Haber Detayı

Organ nakli sonrası karakter değişimi: Bilim bu tuhaf dönüşümü nasıl açıklıyor?
Güncel chip.com.tr
28/12/2025 20:38 (3 saat önce)

Organ nakli sonrası karakter değişimi: Bilim bu tuhaf dönüşümü nasıl açıklıyor?

Bilim insanları, bağışlanan organların sadece kan pompalamadığını, aynı zamanda hormonlar aracılığıyla beynimize sinyaller gönderdiğini keşfetti. Ameliyat masasından bambaşka bir damak tadı ve mizaçla kalkan hastaların hikayeleri, biyolojinin sınırlarını zorluyor.

Organ nakli teknolojisi, ilk kalp naklinin yapıldığı 1967 yılından bu yana akılalmaz derecede gelişti.

Öyle ki, Amerika Birleşik Devletleri’nde 2024 yılında 48 binden fazla nakil gerçekleştirilerek bu alanda tarihi bir rekor kırıldı.

Tıp dünyası operasyon tekniklerinde ustalaştıkça, madalyonun diğer yüzündeki gizemli bir olgu da doktorların daha fazla dikkatini çekmeye başladı: Nakil sonrası yaşanan kişilik ve alışkanlık değişimleri...Yaşanan vakalar bazen bir film senaryosunu aratmayacak kadar tuhaf bir hal alabiliyor.

Örneğin, hayatı boyunca vejetaryen beslenen bir kadının, nakil sonrası aniden tavuk ürünlerine karşı dizginlenemez bir istek duymaya başlaması ve sonradan, organ bağışçısının bu yiyecekleri çok seven birisi olduğunun ortaya çıkması bunlardan sadece biri.

Benzer durumlar kemik iliği nakillerinde de görülüyor; turşudan nefret eden birinin nakilden sonra turşu aşığına dönüşmesi ya da şarap tercihinin tamamen değişmesi artık tıp literatüründe şaşkınlıkla karşılanan birer not olmaktan çıktı.

Değişimler sadece damak tadıyla da sınırlı kalmıyor; müzik zevkinden cinsel yönelime, sanata olan ilgiden genel mizaç özelliklerine kadar pek çok alanda farklılıklar rapor ediliyor.Biyolojik değişim mi, psikolojik bir yansıma mı?Lancaster Üniversitesi’nden Profesör Adam Taylor, bu durumun nedenlerini sorgulayan bilim insanlarının başında.

Taylor’a göre, hayatını kaybetmek üzereyken ikinci bir şans yakalamanın yarattığı o muazzam coşku, kişide doğal olarak taze bir bakış açısı ve plasebo etkisi yaratabiliyor.

Ancak işin biyolojik boyutu çok daha derinlere uzanıyor.

Taylor, organların vücudun geri kalanıyla sürekli iletişim halinde olduğunu ve yeni bir organın kişinin fizyolojisini kökten etkileyebileceğini vurguluyor.

Özellikle kalp, sadece kan pompalayan mekanik bir araç değil, böbreklerle sıvı dengesini ayarlayan, hatta beynimizdeki “savaş ya da kaç” tepkisini ve ruh halimizi yöneten hormonlar salgılayan karmaşık bir yapıya sahip.Bağışlanan yeni kalp, örneğin eskisinden yüzde 20 daha fazla hormon salgılıyorsa veya vücuttaki mevcut sinyallere daha farklı tepki veriyorsa, kişinin dinlenme halindeki kalp atış hızı ve genel enerji seviyesi değişiyor.

Bu fiziksel adaptasyon süreci de doğrudan beyne giden sinyalleri etkileyerek ruh halinde oynamalara yol açıyor.Elbette bu etkiyi yaratan sadece kalp değil.

Örneğin “mutluluk hormonu” olarak bilinen serotoninin büyük kısmının bağırsaklarda üretilmesi de organların yalnız olmadığını, aksine birbirine sıkı sıkıya bağlı sistemler olduğunu kanıtlıyor.

Bu kadar iç içe geçmiş bir yapıda, bir parçayı değiştirip hiçbir şeyin değişmemesini beklemek aslında daha şaşırtıcı olurdu.Erken dönem araştırmalar, organ nakli yaptıranların yaklaşık yüzde 90’ının kişiliklerinde bir farklılık hissettiğini gösteriyor.

Henüz hangi organın ne tür değişimlere daha fazla sebep olduğunu tam olarak bilemesek de, nakil sayılarındaki artış bilim insanlarının elindeki veri havuzunu hızla genişletiyor. 

İlgili Sitenin Haberleri