Haber Detayı
Selçuk Ülger anlattı... Takside birikmiş yazılar
Yaklaşık 30 yıldır Frankfurt’ta direksiyon sallıyor. Sabah erken işe başlıyor, Mesaisi 10-12 saat sürüyor. Bagajında not defterleri, torpido gözünde kitapları eksik değil. Edebiyat tutkusu sonunda şimdilik iki kitabı var. Selçuk Ülger’le söyleştik...
Selçuk Ülger’in adını duydunuz mu?
Kendisi aslen Kayseri İncesulu, mesleği Ziraat Mühendisi. 90’lı yıllarda yolu Almanya’ya düşüyor, ailesini evini kuruyor ve o gün bugündür taksicilik yapıyor.
Ama o bir edebiyatçı.
On yıl önce ilk kitabı ‘Kavanozdaki Yürek”, ikinci anı-öykü kitabı ‘Yetmiş Yıllık Bekleyiş’ ise geçen ay raflarda yerini aldı.
Hayatındaki tek çelişki mesleğiyle edebiyat arasında değil.
Hüzün ve neşe, umut ve karamsarlık, göçmenlik ve Almanya’ya uyum, Almanca ve Türkçe… Her bir çelişki köşeli ve kutucuklara tıkıştırılmış halde değil.
Adeta çözülmüş, uyum ve denge içinde kitaplarına yansıyor… Daha fazla uzatmadan söyleşimize buyrun.
Ekranda buluştuk, sohbet ettik, sordum anlattı.
AŞK HİKAYESİYLE BAŞLAYAN SERÜVEN Ege Üniversitesi’nde Ziraat Mühendisliği okuyup mezun olmuşsunuz.
Almanya'ya nasıl yolunuz düştü?
Neden bu taksiciliği seçtiniz? 89'da Almanya’ya staja gelmiştim.
Eşimle tanıştık orada.
O 18, ben 20 yaşındayız.
Üniversiteyi bitirdim, Türkiye'de geri geldim.
Diplomamı tanıtırım, yüksek lisans yaparım, dedim ama Almanya diplomamızı tanımadı.
Staj yaptığım üniversitenin profesörü de beni çok seviyordu, ama 60'lı yaşlarında aniden vefat etti.
O da elimizden tutamadı… Sil baştan dört yıl daha okuyacağız.
Frankfurt pahalı bir kent, eşimle nişanlandık, düğün hazırlığı falan yapacağız.
Üniversitelere gittim burs vermiyorlar, dil kursları deseniz çok pahalı.
Bugünkü 1000 avroya denk gelen aylık bir ücret istiyorlar.
Ne yapacaksınız?
Birisi “Akademik dünyadan Almanya'da devam edemeyenlerin ikinci adresi taksidir.
Taksi, akademi gibidir” dedi.
Taksicilik kararını verdik, ben taksi sürücü belgesi alıncaya dek eşim evi geçindirdi.Burası olmuyor, memlekete dönelim, demediniz mi?
Taksicilik size uzak bir iş gibi görünmedi mi?Yok.
Zaten ben buraya geldiğimde Almanya'nın durumu da bugünkü gibi kötü değildi.
İmkanlar daha iyiydi.
Bir de taksiye başlayınca baktım, kalite çok yüksek.
Bunca insan 12 Eylül'den kaçmış, mimarı var, yazarı var!
Hatta Almanya'nın eski Dışişleri Bakanı Joschka Fischer bile Frankfurt’ta taksi şoförlüğü yapmış.
Öğrencilerin de ilk olarak para kazandığı bir meslekti.
Nasıl söyleyeyim, ‘ya ben neredeyim?’ falan gibi bir şey olmadı.
Hatta okumalarım arttı, gelen müşteriler iyi, bir de görece kolay para kazanıyorsunuz.
Havaalanında iki saat bekliyorum, o sürede kitap okuyorum.
TAKSİ KURTARICI OLDU Sürücü ehliyeti olan herkes taksi şöförü olabiliyor mu?
Yok canım, zorlu bir süreç.
Şimdiki yolbulur (navigasyon) aygıtları da yoktu.
Bütün şehir haritasını, yol, sokak isimlerini ezberliyorsunuz, vs. 1-1,5 sene çalıştım ve lisans aldım.
Üniversite diploması almış gibi sevindim. 94'te de taksinin lisansını aldım.
Derken taksi benim hem kurtarıcım hem de akademik dünyamın katili oldu!
Önceleri biraz çekinirdim şunu söylemekten, ama son yıllarda açıkça söylüyorum: Ben taksiyi sevdim yani taksi sürücülüğünü sevdim.
Böyle bir yaşam kurdum.Yolbulur aygıtı sözcüğü de sizin Türkçe’mize katkınız!
Kitapta dipnot olarak verilmiş.Evet, bir Edebiyat Profesörü de Türk Dil Kurumu’na önerdi bu kelimeyi.
Örnek olarak da benim o öykümü verdi.
Hem yolbulur Türkçe yaygınlaşsın… EDEBİYAT ÖĞRETMENİNİN CEZALARI Edebiyat merakınız nasıl başladı?
Edebiyat merakım liseden beri vardı. 80'li yılların sonunda çok iyi bir edebiyat hocam vardı.
Ceza olarak şiir ezberletirdi.
Mesela yanındakiyle derste konuştun, Behçet Necatigil’in şu şiirini ezberleyeceksin!
Ceza gibi gelirdi ama sonradan bunun ceza değil, ödül olduğunu anladım.
Yıllar sonra karşılaştığımızda da söyledim kendisine.
Okuma merakınız?
Bizim kazada, kadınlar çamaşır yıkarken kazanın altında çok kitap yaktı, gözümle gördüm.
Onların içinden birini benim bir arkadaş kurtarmış.
İlk okuduğum siyasi içerikli ciddi bir roman odur.
Fakir Baykurt’un ‘Tırpan’ı.
Onu okuyunca çarpıldım.
Anneme de okudum, o da çok etkilendi.
Yıllar sonra ‘93’te Almanya’da Fakir Baykurt'u aradım.
Tırpan’ı anlattım… Böyle bir dostluk başladı.
Dedi ki ben Frankfurt'a geleceğim zaman sana haber edeceğim.
Bir yolumuzu kesiştirelim.
Ben seni merak ettim.
Fakir Baykurt'ta yolumuz bizim 1996'da kesişti.
Baykurt okuma akşamına geldi.
Evimizde konuk ettik.
Sonra eşim çocuğum derken o bizim dostluk da oldu baba-oğlu ilişkisi.
Ölene kadar sürdü, onunla tanışmam da hızlandırdı edebiyata olan ilişkimi. (Kitaplık – Fakir Baykurt köşesi))“Fakir Baykurt, bana anlattı ‘Tırpan’ı nasıl yazdığını.
Bir gece bizde konuktu, uyku tutmamış.
Kalkmış benim kitaplığımdan o ilk okuduğum ‘Tırpan’ı almış eline, bu notu yazmış.
Kitaplığımda onun köşesi var, Fakir Baykurt köşesi” FAKİR BAYKURT PUSULASI Yazma niyetiniz, kararınız başından beri var mıydı?
Pek yoktu.
Fakir Baykurt bana şöyle bir şey anlatmıştı: Bir edebiyatçımız vardı.
Kendisine genç bir yazardan bir dosya geldiği zaman ilk sorusu ‘Evladım otur bakalım, sen edebiyatımızda, edebiyatımızın neresinde bir eksiklik gördün de yazmaya karar verdin?’ olurmuş… Onun bu sözü beni uzun süre yazmaktan alıkoydu, ya da seçici yaptı.
Dedim ki şimdi bu notlar var, tamam ama ben bunu yazınca nerede bir eksiklik var da ben bunu yazayım?
Hangi iddiayla çıkacağım, diye mi sordunuz?
Aynen.
Burada birçok göçmen farkında değil, ama çok özgün öykülere yol verecek önemli şeyler yaşıyorlar.
Birçok arkadaşıma belki benden daha daha ilginç olaylar, daha daha ilginç insanlar denk geliyordur, ama ben kendimi şanslı kabul ediyorum.
Taksime binen müşterilerimdeki gizli edebi değeri iyi kötü görebiliyorum.
Kendim için sanki ‘derin’ gibi bir övgüde bulunmuş olmayım, ama bir edebiyat bilinci diyelim.
METİN DEMİRTAŞ’IN MEKTUPLARI Başka edebiyatçılar tanıdınız mı?
Yol gösteren, esinlendiğiniz birileri olmuştur herhalde… Takside genişlettik o ağı.
Metin Demirtaş'la yolumuz kesişti, o da hayatımda çok büyük yeri olan bir şairdi.
Onunla mektuplaşmalarımız iki klasördür!
Onun bana yazdığı her mektubu okul gibiydi.
Dedi ki, ‘bak şiire yakınlığın var ama şiir yazma!’ Ve yazmadınız, öykü-anı yazdınız… Metin Demirtaş böyle kabına çekilmiş bir şair.
Hatta bakın ileride gideyim, bir Almanya gezisinde, 2007’de yazdığı bir şiirin de yer aldığı kitabıyla Yunus Nadi veya Cemal Süreya ödülü için başvurmasını önerdim.
Hatta şakayla kışkırttım… 2010'da o kitap iki ödülü de aldı.
Onun bende çok etkisi oldu, şiiri çok anlattı. (Kemal Ateş ile)Kemal Ateş'in Saklı Sözlük diye bir kitabı var, çok faydalandım ben.
Kendisi küçük ama etkisi çok büyük bir sözlük hazırlamış.
ALMAN DİSİPLİNİ VE AKDENİZ RAHATLIĞI Kitabınızda şiirlerden bir iki mısra da olsa, çok sık alıntı yapmışsınız.
Nasıl bir çalışma tarzınız var?
Günde 10-12 saat taksiden sonra bu kadar arşiv, bu denli üretim… Zamanı nasıl kullanıyorsunuz?
Aslına bakarsanız, biz böyle Güney ülkelerinden gelenler, biraz el yordamıyla büyüdüğümüz için zaman kullanımı hepimiz için geçerli değil.
Mesela Fakir Baykurt ile Alman çevirmeni, Yılanların Öcü’nü konuşmak için Frankfurt'ta sözleşmişler.
Çevirmen, ‘Ben o gün size zaman ayırdım, çeviriyi konuşacağız’ deyince, Alman bütün gün onunla dolaşacak, gezecek, konuşacak sanmış Fakir Hoca.
Çevirmeni iki saat ayırmış ona.
Fakir hoca zamanı kullanmadaki titizliklerine şaşırıp kalmış.
Ben de bunu takside öğrendim.
Taksime binen bankacıların, öğretmenlerin, her meslekten insanların zamanı kullanmadaki titizliğini, ustalığını gördüm.
Edebiyatla, daha da çok şiirle çok yoğun uğraşan insanlarda bir tür hassaslık, romantiklik gelişiyor.
Daha çok acılar, pişmanlıklar, öykünmeler konu oluyor.
Sizin hikayelerinizde hüzünle neşe bir arada.
Özellikle mi böyle kurguluyorsunuz?
Buradaki gri havayı Akdenizli insanlar değiştiremez.
Buralarda 2.
Dünya Savaşı'nı yaşamış gri insanlar, hala o etkiyi atamamış.
Ben bunu biraz da kabullendim, yani alıştık.
Bir işimiz var, bir ailemiz var.
Bir çiçeğe bile yer değiştiriyorsunuz, o toprağı sevmiyorsa ölüyor.
Artık biz de kök saldık, uzun bir süre kalacağız, dedik.
Ne yapalım?
Hasan Hüseyin’in dediği gibi, acıyı bal eyledik.
Şiir ve edebiyat, gurbette benim sağlatıcım oldu.
Akdeniz ülkelerinden Avrupa'ya, Kuzey'e gidenlerin mutlu olamayacağını Edip Cansever 1960'lı yıllarda görmüş, söylemiş.
Diyor ki ‘Onlar ki, hepsi / Bir tutsak ağaç gibi kökleri yanlış yerlere büyüyenler’.
Buradaki Türk göçmen ordusunun özetidir aslında.
Çünkü Avrupa toprağı güney ülkesinin insanlarına göre değil.
İstediği kazancı elde etsin, istediği kadar varsıllaşsın, içindeki o derin boşluğu hiçbir şeyi dolduramaz. (Girit)Mübadeleyle Girit’e göç etmiş Lasaros, hazin bir sonla hayata veda eder.
Artık yoktur, ama ona verdiği söz vardır.
Laso’nun ‘Kapadokyalı’ arkadaşı Selçuk Ülger, Girit’te onun önerdiği sokaklarda dolanır, dostunu yad eder İKİ SOKAĞIN FARKI Bir de şu dikkatimi çekti: Onlar ve biz diye köşeli iki cephe anlatmıyorsunuz.
Onlar kötü biz iyi diye bir ayrım, bir öfke yok.
Özellikle göçmenlerle Almanya arasında nasıl bir denge bu?
Bir sokak geride yabancıya düşmanlık eden, hakaret eden varsa, bir cadde ötede de göçün ne olduğunu, göçmenliğin ne olduğunu bilen insanlar da var.
Almanlara karşı bilinçsizce bir düşmanlık ya da onları cepheleştirmek yanlış.
Almanları da iyi tanımak lazım.
Eşim ve ben aslında Almanlardan bir kötülük ya da bir dışlanmışlık yaşamadık.
Yani ufak tefek kötü anılarım her yerde oluyor.
Yani Türkiye'ye gittiğimizde de oluyor.
Dil meselesini bir kursta hallettiğinizden söz etmişsiniz.
Schiller’den çeviri yapma derecesinde nasıl ilerlettiniz?
Turan Kızı’nı eşimle birlikte çevirdik.
Eşimin Almancası, Edebiyat Almancası, çok çok iyidir.
Eğitimi burada, ayrıca çok okur.
Bizim çevrimizde eşimden yardım almadan yapamam, onu vurgulayalım.
Birlikte karşılaştırarak okuduk.
Bazı şiirleri kendim çevirebiliyorum.
His, ses, her şeyde önemli değil mi?
Enver Gökçe de hapishanede öğrendiği Fransızcayla Pablo Neruda’yı çevirmiştir.
İyi bir edebiyatçı Kaynak Yayınları Genel Yayın Yönetmeni Tunca Arslan, 14 Kasım 2025 tarihli Aydınlık gazetesinde yer alan “İyi bir edebiyatçı: Selçuk Ülger” başlıklı köşe yazısında, şu ifadelere yer verdi: “İrlandalı şair ve romancı Oscar Wilde (1854-1900), seneler seneler önce “Zamanımızda iyi edebiyatçılara iyi evlatlardan da az rastlanıyor” dediğinde, bu saptamanın kendisinden çok sonraları, 21. yüzyılda da geçerli olacağını tahmin edemezdi elbette.
Sanatçının “güzel şeylerin” yaratıcısı olduğuna inanan Wilde, sıradanlığı reddediyor, sanatın her türden “fayda”ya kurban edilmesinden acı duyuyordu.
Ona göre, sevinç veren iyi evlatlar ve mutluluk veren iyi edebiyatçılar parmakla sayılacak kadar az sayıdaydı.
Tıpkı bugün olduğu gibi!Anı-öykü türündeki “Yetmiş Yıllık Bekleyiş” kitabının (Kaynak Yay., Eylül 2025) girişinde “Genç yaşında yitip giden anneme ve bütün annelere…” ithaf notunu düşen yazar-çevirmen Selçuk Ülger, belli ki iyi bir evlat, hem de az sayıdaki iyi ve sıra dışı edebiyatçıdan biri.…Bir yazara “iyi edebiyatçı” demek, sade ama yeterli ve dolu dolu bir tanımdır, önüne sonuna başka bir şey eklemeye gerek yoktur.
Selçuk Ülger, iyi bir edebiyatçı… “Yetmiş Yıllık Bekleyiş” iyi bir edebiyat eseri...
Ülkemizdeki piyasacı edebiyat hayhuyu içinde az rastlanır türden, okuruna edebiyat keyfi ve mutluluk veren bir kitap var elimizde.”