Haber Detayı

Sosyal transfer maskesi düşünce…
Melike güler kadan aydinlik.com.tr
29/12/2025 00:00 (1 saat önce)

Sosyal transfer maskesi düşünce…

Sosyal transfer maskesi düşünce…

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) “Gelir Dağılımı İstatistikleri, 2025” raporunu sundu.

Sayılar, gelir bölüşümündeki vahim tablonun sürdüğüne işaret etti.

DİSK-AR’ın öne çıkardığı verilere göre, düşük gelirli yüzde 50’nin gelirdeki payı 2014’te yüzde 23,6 iken bu oran, 2024’te 23,4’e geriledi.

Buna karşılık en zengin yüzde 10’luk kesimin payı yüzde 32’den yüzde 33’e çıktı.

Pasta büyüse de küçülse de en büyük dilimi alanların çatalı daha da büyüdü, tabandakilerin tabağı ise küçüldü. 2015 yılında 0,404 olan Gini katsayısı (gelir adaletsizliği ölçütü) 2025’te 0,410 olarak açıklandı.

Ancak asıl korkutucu veri parantez içindeki ayrıntıda gizli: Devletin yaptığı sosyal yardımlar ve emekli maaşları (sosyal transferler) hariç tutulduğunda bu oran 0,473’e fırlıyor.

Bu şu demek: Mevcut piyasa düzeni o kadar acımasız bir gelir dağılımı yaratıyor ki, devlet araya girip “yama” yapmasa, toplumsal eşitsizlik çok daha vahim bir boyutta olacak.

Ekonomi kendi dinamikleriyle adalet üretmiyor; sistem, sosyal yardımlara muhtaç bir yapı üretiyor. (Gini katsayısı 0 ile 1 arasında bir olup 1’e yaklaştıkça gelir dağılımı bozuluyor.) TÜİK verilerine göre sendikalı işçilerin ücreti, sendikasız işçilerin ücretinin ortalama yüzde 92 üzerinde. 2020 yılında sendikalı işçilerin ortalama ücreti sendikasız işçilerin yüzde 65 fazlası iken 2024 yılında yüzde 92’ye çıktı.

Sendikasızlaşma, sadece güvencesizlik değil, aynı zamanda doğrudan yoksullaşma anlamına geliyor.

TÜİK bile bize şunu söylüyor: Türkiye’de gelir adaleti terazisi bozulmuş durumda.

Zenginin servetine servet kattığı, örgütsüz çalışanın ise enflasyon ve adaletsizlik altında ezildiği bu döngüden çıkış, sadece ekonomik paketlerle değil, emeğin örgütlü gücünün artmasıyla mümkün görünüyor.

Rakamlar yalan söylemez; birlik olmayan kaybediyor. *** Bir konu var.

Bizi 2016’dan beri kalıcı yaz saati uygulamasına hapsettiler.

Saatler sabahı gösterse de gün inatla gece.

Milyonlar, güneşin doğmayı unuttuğu, sokak lambalarının henüz sönmediği o zifiri karanlıkta, biyolojik saatimize açılan bir savaşla güne başlıyor.

Kaldırımlarda sırtlarındaki çantaları kendilerinden büyük, gözleri uyku mahmuru çocuklar; günün ilk ışığını görmeden mesaiye koşan işçiler...

Hepimiz, bu ‘aydınlanmayan sabahlar’ın sessiz mağdurları olarak yollara dökülüyoruz.

Toplumun üzerine, güneş doğsa bile dağılmayan, kalıcı bir metal yorgunluğu serpiyor.

Peki ya kim kazanıyor?

Ne diye bu esareti yaşıyoruz.

Oldukça tartışmalı bir konu.

Bakanlık, akşam saatlerindeki yoğun elektrik tüketiminin gün ışığından daha fazla yararlanılarak düşürüldüğünü ve bunun da enerji arz güvenliğine katkı sağladığını savunuyor.

Elektrik Mühendisleri Odası (EMO) ve çeşitli bağımsız enerji uzmanları ise Bakanlık tarafından açıklanan tasarruf rakamlarının gerçeği yansıtmadığını ve verilerin şeffaf bir şekilde kamuoyuyla paylaşılmadığını, aksine enerji tüketiminin arttığını belirtiyor.

Bana kalırsa, önemli olan vatandaşın dediği.

İlgili Sitenin Haberleri