada söz sahibi olamamayı hazmetmeleri zordur.

Bu hazımsızlıklarını açık ve gizli olarak, kimi zaman da barış ve adalet maskesi altında yaptıkları gerçekçi olmayan önerilerle gösteriyorlar.TEK DAVA: TÜRKİYEOrtadoğu’da ve dünyada devletlerin kapitalizme uygun bir şekilde nasıl “herkesin herkese karşı savaşı” içinde olduklarını görüyoruz.

Demek ki dış politikada bizim de tek bir davamız olmalı: Türkiye davası.

Adaletsiz bir dünyada hiçbir devletin tek başına adaleti sağlaması mümkün değil zaten.Bize düşen şu ya da bu emperyalist gücün ya da blokun veya gerçekte var olmayan bir ümmetin yanında yer almadan kendi ülkemizin çıkarlarını gözetmektir.

Ülkemizin ekonomik ve insani gelişmişlik endekslerinde yukarı doğru tırmanması, toplumsal ve kültürel kalkınması için Siyasal İslamcılığın etkilerinden kurtulması önemlidir.

Ortadoğu’da güçlü olmak isteyenlerin ahlaki ve dini motifler arkasında gizledikleri emellere alet olmamaya dikkat etmeliyiz.

Sadece bizi değil Ortadoğu halklarını da yine ancak kendileri kurtarabilir.Odatv.com

İlgili Sitenin Haberleri