Haber Detayı

‘Çağdaş sanatın sahtekârlığı’ – 1 Dogmalaşan sanat ve gerçeklikten kopuş
Cemil gözel aydinlik.com.tr
19/10/2025 10:59 (2 ay önce)

‘Çağdaş sanatın sahtekârlığı’ – 1 Dogmalaşan sanat ve gerçeklikten kopuş

‘Çağdaş sanatın sahtekârlığı’ – 1

Sarsıcı bir kitap: Çağdaş Sanatın Sahtekârlığı.

İspanyolca kaleme alınmış, 2015 yılında yayımlanmış; Can Sanat Yayınları’nın Tellekt dizisinden çıkan Türkçe baskısı ise 2022 tarihli.

Avelina Lésper’in bu sarsıcı metnini dilimize Emrah İmre çevirmiş.

Lésper, 1973 Meksika doğumlu bir sanat eleştirmeni ve tarihçisi.

Çağdaş sanatın kavramsal akımlarına yönelik sert eleştirileriyle tanınıyor.Kitap dört makaleden oluşuyor: “Çağdaş Sanat: Sorgulanamayan Dogma”, “Performansa Karşı”, “Çalmak, Aşırmak, Kırpmak: Sanatta Kopyalamanın Biçimleri”, “Sanat ve Feminizm: Kota ile Şantaj Arasında”.Bu dört makale üzerinde ayrı ayrı duracağım.

Çünkü her biri kapsamlı bir değerlendirme istiyor.

O denli önemli.

TAHAKKÜMÜN DİLİ Lésper, daha kitabın başında, çok önemli bir saptama yapıyor. “Sorgulanamayan Dogma” makalesinin özünündeki temel eleştiriyi, berrak bir biçimde, önümüze koyuyor:“Önceden çağdaş sanat addettiğimiz şey günümüzde bir ideolojiye, eleştirenlerin hiçbir sorgulama yapmasına olanak tanımayan koyu bir tutuculuğa dönüştü. (…) Sanatı meydana getiren şey eserler değil fikirlerdir; herkes sanatçıdır; sanatçının sanat addettiği her şey sanattır (…) üşengeçlik, zıpçıktılık, zekâ eksikliği gibi kavramlar bu sahte sanatın birer değerine dönüştü (…) hiçbir estetik değeri bulunmadan sanat diye sunulan nesneler bu dogmatizmin buyurduğu şekilde (…) kabul edilmekte.”Çağdaş sanat kurumlarının kendi hegemonik söylemlerini üretmesiyle birlikte, bir zamanlar eleştiri ve özgürlük vaadiyle açılan kapı, bugün kapalı ve içe dönük bir yapı. “Her şey sanattır” önermesi, özgürlüğün değil, yeni bir tahakküm biçiminin dili.

Öyleyse yaratıcılık denilen şey, çoktan dogmatik kabullere indirgenmiştir; sınırları zorlamak ve yerleşik değerleri sarsmak dedikleri ise, sorgulanması olanaksız kendinden menkul doğruların yeniden üretiminden ibarettir.(Aslında, birkaç haftadır yazdığım sanat yazılarının amacı, meseleyi nihayet burada düğümlemekti.

Şimdi söz, esas yerine geldi.) SANATIN ÇÖZÜLÜŞÜ Sanatın özü, Georg Lukács’a göre, gerçekliği bütünselliği içinde ve tarihsel olarak doğru kavrayabilmekte.

Bu yüzden sanat, yalnızca biçimsel yenilikler ya da provokatif jestler değildir; insanın tarihsel varoluşunu kavramaktır.

Sanat, tam da bu nedenle, toplumsal süreçlere tarafsız kalamaz; onda estetik olanla tarihsel olan birbirinden ayrılamaz.

Çünkü gerçekliği kavrama biçimi tarihsel konumlanışta belirir.

Lésper’in çağdaş sanat eleştirisini biraz da böyle okumak gerekir.

Eğer sanat, bir dogmaya dönüşmüşse onda gerçekliğe nüfuz etme gücü aranamaz.

Gerçeklikle kurduğu bağ kopmuş bir sanat, Lukács’ın deyişiyle, özsel belirlenimlerinden uzaklaşmıştır; tarihsizdir ve eleştirel kudretini tüketmiş bir uğraştır.“Her şey sanat”sa, doğru, “herkes sanatçıdır”.

Başlangıçta, bu önermenin, sanatın seçkinci sınırlarını kırmak olduğu düşünülebilir; ancak ortaya çıkan, zamanla her türlü ölçütün anlamsızlaşmasıdır.

Sonuçta sanat, insanın tarihsel varoluşunu anlamlandıran, gerçekliği özgül biçimde kavrayan bir etkinlik olmaktan çıkar; herhangi bir jestin, rastlantının ya da keyfi bir ifadenin adı hâline gelir.

Lukács’ın uyardığı o “her şeyin her şey olduğu” görecelik bataklığı, bundan başka bir şey değildir.

Biçimsel yeniliğin ve kavramsal oyunun kendi başına bir değer sayılması, sanatın özsel belirlenimlerini bulanıklaştırır.

Böylece zekânın, derinliğin, düşünsel emeğin yerini yüzeysel şaşırtmalar, zıpçıktı jestler ve hatta zekâ eksikliğinin kendisi almaya başlar.

Lésper’in dikkat çektiği üzere, bu dünyada “anlamsızlık” bir değer, “boşluk” bir anlam hâline gelir.

Sanat, düşünsel yoğunluğunu yitirerek bir tür “boş gösterenler” oyununa dönüşür; eleştirel kudretini değil, yalnızca görünürlük ekonomisinde dolaşımda kalma becerisini önemser.

PARLAK ZİNCİRLER Sanat, yalnızca biçimsel yeniliklerin ya da salt kavramsal iddiaların toplamı değildir; o, toplumsal gerçeklikle kurduğu ilişkide, ilişkiyi estetize edebilme yeteneğindedir.

Öyleyse sanatta yaratıcılık, boş bir keyfilik ya da sınırsız bir öznelcilik hâline geldiğinde kendi karşıtına dönüşür.

Bugün, çağdaş sanatın bir bölümü, tam da bu dönüşümün içindedir, bir bölümü zaten buna dönüşmüştür.

Dogmalaşmış “özgürlük” anlayışı, bu ilişkiyi yeniden üreterek onu eleştirel niteliğinden uzaklaştırmıştır.

İlişkinin yerini kurumsallaşmış bir keyfilik, her şeyi meşru kılan bir retorik aldığında, sanat yalnızca, biçimsel serbestisini korur.

Bu, sanatın özgürleştirici potansiyelini içerden tüketen bir paradokstan başka nedir?Değil mi ki çağdaş sanat, sadece kendi zincirlerini parlatıyor ve bunu özgürlük diye sunuyor.

İlgili Sitenin Haberleri